Kraliçe Victoria, Sultan Abdülmecit’e İstanbul’da bir Anglikan Kilisesi yaptırmak istediğini iletti.
Abdülmecit kabul etti.
İngilizlere Tünel ile Tophane arasında yer verdiler.
Kilisenin Projesini İngiliz mimar G.S.Street çizdi.
Mimarisi çok farklıydı..
Tepesi dik kubbeli, taş örgü çan kulesi,
Orta çağ şatolarının andırıyordu.
Siyah kesme taşları Büyükada’dan, pencere kenarları ve köşelerdeki yumuşak taşlar ise Malta Adası’ndan getirildi.
Kilisesin vaftiz kuyusu İstanbul’da yapıldı.
Tek parça mermer, içine bir kişinin rahatça sığabileceği çapta ve 1.5 metre derinliğindeydi.
Kilise inşaatı 10 yıla yakın bir
22 Ekim 1868’de kilise ibadete açılacaktı.
O tarihlerde İngiltere’de otomobil sanayi kurulmuştu.
Kilisenin yapımına onay veren Sultan Abdülmecit ölmüş, yerine Sultan Abdülaziz geçmişti.
Kraliçe Victoria, kilisenin açılışı anısına Abdülaziz’e son model bir otomobil armağan etti.
Osmanlı sarayından bir kişiye de otomobili sürmesi öğretildi.
Bu İstanbul’un gördüğü ilk otomobildi.
Halk otomobili görünce şeytan görmüş gibi oluyordu.
Otomobilin geçtiği yerde insanlar ara sokaklara kaçıyordu.
“Şeytan işi” sözü kulaktan kulağa yayıldı.
Huzursuz olan Sultan Abdülaziz, Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik Efendi’den fetva istedi.
Ancak Şeyhülislam ayetlerde, hadislerde konuyla ilgili bir yorum bulamadı.
Aylarca fetva veremedi.
Sonunda otomobilin şeytan işi olduğuna karar verildi ve cankurtaran sahilinden denize atıldı.
İstanbul trafiğine ilk benzinle çalışan otomobili sokan, Galata rıhtımının açıldığı 1895 yılında Basra eşrafından Züheyrzâde Ahmed Paşa oldu. İlk otomobilin halk arasında görücüye çıktığı yer ise Fenerbahçe semtidir. Şura-yı Devlet, yani Danıştay üyesi olan Paşa, Kalamış'taki köşkünün önüne çektiği Renault-Landaulet marka otomobiliyle senelerce Kalamış ve Fenerbahçe halkının haset dolu bakışlarına hedef olmuştur. Arka körüğü açılıp kapanan o zamanın spor arabasını çarşaflarını uçurarak kullanan iki güzel kızı ise, İstanbul'un ilk kadın şoförleriydi.
Sultan, sayıları az da olsa otomobillerin yurt içine sokulmasında herhangi bir sakınca görmese de dönemin yolları araçların kullanımına pek de hazır değildi. Özellikle Ocak 1904'te İstanbul'daki Alman Konsolosluğu'nda çalışan bir memurun Almanya'dan elektrikli otomobil getirmeye çalışması ortalığı birbirine kattı. Beyoğlu Mutasarrıflığı'na gelen talep Zaptiye Nazırlığı'na iletildi.
Ancak nazırlığın net bir yanıtı yoktu; çünkü o güne kadar gönüllü olarak izin verilmeyen bu araçlara müsaade edilmesi halinde bunun yabancılardan gelecek benzer taleplere kapı açmasından endişe ediliyordu.
Alman Sefareti'ne gönülsüzce verilen iznin ardından bir yıl sonra bu kez de İzmir'deki Fransız Konsolosluğu, Marsilya'dan 3 adet araç istetti. Ancak bu talebe tek bir şartla olumlu yaklaşıldı: "Bu araçlar şehir ve kasaba dışında kullanılacak." Çünkü klasik at arabalarına alışmış, daha önce böyle bir taşıtla tanışmamış olan halk, önlerine hızla çıkan bu otomobilleri görünce büyük bir şaşkınlık ve korku yaşıyor, bu da sıklıkla kazaların yaşanmasına yol açıyordu.
İstanbul'da ilk trafik kazası 28 Mart 1910 günü Beşiktaş'ta meydana gelmiş ve bir otomobilin bir yayaya çarpmasıyla neticelenmiştir. Kazada ölü olmayıp, yaya sadece yaralanmıştır. İlk ölümlü otomobil kazası ise 1912’de, bugünkü Şişli Camii’nin bulunduğu mevkide vuku bulmuş, bir Arnavut vatandaşımıza çarparak ölümüne yol açan İtalyan elçiliğinin şoförü kaçarken Pangaltı’da polisler tarafından yakalanmıştır.
Kısa bir zaman sonra, eline para geçen gençlerin ilk işi, Avrupa'dan bir otomobil getirtmek olmaya başlamış, Londra'ya yahut Paris'e sipariş edilen bu araçlar, bu ülke yollarına göre yapıldıkları için, İstanbul'un dar ve bakımsız yollarında sık sık tekerleklerini yahut akslarını bırakarak arızalanmışlardır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İsmet KOYUNCU
Osmanlı'da ilk Otomobil
Kraliçe Victoria, Sultan Abdülmecit’e İstanbul’da bir Anglikan Kilisesi yaptırmak istediğini iletti.
Abdülmecit kabul etti.
İngilizlere Tünel ile Tophane arasında yer verdiler.
Kilisenin Projesini İngiliz mimar G.S.Street çizdi.
Mimarisi çok farklıydı..
Tepesi dik kubbeli, taş örgü çan kulesi,
Orta çağ şatolarının andırıyordu.
Siyah kesme taşları Büyükada’dan, pencere kenarları ve köşelerdeki yumuşak taşlar ise Malta Adası’ndan getirildi.
Kilisesin vaftiz kuyusu İstanbul’da yapıldı.
Tek parça mermer, içine bir kişinin rahatça sığabileceği çapta ve 1.5 metre derinliğindeydi.
Kilise inşaatı 10 yıla yakın bir
22 Ekim 1868’de kilise ibadete açılacaktı.
O tarihlerde İngiltere’de otomobil sanayi kurulmuştu.
Kilisenin yapımına onay veren Sultan Abdülmecit ölmüş, yerine Sultan Abdülaziz geçmişti.
Kraliçe Victoria, kilisenin açılışı anısına Abdülaziz’e son model bir otomobil armağan etti.
Osmanlı sarayından bir kişiye de otomobili sürmesi öğretildi.
Bu İstanbul’un gördüğü ilk otomobildi.
Halk otomobili görünce şeytan görmüş gibi oluyordu.
Otomobilin geçtiği yerde insanlar ara sokaklara kaçıyordu.
“Şeytan işi” sözü kulaktan kulağa yayıldı.
Huzursuz olan Sultan Abdülaziz, Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik Efendi’den fetva istedi.
Ancak Şeyhülislam ayetlerde, hadislerde konuyla ilgili bir yorum bulamadı.
Aylarca fetva veremedi.
Sonunda otomobilin şeytan işi olduğuna karar verildi ve cankurtaran sahilinden denize atıldı.
İstanbul trafiğine ilk benzinle çalışan otomobili sokan, Galata rıhtımının açıldığı 1895 yılında Basra eşrafından Züheyrzâde Ahmed Paşa oldu. İlk otomobilin halk arasında görücüye çıktığı yer ise Fenerbahçe semtidir. Şura-yı Devlet, yani Danıştay üyesi olan Paşa, Kalamış'taki köşkünün önüne çektiği Renault-Landaulet marka otomobiliyle senelerce Kalamış ve Fenerbahçe halkının haset dolu bakışlarına hedef olmuştur. Arka körüğü açılıp kapanan o zamanın spor arabasını çarşaflarını uçurarak kullanan iki güzel kızı ise, İstanbul'un ilk kadın şoförleriydi.
Sultan, sayıları az da olsa otomobillerin yurt içine sokulmasında herhangi bir sakınca görmese de dönemin yolları araçların kullanımına pek de hazır değildi. Özellikle Ocak 1904'te İstanbul'daki Alman Konsolosluğu'nda çalışan bir memurun Almanya'dan elektrikli otomobil getirmeye çalışması ortalığı birbirine kattı. Beyoğlu Mutasarrıflığı'na gelen talep Zaptiye Nazırlığı'na iletildi.
Ancak nazırlığın net bir yanıtı yoktu; çünkü o güne kadar gönüllü olarak izin verilmeyen bu araçlara müsaade edilmesi halinde bunun yabancılardan gelecek benzer taleplere kapı açmasından endişe ediliyordu.
Alman Sefareti'ne gönülsüzce verilen iznin ardından bir yıl sonra bu kez de İzmir'deki Fransız Konsolosluğu, Marsilya'dan 3 adet araç istetti. Ancak bu talebe tek bir şartla olumlu yaklaşıldı: "Bu araçlar şehir ve kasaba dışında kullanılacak." Çünkü klasik at arabalarına alışmış, daha önce böyle bir taşıtla tanışmamış olan halk, önlerine hızla çıkan bu otomobilleri görünce büyük bir şaşkınlık ve korku yaşıyor, bu da sıklıkla kazaların yaşanmasına yol açıyordu.
İstanbul'da ilk trafik kazası 28 Mart 1910 günü Beşiktaş'ta meydana gelmiş ve bir otomobilin bir yayaya çarpmasıyla neticelenmiştir. Kazada ölü olmayıp, yaya sadece yaralanmıştır. İlk ölümlü otomobil kazası ise 1912’de, bugünkü Şişli Camii’nin bulunduğu mevkide vuku bulmuş, bir Arnavut vatandaşımıza çarparak ölümüne yol açan İtalyan elçiliğinin şoförü kaçarken Pangaltı’da polisler tarafından yakalanmıştır.
Kısa bir zaman sonra, eline para geçen gençlerin ilk işi, Avrupa'dan bir otomobil getirtmek olmaya başlamış, Londra'ya yahut Paris'e sipariş edilen bu araçlar, bu ülke yollarına göre yapıldıkları için, İstanbul'un dar ve bakımsız yollarında sık sık tekerleklerini yahut akslarını bırakarak arızalanmışlardır.