Dünyanın pek çok ülkesinde toplumsal olaylar, olaylara müdahale, insanların sosyal ve statü farklıları ile adaletin tecelli etmesine yönelik eleştiriler ve tartışmalar sürüyor.
Hukukun üstünlüğü ve adalet ilkesi, insanların toplu yaşamaya başladığı ilk günlerinden bu güne kadar insanların ve toplumun huzur ve güvenliği için vazgeçilmez tercihler arasında yer alıyor. Her toplumun kendisine göre bir adalet var. Birde, dini inançlara göre adalet anlayışı var.
Dünyanın ilk anayasası olarak kabul edilen Hamurabi Kanunları bile günümüze uyarlandığında, yaşanılan olaylara yönelik çözüm odaklı olabilecek düzenlemeler olduğu dikkat çekmektedir.
Hammurabi Kanunları, bilindiği kadarıyla tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı yasalarıdır. MÖ 1760 yılı civarında Mezopotamya'nın Babil ülkesinde ortaya çıkan kanunlar, Kral Hammurabi'nin çeşitli meselelerde verdiği kararları içerir. Hammurabi, kendisine bu yasaları yazdıranın Tanrı Şamaş olduğunu bildirir. Yani anlayacağınız bu yasalar aynı halde Tanrı kelamlarıdır.
Şimdi yeri ve zamanı gelmişken, Hamurabi kanunlarını bir hatırlayalım. Bilmeyenler içinde öğrenmelerini sağlayalım. Bu kanunlar yeni değil, Milattan önce 1760 yılını işaret ediyor. Sizlerde vakit ve zaman ayırıp okursanız, o tarihlerdeki insanların yaşantısı ve toplumsal hayat düzenlemesiyle bugünün yaşantısı arasında bağlantıları kolayca fark edebilirsiniz.
1. Bir yargıç hatalı karar verir ve bu ortaya çıkarsa davada kendisi tarafından belirlenen cezanın 12 katını öder ve bir daha yargıçlık yapamaz. (Madde 5)
2. Bir kimse tanık ya da yazılı anlaşma yokken başka birinden canlı, cansız herhangi bir şey kiralar ya da satın alırsa hırsız addolunur ve ölümle cezalandırılır. (Madde 7)
3. Bir kimse bir eve delik açarsa o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür. (Madde 21)
4. Bir ev soyulur ve soyguncu yakalanmaz ve soyulan kişi zararını yemin ederek söylerse soygunun gerçekleştiği mekanın sahibi olan kişi ya da topluluk çalınan malları tazmin eder. (Madde 23)
5. Bir evde yangın çıkar ve yangını söndürmeye gelen bir kimse ev sahibinin malını alırsa kendisi de aynı ateşe atılır. (Madde 25)
6. Bir kimse işlemek üzere bir tarlayı teslim alır ve o tarladan hiçbir mahsul elde edemezse bu onun tarlada çalışmadığını ispatlar ve bu yüzden o komşusunun yetiştirdiği kadar tahılı tarla sahibine vermelidir. (Madde 42)
7. Bir kimse borçlanmışsa ve fırtınadan, hasadın başarısızlığından ya da susuzluktan tahıllar büyümemişse o yıl alacaklısına tahıl vermesi gerekmez. Borç tabletini suda yıkar ve o yıl için hiçbir kira ödemez. (Madde 48)
8. Bir kadın meyhaneci içilen içkinin bedeli olarak brüt ağırlığına göre mısır kabul etmez ve para alırsa içki için aldığı para mısırın değerinden daha az ise tutuklanır ve suya atılır. (Madde 108)
9. Herhangi. bir kişi borcunu ödeyemezse ve kendisini, karısını ya da çocuklarını para için satar veya çalıştırılmalarına izin verirse onları satan alan adamın evinde 3 yıl çalışırlar ve sonra özgür bırakılırlar. (Madde 117)
10. Mallarını kaybetmemiş biri kaybettiğini belirtiyor ve Tanrı huzurunda mallarını kaybettiğini miktarı ile birlikte iddia ediyorsa kaybettiğini iddia ettiği bütün malları tazmin edilir. (Madde 126)
11. Bir adamın bir kadını eş olarak alır; ancak, aralarında herhangi bir ilişki söz konusu olmazsa bu kadın o adamın karısı olmaz. (Madde 128)
12. Bir adamın karısının başka bir adam ile dedikodusu çıkarsa; ancak kadın diğer adamla uyurken yakalanmazsa dahi kadın kocası için nehre atılır. (Madde 132)
13. Bir kadın başka bir adamın hesabına her ikisinin de eşlerini öldürürse suça katılan her iki kişi de kazığa oturtulur. (Madde 153)
14. Özgür bir kadın bir köle ile evlenir ve çiftin çocukları olursa bu çocuklar hiçbir şekilde köleleştirilemezler. (Madde 175)
15. Bir zanaatkar bir çocuğu besleyip büyütmek için yanına alırsa ve ona mesleğini öğretirse o çocuk geri alınamaz. (Madde 188)
16. Bir metresin ya da fahişenin oğlu babasının evini özler de babalığını ve analığını terk edip babasının evine giderse gözleri çıkarılır. (Madde 193)
17. Bir oğul babasına vurursa onun elleri balta ile kesilir. (Madde 195)
18. Bir adam doğuştan özgür ve hamile bir kadına saldırırsa ve kadın ölürse katilin kızı öldürülür. (Madde 210)
19. Bir doktor hastada derin bir yarık açarsa ve hastayı öldürürse ya da bıçak ile bir tümörü açar, gözü keserse doktorun eli kesilir. (Madde 218)
20. Bir berber efendisinin bilgisi olmaksızın satılmayan bir kölenin üzerindeki kölelik işaretini silerse bu berberin elleri kesilir. (Madde 226)
21. Bir inşaatçı herhangi bir kişi için bir bina inşa eder, bu bina uygunsuz olarak yapılıp çöker ve ev sahibi ölürse inşaatı yapan da öldürülür. (Madde 229)
22. Bir köle efendisine "Sen benim efendim değilsin." derse ve köle mahkemede suçlu bulunursa efendisi onun kulağını keser. (Madde 282)
Bu yazılanların günümüzde de aynen değerlerini koruduğuna dair ben altına imzamı atıyorum. Birde, başka bir hatırlatma yapılmasında fayda var.
Yazımın başlığı suç ve ceza. Bu başlık benim yazdığım kelimelerimden oluşmuyor. Günümüzden tam tamına 200 yıl önce hayata gelip yaşamış, Rus Yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ‘nin tespitleri.
200 yıl önce yaşamış bir yazarın kitabı. Dünya klasikleri arasına girmiş, bugün dahi okuyanlara ders veriyor. Suç ve Ceza ne anlatıyor kısaca?
Suç ve Ceza, yazarın Fyodor Mihayloviç Dostoyevski "olgunluk" döneminin ilk büyük romanı olarak kabul edilir. Roman, parası için bir tefeci kadını öldürmeyi tasarlayan, Saint Petersburg'da yaşayan fakir bir öğrenci olan Rodion Romanoviç Raskolnikov'un manevi ıstırabı, pişmanlığı ve ahlaki ikilemlerine odaklanır.
Suç ve Ceza romanı toplam 688 sayfa olan bir romandır. Suç ve Ceza kitabının ana karakteri olan Raskolnikov adındaki genç adamın işlediği cinayetleri konu edinen bir kitaptır. Kitabın ana fikri ise insan ne durumda olursa olsun haksızlığa ve diğer olumsuzluklara karşı dimdik ayakta durmalıdır. Suç ve Ceza kitabının konusu iki kadını öldüren yoksul bir hukuk öğrencisi olan Rodya Romanoviç Raskolnikov'un bu cinayetlerden suçluluk duyması ve suçunu itiraf etmesi ile ilgilidir.
Roman’da olsa yaşanılan bu olaylara emsal olabilecek ve ülkemizde dahil dünyanın pek çok bölgesinde yaşanılan olaylar mevcut.
Gelelim bugünümüze. Yaklaşık 15 gündür Diyarbakır’da 8 yaşındaki bir kız çocuğunun olayları ile yatıp kalkıyoruz. Bu olaylara yönelik toplumsal tepkilere önceki gün İstanbul’da ömrünün başında, yeni evlenmiş, vatanını ve milleti sevdiği içinde polislik mesleğini seçmiş olan 27 yaşındaki genç bir polisimiz, Şeyda Yılmaz görevi başında, hırsızı yakalamak isterken çıkan çatışmada şehit oldu.
19 yaşındaki 29 suç kaydı bulunan saldırganla ilgili medyada yer alan bir detay ise büyük ses getirdi. Olaydan kısa süre sonra yakalanıp gözaltına alınan Yunus Emre Geçti'nin bir cinsel taciz, 2 çocuğa cinsel istismar, 2 mala zarar verme, bir hırsızlık, bir gasp, 2 yağma, 2 kasten yaralama, 8 ayrı uyuşturucu kullanma ve bir uyuşturucu ticaretinden 26 suç kaydının bulunduğu ve hepsinden adli kontrol kararı alıp hiç cezaevine girmediği iddiaları konuşuluyor.
Tabi, sadece bu iddialar değil, ülkemizde adalet olgusu, adli uygulamalar, kanunlar, siyasetin adliyeye ve yargıya müdahalesine kadar pek çok konu sosyal medya ortamlarında yeniden masaya yatırıldı. Her türlü fikir, akla gelenler artık su gibi yazılıp, akıp gidiyor.
Toplumsal tepki hat safhaya yükseltilmiş. Öfke nöbetleri gibi eylemler mevcut.
Kanunların yetersizliğinden tutunda, yanlış uygulama iddialarına kadar her türlü veryansın yapılıyor. Güvenlik kuvvetleri, adli görevliler zan altında bırakabilecek söylemler, yazılanlar var. Bunların bazılarının doğru olduğuna inanmak mümkün. Fakat, kamu görevlileri, görev yaparken, kanunlara uymak ve kanunları uygulamak zorundalar. Biz, böyle toplumsal olaylarda tepki gösterirken, bazen de kantarın topuzunu fazla kaçırmamak için dikkatli olmamız gerekir.
Kanunların yetersizliği, suç ve cezanın hafifletilmesi, uygulanmasında sıkıntılar belki eleştiri konusu olabilir. Olmalıdır da. Hiç kimse, kimsenin canına, malına, parasına puluna gözünü dikemez. Kimse kimsenin tırnağını bile incitemez. Bunun içinde kanunlarımızda varsa eksiklikler bunların tamamlanması ve adaletin tecelli etmesinin sağlanması siyasetin görevi ve sorumluluğundadır.
Toplumsal beklenti haline gelen adalet uygulamalarına şöyle bir bakalım. Halkımız ne istiyor? Suç ve cezanın adil, adaletli, toplumsal huzur ve barışın timsali olduğu düzenlemeleri bekliyoruz. Özellikle de bu tür caniler için idam cezası geri gelmeli. Cinayet işleyen bir kişi 5 veya bilemedik 7 sene sonra serbest kalmamalı. Bu tür sabıka kayıtları silinmemeli. Katiller ve toplum düşmanları toplumun her kesiminde bilinmeli.
Görünen o ki, ülkemizdeki adalet algısı ve beklentisi, bu tür olayların önü kesilip, suç ve cezada adil davranıldığı algısı yaygınlaşıncaya kadar devam edecek.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Muharrem KARABULUT
Suç ve ceza
Dünyanın pek çok ülkesinde toplumsal olaylar, olaylara müdahale, insanların sosyal ve statü farklıları ile adaletin tecelli etmesine yönelik eleştiriler ve tartışmalar sürüyor.
Hukukun üstünlüğü ve adalet ilkesi, insanların toplu yaşamaya başladığı ilk günlerinden bu güne kadar insanların ve toplumun huzur ve güvenliği için vazgeçilmez tercihler arasında yer alıyor. Her toplumun kendisine göre bir adalet var. Birde, dini inançlara göre adalet anlayışı var.
Dünyanın ilk anayasası olarak kabul edilen Hamurabi Kanunları bile günümüze uyarlandığında, yaşanılan olaylara yönelik çözüm odaklı olabilecek düzenlemeler olduğu dikkat çekmektedir.
Hammurabi Kanunları, bilindiği kadarıyla tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı yasalarıdır. MÖ 1760 yılı civarında Mezopotamya'nın Babil ülkesinde ortaya çıkan kanunlar, Kral Hammurabi'nin çeşitli meselelerde verdiği kararları içerir. Hammurabi, kendisine bu yasaları yazdıranın Tanrı Şamaş olduğunu bildirir. Yani anlayacağınız bu yasalar aynı halde Tanrı kelamlarıdır.
Şimdi yeri ve zamanı gelmişken, Hamurabi kanunlarını bir hatırlayalım. Bilmeyenler içinde öğrenmelerini sağlayalım. Bu kanunlar yeni değil, Milattan önce 1760 yılını işaret ediyor. Sizlerde vakit ve zaman ayırıp okursanız, o tarihlerdeki insanların yaşantısı ve toplumsal hayat düzenlemesiyle bugünün yaşantısı arasında bağlantıları kolayca fark edebilirsiniz.
1. Bir yargıç hatalı karar verir ve bu ortaya çıkarsa davada kendisi tarafından belirlenen cezanın 12 katını öder ve bir daha yargıçlık yapamaz. (Madde 5)
2. Bir kimse tanık ya da yazılı anlaşma yokken başka birinden canlı, cansız herhangi bir şey kiralar ya da satın alırsa hırsız addolunur ve ölümle cezalandırılır. (Madde 7)
3. Bir kimse bir eve delik açarsa o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür. (Madde 21)
4. Bir ev soyulur ve soyguncu yakalanmaz ve soyulan kişi zararını yemin ederek söylerse soygunun gerçekleştiği mekanın sahibi olan kişi ya da topluluk çalınan malları tazmin eder. (Madde 23)
5. Bir evde yangın çıkar ve yangını söndürmeye gelen bir kimse ev sahibinin malını alırsa kendisi de aynı ateşe atılır. (Madde 25)
6. Bir kimse işlemek üzere bir tarlayı teslim alır ve o tarladan hiçbir mahsul elde edemezse bu onun tarlada çalışmadığını ispatlar ve bu yüzden o komşusunun yetiştirdiği kadar tahılı tarla sahibine vermelidir. (Madde 42)
7. Bir kimse borçlanmışsa ve fırtınadan, hasadın başarısızlığından ya da susuzluktan tahıllar büyümemişse o yıl alacaklısına tahıl vermesi gerekmez. Borç tabletini suda yıkar ve o yıl için hiçbir kira ödemez. (Madde 48)
8. Bir kadın meyhaneci içilen içkinin bedeli olarak brüt ağırlığına göre mısır kabul etmez ve para alırsa içki için aldığı para mısırın değerinden daha az ise tutuklanır ve suya atılır. (Madde 108)
9. Herhangi. bir kişi borcunu ödeyemezse ve kendisini, karısını ya da çocuklarını para için satar veya çalıştırılmalarına izin verirse onları satan alan adamın evinde 3 yıl çalışırlar ve sonra özgür bırakılırlar. (Madde 117)
10. Mallarını kaybetmemiş biri kaybettiğini belirtiyor ve Tanrı huzurunda mallarını kaybettiğini miktarı ile birlikte iddia ediyorsa kaybettiğini iddia ettiği bütün malları tazmin edilir. (Madde 126)
11. Bir adamın bir kadını eş olarak alır; ancak, aralarında herhangi bir ilişki söz konusu olmazsa bu kadın o adamın karısı olmaz. (Madde 128)
12. Bir adamın karısının başka bir adam ile dedikodusu çıkarsa; ancak kadın diğer adamla uyurken yakalanmazsa dahi kadın kocası için nehre atılır. (Madde 132)
13. Bir kadın başka bir adamın hesabına her ikisinin de eşlerini öldürürse suça katılan her iki kişi de kazığa oturtulur. (Madde 153)
14. Özgür bir kadın bir köle ile evlenir ve çiftin çocukları olursa bu çocuklar hiçbir şekilde köleleştirilemezler. (Madde 175)
15. Bir zanaatkar bir çocuğu besleyip büyütmek için yanına alırsa ve ona mesleğini öğretirse o çocuk geri alınamaz. (Madde 188)
16. Bir metresin ya da fahişenin oğlu babasının evini özler de babalığını ve analığını terk edip babasının evine giderse gözleri çıkarılır. (Madde 193)
17. Bir oğul babasına vurursa onun elleri balta ile kesilir. (Madde 195)
18. Bir adam doğuştan özgür ve hamile bir kadına saldırırsa ve kadın ölürse katilin kızı öldürülür. (Madde 210)
19. Bir doktor hastada derin bir yarık açarsa ve hastayı öldürürse ya da bıçak ile bir tümörü açar, gözü keserse doktorun eli kesilir. (Madde 218)
20. Bir berber efendisinin bilgisi olmaksızın satılmayan bir kölenin üzerindeki kölelik işaretini silerse bu berberin elleri kesilir. (Madde 226)
21. Bir inşaatçı herhangi bir kişi için bir bina inşa eder, bu bina uygunsuz olarak yapılıp çöker ve ev sahibi ölürse inşaatı yapan da öldürülür. (Madde 229)
22. Bir köle efendisine "Sen benim efendim değilsin." derse ve köle mahkemede suçlu bulunursa efendisi onun kulağını keser. (Madde 282)
Bu yazılanların günümüzde de aynen değerlerini koruduğuna dair ben altına imzamı atıyorum. Birde, başka bir hatırlatma yapılmasında fayda var.
Yazımın başlığı suç ve ceza. Bu başlık benim yazdığım kelimelerimden oluşmuyor. Günümüzden tam tamına 200 yıl önce hayata gelip yaşamış, Rus Yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ‘nin tespitleri.
200 yıl önce yaşamış bir yazarın kitabı. Dünya klasikleri arasına girmiş, bugün dahi okuyanlara ders veriyor. Suç ve Ceza ne anlatıyor kısaca?
Suç ve Ceza, yazarın Fyodor Mihayloviç Dostoyevski "olgunluk" döneminin ilk büyük romanı olarak kabul edilir. Roman, parası için bir tefeci kadını öldürmeyi tasarlayan, Saint Petersburg'da yaşayan fakir bir öğrenci olan Rodion Romanoviç Raskolnikov'un manevi ıstırabı, pişmanlığı ve ahlaki ikilemlerine odaklanır.
Suç ve Ceza romanı toplam 688 sayfa olan bir romandır. Suç ve Ceza kitabının ana karakteri olan Raskolnikov adındaki genç adamın işlediği cinayetleri konu edinen bir kitaptır. Kitabın ana fikri ise insan ne durumda olursa olsun haksızlığa ve diğer olumsuzluklara karşı dimdik ayakta durmalıdır. Suç ve Ceza kitabının konusu iki kadını öldüren yoksul bir hukuk öğrencisi olan Rodya Romanoviç Raskolnikov'un bu cinayetlerden suçluluk duyması ve suçunu itiraf etmesi ile ilgilidir.
Roman’da olsa yaşanılan bu olaylara emsal olabilecek ve ülkemizde dahil dünyanın pek çok bölgesinde yaşanılan olaylar mevcut.
Gelelim bugünümüze. Yaklaşık 15 gündür Diyarbakır’da 8 yaşındaki bir kız çocuğunun olayları ile yatıp kalkıyoruz. Bu olaylara yönelik toplumsal tepkilere önceki gün İstanbul’da ömrünün başında, yeni evlenmiş, vatanını ve milleti sevdiği içinde polislik mesleğini seçmiş olan 27 yaşındaki genç bir polisimiz, Şeyda Yılmaz görevi başında, hırsızı yakalamak isterken çıkan çatışmada şehit oldu.
19 yaşındaki 29 suç kaydı bulunan saldırganla ilgili medyada yer alan bir detay ise büyük ses getirdi. Olaydan kısa süre sonra yakalanıp gözaltına alınan Yunus Emre Geçti'nin bir cinsel taciz, 2 çocuğa cinsel istismar, 2 mala zarar verme, bir hırsızlık, bir gasp, 2 yağma, 2 kasten yaralama, 8 ayrı uyuşturucu kullanma ve bir uyuşturucu ticaretinden 26 suç kaydının bulunduğu ve hepsinden adli kontrol kararı alıp hiç cezaevine girmediği iddiaları konuşuluyor.
Tabi, sadece bu iddialar değil, ülkemizde adalet olgusu, adli uygulamalar, kanunlar, siyasetin adliyeye ve yargıya müdahalesine kadar pek çok konu sosyal medya ortamlarında yeniden masaya yatırıldı. Her türlü fikir, akla gelenler artık su gibi yazılıp, akıp gidiyor.
Toplumsal tepki hat safhaya yükseltilmiş. Öfke nöbetleri gibi eylemler mevcut.
Kanunların yetersizliğinden tutunda, yanlış uygulama iddialarına kadar her türlü veryansın yapılıyor. Güvenlik kuvvetleri, adli görevliler zan altında bırakabilecek söylemler, yazılanlar var. Bunların bazılarının doğru olduğuna inanmak mümkün. Fakat, kamu görevlileri, görev yaparken, kanunlara uymak ve kanunları uygulamak zorundalar. Biz, böyle toplumsal olaylarda tepki gösterirken, bazen de kantarın topuzunu fazla kaçırmamak için dikkatli olmamız gerekir.
Kanunların yetersizliği, suç ve cezanın hafifletilmesi, uygulanmasında sıkıntılar belki eleştiri konusu olabilir. Olmalıdır da. Hiç kimse, kimsenin canına, malına, parasına puluna gözünü dikemez. Kimse kimsenin tırnağını bile incitemez. Bunun içinde kanunlarımızda varsa eksiklikler bunların tamamlanması ve adaletin tecelli etmesinin sağlanması siyasetin görevi ve sorumluluğundadır.
Toplumsal beklenti haline gelen adalet uygulamalarına şöyle bir bakalım. Halkımız ne istiyor? Suç ve cezanın adil, adaletli, toplumsal huzur ve barışın timsali olduğu düzenlemeleri bekliyoruz. Özellikle de bu tür caniler için idam cezası geri gelmeli. Cinayet işleyen bir kişi 5 veya bilemedik 7 sene sonra serbest kalmamalı. Bu tür sabıka kayıtları silinmemeli. Katiller ve toplum düşmanları toplumun her kesiminde bilinmeli.
Görünen o ki, ülkemizdeki adalet algısı ve beklentisi, bu tür olayların önü kesilip, suç ve cezada adil davranıldığı algısı yaygınlaşıncaya kadar devam edecek.