Bir akşam vakti Serdivan tepesinden aşağıya doğru, binaların bezediği ara sokaklarda salınarak yaptığım bir yürüyüş esnasında, ilk ve son kez görmüştüm Ateş Böceğini.
Hiç ummadığım bir sokakta, betonlar arasında nefes almaya ve nefes olmaya çalışan ağaçların altında uçuşuyordu.
Arada sırada, sokağa dalan arabalardan korkup yok oluyor ve kısa bir süre sonra tekrar ortaya çıkıyordu.
Öyle nadir, öyle narindi ki o küçücük böcek için tüm sokağı trafiğe kapatmak isterdim.
Ve işte o an da "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?" Filminin son sahneleri gözümde canlanmıştı. Ticarileşme ve betonlaşma arasında sıkışmış son nefes timsali...
Fazla duygusal yaklaştığım düşünülebilir ama duygusal mantığın bizim gerçek yaşamsal güdümüz olduğunu düşünürsek, öyle basitçe duygusallık deyip geçiştilemez bu durum. Zira hayatta kalabilmemiz bu iç güdüye bağlı.
Ve aslında içine düştüğümüz bu çağda hepimizi içten içe huzursuz eden şeyde bu. Yani "tahribat." Evet evet, bu yapılanmanın ve lükslerin hiçbirini, yapılanma ve gelişim olarak görmüyoruz aslında. Zihnimiz tahribat olarak algılıyor. Doğayı, tarihi yıkıyoruz ve ardından da özlüyoruz. Sonra da doğa parklarına, tarihi mekanlara hasret gidermeye, rahatlamaya koşuyoruz.
Tuhaf değil mi?
"ÖZLEDİĞİMİZ ŞEYLERİ HIRPALAR MIYIZ?"
Evet, maalesef hırpalıyoruz...
Anılarla dolu tarihi sokakların ticarileşme canavarına teslim olarak yozlaşmaya bırakılması, benim ziyadesiyle hüzünlenmeme neden oluyor.
Mudanya'nın tarihi Girit mahallesinde dolaşırken de "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?" filmi tekrardan zihnimde oynamaya başlamıştı. Ne çok şey anlatan, harika bir yapıt, diye içimden tekrar etmiş ve nostalji sevgimizi gözden geçirmeye koyulmuştum. Nostalji sevgisini biraz yanlış anlıyoruz sanki.
Özlediğimiz şeyleri hep hırpalar mıyız?
Bu mahallede olan evler korumaya alınmalı ve daha fazla hırpalanmamalı. Eminim uygun restorasyon kriterleri ve bununla ilgili çalışmalar vardır mutlaka ama... Evet evet bir ama hep vardır... Ama; o evlerde oturan ya da o evlere sahip olan insanların bunu yapabilmek için ekonomik güçleri yerinde olmayabilir, değil mi?
Kesin kanuni yaptırımlar vardır ve de o kanuni yaptırımları çıkmaza sokan başka kanuni yasaklar da vardır. Yani bir dokunsak bin ah işitiriz tahminimce...
Bu bakımdan, bu yapıların bir nevi kültürel miras, kültürel bir hazine olduğunu düşünürsek bu tarz yapıların korunması ve restore edilmesini tamamen Kültür ve Turizm Bakanlığı üstlenmeli belki de...
Ciddi bir revizyona gidilmeli...
Mudanya böyle, ya İznik...
Çok kıymetli bir tarihe sahip olan ve üstüne bir de göl kıyısında harika bir doğası olan, üstüne üstlük konum olarak da ulaşım bakımından çok aktif olabilecek bir yerdeyken İznik'i bu kadar atıl bir yermiş gibi kalmasını aklım almıyor. Yirmibeş yıldır her görüşümde hep aynı soru düşüyor aklıma; neden?
Şu örneklerini verdiğim yerler gibi daha nicesi var elbet. Yıllardır bu soru aklımı kemirir durur. Neden koruyamıyoruz? Neden artı değere dönüştüremiyoruz? Demek ki bir yerlerde bir yanlış var ve bu yanlışı daha fazla geç kalmadan değiştirmek gerek...
Aksi halde hem doğal alanlarımız, hem de bu kıymetli tarihi alanlarımız ve anılarımız aynı "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?" filmindeki misal, betonlar arasında son nefeslerini verip yok olacaklar...
Ticarileşme, turizm adı altında kasvetli bir hava yaratıyor girdiği ortamda ve sonunda geriye; içi boşalmış ölü bir ruhsuzluk bırakıyor...
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Özlem DOĞAN
"Sen Hiç Ateşböceği gördün mü?"
Bir akşam vakti Serdivan tepesinden aşağıya doğru, binaların bezediği ara sokaklarda salınarak yaptığım bir yürüyüş esnasında, ilk ve son kez görmüştüm Ateş Böceğini.
Hiç ummadığım bir sokakta, betonlar arasında nefes almaya ve nefes olmaya çalışan ağaçların altında uçuşuyordu.
Arada sırada, sokağa dalan arabalardan korkup yok oluyor ve kısa bir süre sonra tekrar ortaya çıkıyordu.
Öyle nadir, öyle narindi ki o küçücük böcek için tüm sokağı trafiğe kapatmak isterdim.
Ve işte o an da "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?" Filminin son sahneleri gözümde canlanmıştı. Ticarileşme ve betonlaşma arasında sıkışmış son nefes timsali...
Fazla duygusal yaklaştığım düşünülebilir ama duygusal mantığın bizim gerçek yaşamsal güdümüz olduğunu düşünürsek, öyle basitçe duygusallık deyip geçiştilemez bu durum. Zira hayatta kalabilmemiz bu iç güdüye bağlı.
Ve aslında içine düştüğümüz bu çağda hepimizi içten içe huzursuz eden şeyde bu. Yani "tahribat." Evet evet, bu yapılanmanın ve lükslerin hiçbirini, yapılanma ve gelişim olarak görmüyoruz aslında. Zihnimiz tahribat olarak algılıyor. Doğayı, tarihi yıkıyoruz ve ardından da özlüyoruz. Sonra da doğa parklarına, tarihi mekanlara hasret gidermeye, rahatlamaya koşuyoruz.
Tuhaf değil mi?
"ÖZLEDİĞİMİZ ŞEYLERİ HIRPALAR MIYIZ?"
Evet, maalesef hırpalıyoruz...
Anılarla dolu tarihi sokakların ticarileşme canavarına teslim olarak yozlaşmaya bırakılması, benim ziyadesiyle hüzünlenmeme neden oluyor.
Mudanya'nın tarihi Girit mahallesinde dolaşırken de "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?" filmi tekrardan zihnimde oynamaya başlamıştı. Ne çok şey anlatan, harika bir yapıt, diye içimden tekrar etmiş ve nostalji sevgimizi gözden geçirmeye koyulmuştum. Nostalji sevgisini biraz yanlış anlıyoruz sanki.
Özlediğimiz şeyleri hep hırpalar mıyız?
Bu mahallede olan evler korumaya alınmalı ve daha fazla hırpalanmamalı. Eminim uygun restorasyon kriterleri ve bununla ilgili çalışmalar vardır mutlaka ama... Evet evet bir ama hep vardır... Ama; o evlerde oturan ya da o evlere sahip olan insanların bunu yapabilmek için ekonomik güçleri yerinde olmayabilir, değil mi?
Kesin kanuni yaptırımlar vardır ve de o kanuni yaptırımları çıkmaza sokan başka kanuni yasaklar da vardır. Yani bir dokunsak bin ah işitiriz tahminimce...
Bu bakımdan, bu yapıların bir nevi kültürel miras, kültürel bir hazine olduğunu düşünürsek bu tarz yapıların korunması ve restore edilmesini tamamen Kültür ve Turizm Bakanlığı üstlenmeli belki de...
Ciddi bir revizyona gidilmeli...
Mudanya böyle, ya İznik...
Çok kıymetli bir tarihe sahip olan ve üstüne bir de göl kıyısında harika bir doğası olan, üstüne üstlük konum olarak da ulaşım bakımından çok aktif olabilecek bir yerdeyken İznik'i bu kadar atıl bir yermiş gibi kalmasını aklım almıyor. Yirmibeş yıldır her görüşümde hep aynı soru düşüyor aklıma; neden?
Şu örneklerini verdiğim yerler gibi daha nicesi var elbet. Yıllardır bu soru aklımı kemirir durur. Neden koruyamıyoruz? Neden artı değere dönüştüremiyoruz? Demek ki bir yerlerde bir yanlış var ve bu yanlışı daha fazla geç kalmadan değiştirmek gerek...
Aksi halde hem doğal alanlarımız, hem de bu kıymetli tarihi alanlarımız ve anılarımız aynı "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?" filmindeki misal, betonlar arasında son nefeslerini verip yok olacaklar...
Ticarileşme, turizm adı altında kasvetli bir hava yaratıyor girdiği ortamda ve sonunda geriye; içi boşalmış ölü bir ruhsuzluk bırakıyor...