Üç Tarz-ı Siyaset" Osmanlıcılık, İslamcılık ,türkçülük Ve Bugün; Tükenen Akım Milliyetçilik...
Yazının Giriş Tarihi: 01.05.2025 10:21
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.05.2025 10:22
Osmanlı Devletinin gerileme döneminde ki temel devlet politikası olarak Osmancılık, İslamcılık, Türkçülük olmak üzere üç siyaset izlenmeye çalışılmıştır.
Yusuf Akçura'nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı yazısında“Batı’dan feyiz alarak kuvvet kazanmak ve ilerlemek arzuları uyandıktan” sonra Osmanlı ülkesinde tasavvur ve takip edilen “üç meslek-i siyasî”yi tahlil etmektedir."
Günümüzün şartlarında her ne kadar değişikliğe uğramış olsa da bu üç siyaset önemini korumuştur. Üçünün de başlangıç olarak hedefi birlik ve beraberliği sağlamaktır. Fransız ihtilalinden (1789) sonra büyük bir hızla Batı’dan Doğu’ya doğru Avrupa’ya yayılan milliyetçilik akımları Balkanlardaki halkları da etkisi altına almaya başlamış ve Osmanlı imparatorluğu da; Osmanlı Devleti’ne “kuvvet ve terakki” kazandırmak için üç farklı siyasi akım denemiştir;
Osmanlıcılık; Osmanlı topraklarında ırk, dil, din fark etmeksizin tüm vatandaşları Osmanlı milleti adı altında toplayıp birlik sağlama yani Osmanlı hükümetine tabi muhtelif milletleri temsil ederek ve birleştirerek, bir Osmanlı Milleti, vücuda getirmektir.
İslamcılık; "Panislamizm" olarak karşımıza çıkar ve islam birliğini önerir. Padişah olgusu Halife olgusu ile yer değiştirir ve öne çıkar.Hilafet hakkının Osmanlı Devleti hükümdarlarında olmasından faydalanarak, bütün İslamları söz konusu hükümetin idaresinde siyaseten birleştirmektir.
Türkçülük ise; öze dönmeyi ve bu topraklar üzerinde yaşayan herkesi bir çatı altında toplamayı önerir.
Bu üç akımın da amacı toprak bütünlüğünü koruyabilmek için o dönemde dünya da yeni oluşan konjonktürün karşısında ayakta kalabilmektir.
Gerek Yusuf Akçura, gerekse Ziya Gökalp Osmanlı'nın özü olan Türk kültürünü dışlamanın birlik ve gelişmeye zarar vereceğini düşünmektedir. Ziya Gökalp Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak (Modernleşmek) bu üçünün bir arada ve denge de olması ile ancak gelişmeyi ve birliği öngörür. Mustafa Kemal; dönemin münevverlerinden feyz alır. Hatta Mustafa Kemal'in, Ziya Gökalp için "Fikir Babam" dediğinden söz edilir.
Bu düşünüş ışığında Türkiye Cumhuriyetini vücuda getirmişlerdir.
Fakat ne Osmanlı, ne de sonra oluşan Türkiye Cumhuriyeti bugün bu üç unsurun krize ve çatışmalara dönüşeceğini düşünmedi sanırım. Çünkü hepsinin oluşum sırası ve temelinde "Birlik" ve Batı'ya karşı toprak bütünlüğünü koruyabilmek vardı...
TÜKENEN AKIM: MİLLİYETÇİLİK.
Bugün bu siyasi akımların dışarıya karşı birlik kuvveti oluşturmaktan çok kendi vatandaşları arasında bir kutuplaşma noktasına gelmiş olması ise üzücü ve sorgulanması gereken bir noktadır.
Tarihi olaylar ve ideolojiler ancak kendi dönemi içinde incelenebilir. Bu bakımdan dünün ideolojilerini anlamak ve bugüne uyarlamaya çalışmak toplumu daha çok çıkmaza sokabilir. Siyasetin, ideolojilerin ve toplumun bu anlamda yenilenmeye, onları birlikte tutacak ortak noktaları tekrar bulmaya ve bütünleşmeye ihtiyacının olduğu, göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.
Sosyal medya ve bazı şahsi sayfalar da milliyetçilik akımlarından, ırklardan dem vuran bilgi ve bilinç yoksunu paylaşımlara, kimi zaman da siyasilerin söylemlerine maruz kalıyoruz.
insanları ırklara bölerek olaylara yaklaşım göstermek, belli bir grubu hedef göstererek söz etmek, hem insan olgusu adına, hem de yaratıcıya karşı kendini bilmez bir küstahlık değil midir?
Konuları, bir grubu veya geneli hedefe almadan değerlendirirmeyi, elmalarla armutları ayrı tutmayı, bu yanlış, bu doğru, iyi veya kötü nitelendirmesi yaparken bunu belli sınırlar içinde tutmayı ve dahası çözüm odaklı yaklaşımı iyice unutuyorlar. Neyi nasıl harcadığını bilmeden, genel sınıflandırmalara sığınmak kolay geliyor. Fakat bu durumların yarattığı olumsuz psikolojik etkilerin acı meyvesininin tadı sonra sonra ortaya çıkıyor ve çıkacak tabii ki... "...NE DE OLSA İNSANLIK, DEĞİŞİMİN KAÇINILMAZLIĞINA TABİİ..."
Hepimizin elinin altında telefon ve internet var."Doğruluğunun iyi araştırılması şartıyla" kitap bilgisinin yerini tutmasa da milliyetçilik akımının ne zaman ve nasıl başladığı hakkında, kimin işine nasıl yaradığı hakkında bilgi edinilebilir herkes.
Bu konuya biraz hakim oldukça da küçük konularla oyalanmayı bırakıp, klavyeler üzerinden ırkçılıklar yapmaktansa, kötülüğe karşı, şiddete karşı savaşmayı ve kime karşı olursa olsun adaletli olup "DUR" diyebilmeyi de başarabiliriz.
Bu arada bir sosyolog olarak şunu da belirtmeliyim; Milliyetçilik değil hemen hemen tüm akımlar, ideolojiler içinde benzer yorumlar yapabiliriz. Tarihsel süreçte toplumların ve seçtikleri yöneticilerin arkalarına kalabalık sağlamak sureti ile kullandıkları ideolojilerin hepsi eridi diyebiliriz.
Çünkü ne de olsa insanlık, değişimin kaçınılmazlığına tabii...
Konunun özüne dönecek olursak; Milliyetçilik akımı aslında insanları bir çatı altında toplayıp sınır ve güç oluşturmak isteyen bir takım üstün akıllı siyasi erklerin tasarımıdır. Ve geri kalanlar buna hizmet ederken köleleşmiş bir toplumu oluşturur. İşin garip yanı da, yönetilmek için kendini teslim etmiş toplumlar, bir diğer insan topluluğundan yani başka milletten üstün olduğu inancına bağlanmıştır.
"Modern milliyetçi düşünce 1789-1799 Fransız Devrimi'nin fikirlerinden doğmuştur. Avrupa tarihindeki ilk milliyetçi hareketlere, I. Napolyon istilası (1804-1815) altındaki Almanya'da rastlanır.
Milliyetçilik, ulusçuluk ya da nasyonalizm, kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün, toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.
19. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa'da, 20. yüzyılda ise tüm dünyada egemen siyasi düşünce tarzı olmuştur. Dünya siyasi haritası bu dönemde milliyetçilik ilkelerine göre biçimlendirilmiştir. Günümüzde Anglosakson kültürüne bağlı toplumlarda ve Avrupa Birliği düşüncesini savunan çevrelerde olumsuz bir anlam yüklenmiştir."
"1870'lerde Rusya'da doğan Pan Slavizm akımı, yayılmacı milliyetçiliğin
ilk örneklerinden biridir." (Wikipedia)
Bunca zamandır kanıksatılmış, toplumların yapı farklılıkları işaret edilerek kafalara kazınmışken; inanması ve kabullenmesi zor belki ama HEPİMİZ SADECE İNSANIZ!
☆Not: (Üç Tarz-ı Siyaset;Yusuf Akçura'nın 1904'te Kahire'de yayınlanan Türk adlı gazetede kaleme aldığı makalelerdir ve daha sonra kitap olarak basılmıştır.)
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Özlem DOĞAN
Üç Tarz-ı Siyaset" Osmanlıcılık, İslamcılık ,türkçülük Ve Bugün; Tükenen Akım Milliyetçilik...
Osmanlı Devletinin gerileme döneminde ki temel devlet politikası olarak Osmancılık, İslamcılık, Türkçülük olmak üzere üç siyaset izlenmeye çalışılmıştır.
Yusuf Akçura'nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı yazısında“Batı’dan feyiz alarak kuvvet kazanmak ve ilerlemek arzuları uyandıktan” sonra Osmanlı ülkesinde tasavvur ve takip edilen “üç meslek-i siyasî”yi tahlil etmektedir."
Günümüzün şartlarında her ne kadar değişikliğe uğramış olsa da bu üç siyaset önemini korumuştur. Üçünün de başlangıç olarak hedefi birlik ve beraberliği sağlamaktır. Fransız ihtilalinden (1789) sonra büyük bir hızla Batı’dan Doğu’ya doğru Avrupa’ya yayılan milliyetçilik akımları Balkanlardaki halkları da etkisi altına almaya başlamış ve Osmanlı imparatorluğu da; Osmanlı Devleti’ne “kuvvet ve terakki” kazandırmak için üç farklı siyasi akım denemiştir;
Osmanlıcılık; Osmanlı topraklarında ırk, dil, din fark etmeksizin tüm vatandaşları Osmanlı milleti adı altında toplayıp birlik sağlama yani Osmanlı hükümetine tabi muhtelif milletleri temsil ederek ve birleştirerek, bir Osmanlı Milleti, vücuda getirmektir.
İslamcılık; "Panislamizm" olarak karşımıza çıkar ve islam birliğini önerir. Padişah olgusu Halife olgusu ile yer değiştirir ve öne çıkar.Hilafet hakkının Osmanlı Devleti hükümdarlarında olmasından faydalanarak, bütün İslamları söz konusu hükümetin idaresinde siyaseten birleştirmektir.
Türkçülük ise; öze dönmeyi ve bu topraklar üzerinde yaşayan herkesi bir çatı altında toplamayı önerir.
Bu üç akımın da amacı toprak bütünlüğünü koruyabilmek için o dönemde dünya da yeni oluşan konjonktürün karşısında ayakta kalabilmektir.
Gerek Yusuf Akçura, gerekse Ziya Gökalp Osmanlı'nın özü olan Türk kültürünü dışlamanın birlik ve gelişmeye zarar vereceğini düşünmektedir. Ziya Gökalp Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak (Modernleşmek) bu üçünün bir arada ve denge de olması ile ancak gelişmeyi ve birliği öngörür. Mustafa Kemal; dönemin münevverlerinden feyz alır. Hatta Mustafa Kemal'in, Ziya Gökalp için "Fikir Babam" dediğinden söz edilir.
Bu düşünüş ışığında Türkiye Cumhuriyetini vücuda getirmişlerdir.
Fakat ne Osmanlı, ne de sonra oluşan Türkiye Cumhuriyeti bugün bu üç unsurun krize ve çatışmalara dönüşeceğini düşünmedi sanırım. Çünkü hepsinin oluşum sırası ve temelinde "Birlik" ve Batı'ya karşı toprak bütünlüğünü koruyabilmek vardı...
TÜKENEN AKIM: MİLLİYETÇİLİK.
Bugün bu siyasi akımların dışarıya karşı birlik kuvveti oluşturmaktan çok kendi vatandaşları arasında bir kutuplaşma noktasına gelmiş olması ise üzücü ve sorgulanması gereken bir noktadır.
Tarihi olaylar ve ideolojiler ancak kendi dönemi içinde incelenebilir. Bu bakımdan dünün ideolojilerini anlamak ve bugüne uyarlamaya çalışmak toplumu daha çok çıkmaza sokabilir. Siyasetin, ideolojilerin ve toplumun bu anlamda yenilenmeye, onları birlikte tutacak ortak noktaları tekrar bulmaya ve bütünleşmeye ihtiyacının olduğu, göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.
Sosyal medya ve bazı şahsi sayfalar da milliyetçilik akımlarından, ırklardan dem vuran bilgi ve bilinç yoksunu paylaşımlara, kimi zaman da siyasilerin söylemlerine maruz kalıyoruz.
insanları ırklara bölerek olaylara yaklaşım göstermek, belli bir grubu hedef göstererek söz etmek, hem insan olgusu adına, hem de yaratıcıya karşı kendini bilmez bir küstahlık değil midir?
Konuları, bir grubu veya geneli hedefe almadan değerlendirirmeyi, elmalarla armutları ayrı tutmayı, bu yanlış, bu doğru, iyi veya kötü nitelendirmesi yaparken bunu belli sınırlar içinde tutmayı ve dahası çözüm odaklı yaklaşımı iyice unutuyorlar. Neyi nasıl harcadığını bilmeden, genel sınıflandırmalara sığınmak kolay geliyor. Fakat bu durumların yarattığı olumsuz psikolojik etkilerin acı meyvesininin tadı sonra sonra ortaya çıkıyor ve çıkacak tabii ki...
"...NE DE OLSA İNSANLIK, DEĞİŞİMİN KAÇINILMAZLIĞINA TABİİ..."
Hepimizin elinin altında telefon ve internet var."Doğruluğunun iyi araştırılması şartıyla" kitap bilgisinin yerini tutmasa da milliyetçilik akımının ne zaman ve nasıl başladığı hakkında, kimin işine nasıl yaradığı hakkında bilgi edinilebilir herkes.
Bu konuya biraz hakim oldukça da küçük konularla oyalanmayı bırakıp, klavyeler üzerinden ırkçılıklar yapmaktansa, kötülüğe karşı, şiddete karşı savaşmayı ve kime karşı olursa olsun adaletli olup "DUR" diyebilmeyi de başarabiliriz.
Bu arada bir sosyolog olarak şunu da belirtmeliyim; Milliyetçilik değil hemen hemen tüm akımlar, ideolojiler içinde benzer yorumlar yapabiliriz. Tarihsel süreçte toplumların ve seçtikleri yöneticilerin arkalarına kalabalık sağlamak sureti ile kullandıkları ideolojilerin hepsi eridi diyebiliriz.
Çünkü ne de olsa insanlık, değişimin kaçınılmazlığına tabii...
Konunun özüne dönecek olursak; Milliyetçilik akımı aslında insanları bir çatı altında toplayıp sınır ve güç oluşturmak isteyen bir takım üstün akıllı siyasi erklerin tasarımıdır. Ve geri kalanlar buna hizmet ederken köleleşmiş bir toplumu oluşturur. İşin garip yanı da, yönetilmek için kendini teslim etmiş toplumlar, bir diğer insan topluluğundan yani başka milletten üstün olduğu inancına bağlanmıştır.
"Modern milliyetçi düşünce 1789-1799 Fransız Devrimi'nin fikirlerinden doğmuştur. Avrupa tarihindeki ilk milliyetçi hareketlere, I. Napolyon istilası (1804-1815) altındaki Almanya'da rastlanır.
Milliyetçilik, ulusçuluk ya da nasyonalizm, kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün, toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.
19. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa'da, 20. yüzyılda ise tüm dünyada egemen siyasi düşünce tarzı olmuştur. Dünya siyasi haritası bu dönemde milliyetçilik ilkelerine göre biçimlendirilmiştir. Günümüzde Anglosakson kültürüne bağlı toplumlarda ve Avrupa Birliği düşüncesini savunan çevrelerde olumsuz bir anlam yüklenmiştir."
"1870'lerde Rusya'da doğan Pan Slavizm akımı, yayılmacı milliyetçiliğin
ilk örneklerinden biridir." (Wikipedia)
Bunca zamandır kanıksatılmış, toplumların yapı farklılıkları işaret edilerek kafalara kazınmışken; inanması ve kabullenmesi zor belki ama HEPİMİZ SADECE İNSANIZ!
☆Not: (Üç Tarz-ı Siyaset;Yusuf Akçura'nın 1904'te Kahire'de yayınlanan Türk adlı gazetede kaleme aldığı makalelerdir ve daha sonra kitap olarak basılmıştır.)