Sene 1983, Siirt’in Eruh ilçesinde bir köy baskını yapıldı ve 33 vatandaşımız, çoluk çocuk denilmeden katledildi. Sonra, olayı yasadışı bir bölücü örgüt üstlendi.

O tarihten bugüne kadar silahlı terör örgütü, gerek kendilerini maşa gibi kullanan bazı Avrupa ülkelerinin kuklası olarak gerekse Türkiye’yi bölmek ve kendilerince yeni bir devlet kurabilme hayaliyle sürekli silahlı eylem yaptılar. Askeri, polisi, öğretmenleri, devlet memurlarını, vatandaşlarımızı katlettiler. Türkiye olarak terörle mücadele konusunda pek çok şehit verdik. Ekonomik olarak pek çok kayıplarımız oldu.

Yapılan mücadelelerde Askerimiz, polisimiz, güvenlik güçlerimiz başarılı oldular. Terör bazen yavaşladı. Bazen de azdı. Türkiye olarak bizlerde terörle mücadele ederken pek çok ekonomik kayıplarla geleceğe yönelik yatırımları ertelemek zorunda kaldık.

Kısaca terör ülkemizin baş belası olarak senelerdir kanımızı emdi durdu. Vicdanlarımız yaralı.

Bu olayların engellenmesi ve kalıcı barış ortamının sağlanması, insanların huzur içinde yaşaması, bölgenin kalkınması, Türkiye’nin ekonomik kayıplarının azaltılması, en azından askerimizin, polisimizin, bölge insanımızın, güvenlik görevlilerimizin şehit edilmesinin önüne geçilmesi amaçlı olarak Terörsüz Türkiye söylemi ile bir adım atıldı. Bu adımı da senelerce terör belasına karşı mücadele verenlerin destek oldukları Milliyetçi Hareket Partisi genel başkanı Devlet Bahçeli’nin başlatması, olaya daha büyük ciddiyet kazandırdı.

Terörsüz Türkiye söylemi, siyasi olarak destek gördü. Köstek olmaya çalışan siyasetçilerimizde var. Her ne olursa olsun, terör ve çatışma ortamı kimseye kazandırmıyor.

Bölücü örgütü kuran lider Abdullah Öcalan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nın çağırısı ile başlayan ve kendisinin de desteklediği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da Terörsüz Türkiye söylemine büyük destek verdi. "ömrünü tamamladığını" söylediği örgüte silah bırakması ve kendini feshetmesi çağrısı yaptı. Örgüt de bu çağrıdan iki gün sonra ateşkes ilan etti.

Öcalan'ın İmralı'dan kaleme aldığı yazılı açıklama, DEM Parti heyetinin üçüncü ziyaretinden sonra 27 Şubat'ta kamuoyuyla paylaşıldı.

Öcalan tarihi çağrısının başında, PKK'yı kurduğu ve örgütün "reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kaldığı" koşulları anlatarak başlıyor.

Ardından, PKK'nın 1990'larda "reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşünden, Türkiye'de kimlik inkarının çözülüşünden, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmelerden" söz ediyor.

Bunların "PKK'nın anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açtığını" tespitinde bulunuyor ve örgüt için şu ifadeleri kullanıyor:

"Dolayısıyla, ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır." Demokratik toplum ihtiyacının "kaçınılmaz" olduğunu vurgulayan çağrıda, Öcalan, Kürtler için "Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan, ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümlerin", "tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamadığını" savunuyor.

Bu, Öcalan'ın 2013 ve 2015'te paylaşılan Nevruz mektuplarındaki barış çağrılarında yer almayan bir saptama.

Öcalan'ın "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" metninde bu saptamaların ardından, "Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür" ifadeleri yer alıyor.

Bazı uzmanlar ise federasyon ve idari özerklik gibi önerilerin yer almadığı bir çağrıda bu tespitlerin "çelişkili" bir görüntü yarattığını savunuyor.

Metnin paylaşılması sonrası DEM Parti Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ayrıca Öcalan'ın, "Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir" notunu iletti.

Şimdi gelelim, olayların ve bu açıklamanın dünya kamuoyunda nasıl karşılandığına dair yapılan açıklamalara. Amerika, açıklamayı olumlu buldu. Ortadoğu da barış ve huzurun sağlanması adına olumlu bir gelişme olarak nitelendirdi. Terör örgütüne senelerdir destek veren ve onları ülkelerinde barındıran, maddi yardımlarda bulunan Almanya ve İngiltere’den de olumlu mesajlar geldi.

Suriye’deki PKK’nın kolu olan PYD, bu açıklama ve çağrının kendilerini kapsamadığını söylese de ağa babaları olan Amerika’nın kendilerine yeni bir görev vermesine kadar sanırım bekleme tarafında olduklarına dair bilgiler veriyorlar.

PKK, Kandil baronları ise silah bırakma çağrısına “ateşkes” kararıyla karşılık verdi.

Yapılan çağrı ve açıklamalara bakıldığında ise ülkemizin 1983 yılından bugüne kadar 42 yılını kanlı ve terör olaylarının yaşanması olarak geçirilmesine yönelik engelleme çalışmalarının olumlu bir başlangıçta olduğunu görebiliyoruz. Ama, işin birde, “hiçbir suç sezasız kalmamalı” düşüncesi ve uluslar arası hukuk kuralları var. Silahlı eylem yapmayacağını söyleyen örgütün militanları, yönetici kadroları, geçmişte yaptıkları eylemlerden kendilerince sıyrılıp kurtulmamalı. Teröre verdiğimiz şehitlerimiz var. Gazilerimiz var. Ülkenin çektiği sıkıntılar var. Ekonomik yaralarımız var.

Bütün bunlar bir anda yok sayılıp, insanların terörle anlaşma yapıldı düşüncesine kapılmadan, suç ve cezanın sağlandığı, terörle müzakare değil, mücadele edilip zafere ulaşıldığı bir anlaşma bekliyoruz.

Bu silahların bırakılması çağrısı ilk değil çünkü. Terör örgütü lideri, 1999 yılında yakalanıp cezaevine konulduğu zaman yine bir tarihi çağrı yapmış, örgütü “silahları bırakın” talimatı vermişti. Bu talimat ise örgüt tarafından yok sayılmıştı.

Bugünkü şartlar ise yaşanılan olaylar ve yapılan açıklamalara bakıldığında Terörsüz Türkiye yolunda olumlu adımların atıldığını işaret ediyor.