Bir ülkenin bağımsız olabilmesi için mevcut olması gerekli unsurlar, vatanı olması, toprağı olması, bayrağı olması, aynı dili konuşuyor olması değişmez ana kurallardır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu 29 Ekim 1923 yılından bu yana dünya devletleri arasında önemli bir yer tutmasının yanı sıra Türk dünyasının ve başka ülkelerin bayrağı altında yaşamak zorunda kalan esir Türklerin umudu ve güveni olmuştur. Olmaya devam etmektedir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı'nın açılış günü olan 26 Eylül'ü her yıl “Türk Dil Bayramı” olarak kutluyoruz.
''Türk Dili Tetkik Cemiyeti'' adıyla 12 Temmuz 1932'de kurulan ve daha sonra "Türk Dil Kurumu" ismini alan cemiyet, ''Birinci Türk Dil Kurultayı''nı 26 Eylül-6 Ekim 1932 tarihleri arasında yaptı. Böylece, Türk kültür hayatında mühim yeri olan iki büyük kuruluştan birisi olarak çalışmalarına başlamış ve ilk ürünlerini almış olmaktadır. Cemiyet, dil inkılâbından sonra adını Türk Tarih Kurumu olarak değiştirmiştir.
Yaşamı boyunca Türk diline önem veren Atatürk, daha Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmadan görüşlerini çeşitli zeminlerde dile getiriyordu.
Atatürk, 2 Eylül 1930'da Prof. Sadri Maksudi (Arsal) Bey'in ''Türk Dili İçin'' adlı kitabının iç kapağına, ''Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.'' ifadelerini yazmıştı.
2 Temmuz 1932'de başlayan ve 11 Temmuz'da sona eren "Birinci Türk Tarih Kongresi"nin ertesi günü, Çankaya'da dil bilimcilerin de katıldığı toplantı sonunda Atatürk, ''Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun." talimatı verdi.
Cemiyet, aynı gün 12 Temmuz 1932'de kuruldu. Cemiyetin kurucuları arasında hepsi milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları, Samih Rifat (Başkan), Ruşen Eşref (Ünaydın), Celal Sahir (Erozan) ve Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) beyler yer aldı. Amaçlarını, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek." olarak ilan eden Cemiyet, 26 Eylül - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda Birinci Türk Dili Kurultayı'nı topladı.
Türk Dilinin dünya dili olarak konuşmasına başlandığı günden bu yana yazılı tarihe göre, Kahramanoğlu Mehmet Bey’in fermanı ile Türkçe’nin devlet dili olarak kullanılacağının açıklanması üzerinden 746 yıl geldi geçti. Ülkemizde ise 1932 yılı baz alındığında 92 yıl oldu.
O tarihten bugüne kadar Türkçe konuşma, Türk dili ve Türk dilinin dünya dili olması yolundaki çalışmalar sürekli tartışılıyor.
Bugün gelinen noktada, İngilizce Dünya dili olarak kullanılıyor. Çünkü, Dünya ticaretine bu ülkenin hakim olması, diğer ülkelerinde bu dili kullanmasını zorunlu kılmış. Okullarımızda ise yabancı dil dersleri genelde İngilizce oluyor.
Bugünün ise en önemli gelişmesi, sosyal medya çağında olmamız ve sosyal medyada ülke sınırlarının değil, insanların fikirlerinin, yaptıklarının, yaşadıklarının ön plana çıkarılması.
Ülkemizde ise özenti veya kendisini eğitimli yada çok bilen kişi olarak göstermek isteyenlerin kullandığı Türkçeyle karıştırılan Gavurca diller mevcut.
Gençlerin kendilerine yeni bir dil yaptığını ve bunu doğal karşıladığını dile getiren görüşler var, gençlerin isyancı olduğunu, verili olana kolayca boyun eğmediklerini tartışması var.
Bunun önüne geçilmesi ve acil önlemlerin alınması lazım. Gençlere Türkçenin hor görülecek bir dil değil dünyanın en eski sağlam ve geliştirilmeye elverişli diller arasında yer aldığı bilinci aşılanması durumunda onların da diline hoyrat davranması, onu yaralayacak, hırpalayacak icatlardan uzak durmasının sağlanabilmesi mümkün. Yani, kısaca eğitim şart!
Bu bilinci kazanan gencin düşünceleri artık Türkçeyi bozmak bir yana, anlam inceliklerine karşılıklar bularak Türkçeyi zenginleştirir bile. Toplum olarak dilimize karşı takındığımız genel tavır ise umursamazlık. Bu umursamazlığı toplumun her kesiminde ve yaşamın her alanında görüyoruz. Yabancılaşmanın şiddetli rüzgarıyla doğudan batıya, batıdan doğuya sürüklenip durduğumuz sürece gidişi Türkçe rayına oturtamayacağımız da açıkça belli. Bence bugün dil devrimini sürdürmenin yolu, Türkçenin Türkçe olarak kalmasını sağlamaktan geçer.
Gençlerimiz yabancı veya başka ülkelerin dillerine, yaşantısını değil, öz ve öz kendi Türk diline ve Türk yaşantısına özen duymalı.
Her yıl olduğu gibi senede Dil Bayramı nedeniyle Bursa’nın düşünen insanı Cemil Aydın bazı bilgileri bizlerle paylaştı. En önemlisi, yabancı dillerdeki tabela kirliliği meselesi. Bu konuda yerden göğe kadar haklı.
Mahalli seçimler sonrasında, Bursa’nın Suriye Mahallesi olarak kabul edilen Çarşambapazarı ve çevresindeki işyerlerindeki tabela sadeleşmesine gidileceği müjdesi verildi. Birkaç tanesi göstermelik olarak söküldü. Şimdi gidip bakalım, eski hamam eski tas olduğu gibi yabancı tabelalar yerli yerinde eskiden olduğu gibi duruyor.
Bir ülkenin veya bir neslin yok olması için yapılması gereken en önemli etken davranış, dilin yozlaşması, değiştirilmesi. İnsanlar arasındaki iletişimin zayıflatılması. Böylece, işgal başlıyor. Beyin yıkama başlıyor.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Muharrem KARABULUT
Dil Bayramı ve Türkiye
Bir ülkenin bağımsız olabilmesi için mevcut olması gerekli unsurlar, vatanı olması, toprağı olması, bayrağı olması, aynı dili konuşuyor olması değişmez ana kurallardır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu 29 Ekim 1923 yılından bu yana dünya devletleri arasında önemli bir yer tutmasının yanı sıra Türk dünyasının ve başka ülkelerin bayrağı altında yaşamak zorunda kalan esir Türklerin umudu ve güveni olmuştur. Olmaya devam etmektedir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı'nın açılış günü olan 26 Eylül'ü her yıl “Türk Dil Bayramı” olarak kutluyoruz.
''Türk Dili Tetkik Cemiyeti'' adıyla 12 Temmuz 1932'de kurulan ve daha sonra "Türk Dil Kurumu" ismini alan cemiyet, ''Birinci Türk Dil Kurultayı''nı 26 Eylül-6 Ekim 1932 tarihleri arasında yaptı. Böylece, Türk kültür hayatında mühim yeri olan iki büyük kuruluştan birisi olarak çalışmalarına başlamış ve ilk ürünlerini almış olmaktadır. Cemiyet, dil inkılâbından sonra adını Türk Tarih Kurumu olarak değiştirmiştir.
Yaşamı boyunca Türk diline önem veren Atatürk, daha Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmadan görüşlerini çeşitli zeminlerde dile getiriyordu.
Atatürk, 2 Eylül 1930'da Prof. Sadri Maksudi (Arsal) Bey'in ''Türk Dili İçin'' adlı kitabının iç kapağına, ''Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.'' ifadelerini yazmıştı.
2 Temmuz 1932'de başlayan ve 11 Temmuz'da sona eren "Birinci Türk Tarih Kongresi"nin ertesi günü, Çankaya'da dil bilimcilerin de katıldığı toplantı sonunda Atatürk, ''Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun." talimatı verdi.
Cemiyet, aynı gün 12 Temmuz 1932'de kuruldu. Cemiyetin kurucuları arasında hepsi milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları, Samih Rifat (Başkan), Ruşen Eşref (Ünaydın), Celal Sahir (Erozan) ve Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) beyler yer aldı. Amaçlarını, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek." olarak ilan eden Cemiyet, 26 Eylül - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda Birinci Türk Dili Kurultayı'nı topladı.
Türk Dilinin dünya dili olarak konuşmasına başlandığı günden bu yana yazılı tarihe göre, Kahramanoğlu Mehmet Bey’in fermanı ile Türkçe’nin devlet dili olarak kullanılacağının açıklanması üzerinden 746 yıl geldi geçti. Ülkemizde ise 1932 yılı baz alındığında 92 yıl oldu.
O tarihten bugüne kadar Türkçe konuşma, Türk dili ve Türk dilinin dünya dili olması yolundaki çalışmalar sürekli tartışılıyor.
Bugün gelinen noktada, İngilizce Dünya dili olarak kullanılıyor. Çünkü, Dünya ticaretine bu ülkenin hakim olması, diğer ülkelerinde bu dili kullanmasını zorunlu kılmış. Okullarımızda ise yabancı dil dersleri genelde İngilizce oluyor.
Bugünün ise en önemli gelişmesi, sosyal medya çağında olmamız ve sosyal medyada ülke sınırlarının değil, insanların fikirlerinin, yaptıklarının, yaşadıklarının ön plana çıkarılması.
Ülkemizde ise özenti veya kendisini eğitimli yada çok bilen kişi olarak göstermek isteyenlerin kullandığı Türkçeyle karıştırılan Gavurca diller mevcut.
Gençlerin kendilerine yeni bir dil yaptığını ve bunu doğal karşıladığını dile getiren görüşler var, gençlerin isyancı olduğunu, verili olana kolayca boyun eğmediklerini tartışması var.
Bunun önüne geçilmesi ve acil önlemlerin alınması lazım. Gençlere Türkçenin hor görülecek bir dil değil dünyanın en eski sağlam ve geliştirilmeye elverişli diller arasında yer aldığı bilinci aşılanması durumunda onların da diline hoyrat davranması, onu yaralayacak, hırpalayacak icatlardan uzak durmasının sağlanabilmesi mümkün. Yani, kısaca eğitim şart!
Bu bilinci kazanan gencin düşünceleri artık Türkçeyi bozmak bir yana, anlam inceliklerine karşılıklar bularak Türkçeyi zenginleştirir bile. Toplum olarak dilimize karşı takındığımız genel tavır ise umursamazlık. Bu umursamazlığı toplumun her kesiminde ve yaşamın her alanında görüyoruz. Yabancılaşmanın şiddetli rüzgarıyla doğudan batıya, batıdan doğuya sürüklenip durduğumuz sürece gidişi Türkçe rayına oturtamayacağımız da açıkça belli. Bence bugün dil devrimini sürdürmenin yolu, Türkçenin Türkçe olarak kalmasını sağlamaktan geçer.
Gençlerimiz yabancı veya başka ülkelerin dillerine, yaşantısını değil, öz ve öz kendi Türk diline ve Türk yaşantısına özen duymalı.
Her yıl olduğu gibi senede Dil Bayramı nedeniyle Bursa’nın düşünen insanı Cemil Aydın bazı bilgileri bizlerle paylaştı. En önemlisi, yabancı dillerdeki tabela kirliliği meselesi. Bu konuda yerden göğe kadar haklı.
Mahalli seçimler sonrasında, Bursa’nın Suriye Mahallesi olarak kabul edilen Çarşambapazarı ve çevresindeki işyerlerindeki tabela sadeleşmesine gidileceği müjdesi verildi. Birkaç tanesi göstermelik olarak söküldü. Şimdi gidip bakalım, eski hamam eski tas olduğu gibi yabancı tabelalar yerli yerinde eskiden olduğu gibi duruyor.
Bir ülkenin veya bir neslin yok olması için yapılması gereken en önemli etken davranış, dilin yozlaşması, değiştirilmesi. İnsanlar arasındaki iletişimin zayıflatılması. Böylece, işgal başlıyor. Beyin yıkama başlıyor.