Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Dünya Ülkeleri İklim Kanunu Hususunda Ne Kadar Samimi?

Yazının Giriş Tarihi: 24.04.2025 11:15
Yazının Güncellenme Tarihi: 24.04.2025 11:40

Masmavi bir gökyüzü altında, yangınlardan sonra kuraklaşmış sapsarı dağların ovaların arasından kıvrılan, sıcaktan erimeye yüz tutmuş asfaltta yol almaya çalışıyordum. Arabanın ön panelinde sıcaklık göstergesi 45 derece diyordu. Hava durumu da hissedilen sıcaklığı 60 derece açıklıyordu. Ürkütücüydü!
Doğal olarak bunaldıkça klimaya asıldım tabii...Doğal mıydı gerçekten?
Yüzlerce kilometre yol geçmiştim ve geçiyordum ama tek bir ağaç bile yoktu. Neden sonra kısa bir mola için durdum ama her mola arabadan inmeye korktuğum anlara dönüşmüştü. Çünkü kavurucu, soluğu kesen ve bunaltan sıcak rüzgar saniyeler içinde yakıp geçiyordu. Oysa aynı sıcaklık derecesinin ormanlık alanlarda nasıl 25 dereceymiş gibi hissedildiğini hatırlıyordum.
İçimden yükselen ses; bu rüzgar ve sıcaklık, fazla değil birazcık daha şiddetini arttırırsa, önünde orman değil betondan şehirler dayanamaz yıkılıp patlamaya başlar diyordu.
Öyle ya ani donma gibi sıcaklıkta büyük tehlikeler barındırıyor içinde. Her iki durumda da bitki yetişmez, su krizi eşliğinde yaşam tehlikeye girerdi.
Bu uzun yollar seyahatler boyunca plastik, cam ya da insan üretimi muhtelif atıklardan oluşan çöpler dikkatimi çekiyordu. Çöpsüz bir karış toprak yoktu. Ne acı.

Burada dikkat çekmek istediğim konu çöpte değil aslında. O çöplerin yolculuğunu düşündürmek amacındayım...

Çünkü bu konuyu iyi anlamazsak, bin tane "İklim Kanunu" çıkarsa da dünya ülkeleri; bu sadece bir avuntu olur.

Geçtiğimiz sabah oturup "İklim Kanunu Yasa Tasarısı Maddelerini" okudum. Hayır, madem bu konuyu yazacağız, anlamadan dinlemeden, bilmeden fikir beyan edenlerden olmayalım değil mi?

Teoride ve gösterge de iyi niyetli maddelermiş gibi görünse de çoğu bana "bla bla" gibi bir anlama geldi. Yani "ne yapacağımızı çok ta bilemiyoruz ama zamanla buluruz bir çözüm" der gibiydi.

ÇÖZÜMÜN ÖNÜNDEKİ EN ÖNEMLİ ENGEL KAPİTALİZM, TÜKETİM ÇILGINLIĞI, AÇ GÖZLÜLÜK!

Çünkü tüm dünya ülkeleri için bu sözüm; çözümün önündeki en önemli engel kapitalizm, tüketim, aç gözülük vesair...
Ne alaka mı?
Kapitalizmin temel özelliği kâr elde etme güdüsüdür. Kısa vadede insanlar için bu tatlı bir kâr olabilir ama kazandıklarını yiyecek, derin nefesler alabilecek bir dünya yoksa bu kâr değil, zararların en büyüğüdür.

Şöyle özetleyelim; hani şu çöplerin yolculuğu varya anlamamız gereken işte konu orada saklı. İçtiğimiz sudan, yediğimiz ekmeğe varana kadar herşeyin şişelenmiş, paketlenmiş olmasında saklı. Kafamızı nereye çevirsek, elimizi neye atsak, en küçüğünden en büyüğüne her şey paketlenmiş durumda. Yakında temiz havayı da paketli alma ihtimalimiz yok değil.

Latife bir yana; en basit gözlem için bir markete gidin ve raflar arasında dolaşın. O paketlenmiş ürünlerin içi ayrı üretim ve sanayi, dışındaki paket ayrı üretim ve sanayi. Bu fabrikaların, atmosfere saldığı kirliliği ve sıcaklığı bir düşünün. Bu cepte kalsın devam edelim. Bir de bu plastik hayatların doğaya karışıp bozduğu dengeye odaklanalım. Üretimindeki hava kirliliği başka dert, suya karışan kimyasalı ayrı dert.Bitmiyordu...

Öyle çöp değil basitçe geçiştirmeyelim...

Hayatlarımız çöp üretmekten çöp haline geliyordu. Yukarıdan izleyince karıncaların koşturmacasına benziyor koşturmacamız ama zararlı türünden. Her saniye, deli gibi bir yandan üretiyor, bir yandan taşıyor, bir yandan tüketiyor, bir yandan atıyoruz.
Anlatırken bile aklımda canlandıkça yoruldum.

Şimdi başka bir örnekle iklimin düzelmesinin önündeki en büyük engelin, neden kapitalizm olduğunu anlatmaya çalışayım;
Size pandemiyi hatırlatmak istiyorum. Hani şu uçakların uçmadığı, gemilerin seferler yapmadığı ya da çok azalttığı, yollarda arabaların fink atmadığı, fabrika bacalarının bir süre kapandığı günleri.

Havalar bir anda mevsim normallerine dönmeye başlamıştı. Uzun yıllardır öyle güzel yağmayan kar, bir metreyi bulmuştu. Mevsiminde, yani kışın yağan güzel kar demek, bereketli yaz demekti, su demekti.
Oysa şimdi neredeyse, şarıl şarıl su akan deremiz kalmadı. Tabii bir de, kendini doğadan akıllı zannedenlerimiz varya. Şu derelerin kurumasına neden olan projeler vesair...Neyse... Konu dağılmasın sadede döneyim. Tarıma çiftçiye gelene kadar önce tüketim alışkanlıkları, sanayi ve ulaşım araçlarına engeller gelmeli ki kendi oluşturacağımız dünya kıyametinden kurtulalım.
O birkaç haftalık kontak kapatma bile çok şeyi nasıl değiştirmişti hatırlayalım lütfen...
İklim Kanunları tasarısında, bizim ülkemizde dahil olmak üzere tüm dünya ülkeleri gerçekten samimi olarak çözüm istiyorlarsa ve yapabiliyorlarsa başlangıç olarak ayda bir hafta tüm sanayii alanlarında kontak kapattırsınlarda görelim neler oluyor doğa da!
Üstelik henüz termal santraller, nükleer santraller ve onların etrafa yaydığı ısıdan, tükettikleri sudan vs. söz etmedim daha. Ya da kentlerin gerek ısınma gerekse soğutma sistemleri ile atmosfere yaptıklarından da söz etmedim. Bu alanda da ayrıca bir çalışma yapılırsa değme doğanın keyfine. Bu arada, ne ironik ve ne traji komiktir ki sorsan herkes doğayı seviyor ve özlüyor. Ama aynı kişiler kentli olmayı havalı sayıyor. Bırakın tarımı çiftçiyi, bizim daha çok yeşillenmeye, ormanlarımızı çoğaltmaya ihtiyacımız var. Bol bol ağaca ihtiyacımız var. Oksijen için, yağmurlar için...

Bu konu tek bir köşe yazısına sığacak bir konu değil maalesef. Bu bakımdan sözün özüne gelecek olursak; sera gazı etkisini azaltmak, iklimleri normalleştirmek için sanayi faliyetlerine el atılması önceliklidir.
Giderek anlıyoruz ki tükettiğimiz paramız değil, geleceğimiz, hayatlarımızdır.
Parayı kazanma çabası içinde hayatlarımızı tükettiğimiz yetmiyormuş gibi harcarken tükettiğimiz gerçeği daha da can yakıcı değil mi?

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.