İmparatorluklar geçmişi sayesinde Anadolu ve Avrupa’yı tarihsel ve kültürel izleri ile yaşam boyu birbirine bağlayan Bursa, aynı zamanda İstanbul’un yaşama nedeni olurken Balıkesir başta olmak üzere Çanakkale, Yalova, Kütahya, Bilecik ve Eskişehir gibi şehirlerinde varlık sebebidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Hüdâvendigâr Eyaleti’nden bahisle Payitaht sonrası değeri bir kere daha ortaya çıkan Bursa, günümüzde yeni kurulmakta olan Türk İslam İmparatorluğu kavramının mihenk taşıdır. Kocaeli’nin örnek aldığı Bursa, aynı zamanda İstanbul’un minnet duyduğu şehirdir. Purusa olmaksızın Kostantiniye İstanbul olurken, Bursa; İstanbul’un her daim baş muhafızı olmuştur. İşte bu sebeple marjinal kavramlardan ve fütürist yaklaşımlardan bahsederken, hem öznemiz hem de ilham kaynağımız yine Bursa olacaktır…

Marjinal kavramlar öznesinde baktığımızda “Terörsüz Türkiye” mümkün görünürken, fütürist bir yaklaşım ile ele aldığımızda terörsüz olan bir Türkiye’nin yakın gelecekte orta büyüklükte savaşlar ile karşı karşıya kalmasının kaçınılmaz olduğunu görürüz. Her ne kadar birileri Küçük Asya’da, büyük bir Türkiye-İsrail savaşı öngörüyor olsalar bile aslında hedeflenen şey; Küçük Asya’nın imparatoru Türkiye’nin elinden Hazar Denizi ve çevresinin hâkimiyetini almaktır. Türkiye’nin Hazar coğrafyası ile bağını keserek bu bölgede güçlü bir Yahudi devleti kurmak isteyenlerin gayesi sadece Avrupa’yı ve Rusya’yı Yahudileştirmek değil aynı zamanda Asya ile Avrupa arasında Türkiye üzerinden değil, üstünden bir köprü kurarak Siyonizm’i devletler oluşumunda bütünleştirmektir.

“Devletin muhatabı devlettir” gerçekliği özelinde hâlihazırda yürütülen “Terörsüz Türkiye” çalışmalarının aslında süreçler ve gelişmeler ışığında birer vakit kaybı olduğunu elbette hepimiz görmekteyiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin muhatabı “Terörsüz Türkiye” görüşmelerinde ne terör örgütü, ne İmralı, ne de Kandil’dir! Türkiye; terörist oluşumların tamamının destekçisi olan Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, Çin ve Rusya ile onların gölgesi olan İmralı ve Kandil ile bunların Ankara uzantısı olan siyasi yapı üzerinden örtülü anlaşmalar ve görüşmeler içerisindedir. Geldiğimizde noktada marjinal sınırların aşıldığını net olarak görürken, Türkiye’de çok yakın bir zamanda askeri ve bürokratik bir darbe olacağını sokağın siyasete olan öfkeli söylemlerinden görmekteyiz.

Kürt ve Türk kavramlarının tarihsel bütünlüğü ve inanç ortaklıklarını baz aldığımızda çok yakın bir zamanda Türkiye’de yeni bir “Kürt Cumhurbaşkanı” olmayacağını ifade edemeyiz. Turgut Özal döneminin Türkiye’ye ve Anadolu ile Küçük Asya’ya kazandırdıklarını değerlendirdiğimizde görmekteyiz ki; ne Kürt ne de Türk birbiri ile sırt sırta omuz omuza gelmekten, aynı sofrada oturup aynı ekmeği paylaşmaktan hiçbir zaman öte kalmamıştırlar. Bu sebeple bugün Balkanlar öznesinde yanan hatta tutuşan “Türk İslam” ateşinin doğu ve güneydoğu sınırlarımızda yanan “Türk İslam ateşi” ile hiçbir farkı yoktur. Bugün hem İsrail’in kontrol ettiği sermaye gücünün hem de Vatikan’ın Türkiye ziyaretlerinin ana gayesini değerlendirdiğimizde görmekteyiz ki; İsrail, Siyonizm’in önündeki en büyük engel olarak Türkiye’yi görmektedir. Ve yine Vatikan; Hıristiyan âleminin yok oluşunu durdurabilecek en büyük gücünde Türkiye olduğunu kabul etmiştir. Günümüz Türkiye’sinin Fatih Sultan Mehmet’i Recep Tayyip Erdoğan olurken, tüm dünya merak içerisinde Yavuz Sultan Selim’in günümüzdeki karşılığını beklemektedir…

Hâsılı sözün özü şudur ki; dualar Bursa’da edilmiş, yemekler Bursa’da yenilmiş, kararlar Bursa’da alınmıştır. Gazamız mübarek, zaferlerimiz hayırlara vesile olsun inşallah…