Annem iyi yaşamıyor
Ona yardım etmek istiyorum…
— Neyde yardım etmek?
— İyi yaşamaya başlamasında.
— Peki ya sen?
— Ne olmuş bana?
— Sen iyi yaşıyor musun?
— Ne ilgisi var?
Ben annemden bahsediyorum!
Gerçek bir hikâye.
Genç bir kadın, güzel, dikkat çeken bir elbise giymiş, bileklerinde onlarca bilezik şıngırdıyor.
Annesi yaşlı ve “iyi yaşamıyor.” Oysa hiçbir eksiği yok.
Hatta ona bir spa tatili bile hediye edilmiş.
Ama gitmeyi reddediyor.
— Küçük köy evine gitmek istiyor. O saçma patatesleri çıkarmak için.
Bin kere söyledim ona: “İstediğin patatesi al, parasını ben veririm.” Ve arkadaşları…
Onlar da aynı derecede saçma. Sadece torunlarından bahsediyorlar.
— Peki ne hakkında konuşmalılar?
— Ruhsal yükseliş üzerine düşünmeli insanlar.
— Peki ya sen?
— Yine mi ben?
— Biraz da kendinden bahset.
— Eh… Gazetecilik okudum.
— Annen üniversiteye gitti mi?
— Hayır.
— Baban?
— Hiç tanımadım.
— Yani annen seni tek başına büyüttü.
— Babaannemle birlikte.
— Peki çocukluğun nasıldı?
— Annemden hep utanırdım.
Çok fakirdik.
Yazları hep o lanet köye giderdik.
— O saçma patatesleri çıkarmak için mi?
— Ve ormandan meyve toplamak için.
Diğer çocuklar yerdi, biz toplar satardık.
Annem yol kenarında çilek sattığı için benimle dalga geçerlerdi. Denizi ilk kez lise son sınıfta gördüm…
— Peki sen ne yapardın?
— “Oku.” derlerdi.
Belki de bu yüzden erkeklerle aramda hep sorun var.
Hiç nasıl bağ kurulur, öğretmediler.
— Hayır, sorun oradan kaynaklanmıyor.
Sorun, annenin senin için yaptıklarını görememen.
— Ne yaptı ki?!
Her şeyi ben kendim yaptım!
— Tabii ki…
Peki eğitim masraflarını kim karşıladı?
Sana yemek alabilmek için o patatesleri kim söktü?
Defter alabilmek için o böğürtlenleri kim topladı?
Sanırım çocukluğun 90’larda geçti.
Ben iyi hatırlıyorum o yılları.
Beş kuruşun olmadığı zamanları.
İnsanların patatesle hayatta kaldığı dönemleri.
— Hep maddiyat…
Ama başka şeyler de var: sevgi, güven, dostluk…
— Karnın tokken güven hakkında konuşmak kolay.
Ama çocuğuna ne yedireceğini bilmemek zor.
Ve annen elinden geleni yaptı.
Sana bugün olduğun kişi olman için gereken en azını verdi.
Evet, başka bir yaşam biçimini anlamakta zorlanıyor.
Ama geldiğin yere bakınca… onun yöntemi işe yaramış gibi görünüyor.
Şimdi geri kalanı sana ait.
— Hangi kısmı?
— Düşün.
Psikoloji okurken hocamız şöyle demişti:
“Ebeveynler her zaman hata yapar.
Ama senin bir şansın var:
Nasıl yaşamak istediğini seçme şansı…
Ve bu şansı sana onlar verdi.”
Anne babalarımız kolay bir hayat yaşamadı.
Ben kendi çocukluğumu hatırlıyorum.
Annemle anneannemin çamaşırları kazanlarda kaynattığını, elleriyle yıkadığını.
Babamların altı ay maaş alamadığı zamanı.
Sadece bahçedeki konserveler ve patatesle geçirdiğimiz o kışı.
Okulda ayakkabılarım çalındığında, yenisini alamadıkları için annemin ağladığı günü…
Ebeveynlerimiz, kendilerinin sahip olamadığı bir şeyi bize sunmak için canla başla çalıştı:
Zaman.
Okuyabilmemiz için.
Farklı bir hayatımız olsun diye.
Evet, onlara göre “iyi” bir hayat değildi belki.
Ama bizim “iyiliğimiz” — spa, müzeler, kitaplar, kişisel gelişim ve seyahatlerle dolu hayatımız — işte o patates toprağında filizlendi.
Ve orada, o “saçma” arkadaşlarıyla birlikte, onlar mutluluğu öğrendi.
Bizim görevimiz basit:
Kendi bahçemizi ekip büyütmek…
ve bizden önce ekenleri onurlandırmak.
Önce: saygı.
Sonra: teşekkür.
Ve ancak o zaman… gerçek yetişkinlik başlar.
Alıntı
Bu haftada böyle olsun.
Tekrar görüşünceye dek,
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hülya AYTEKİN
Annem iyi yaşamıyor
Annem iyi yaşamıyor
Ona yardım etmek istiyorum…
— Neyde yardım etmek?
— İyi yaşamaya başlamasında.
— Peki ya sen?
— Ne olmuş bana?
— Sen iyi yaşıyor musun?
— Ne ilgisi var?
Ben annemden bahsediyorum!
Gerçek bir hikâye.
Genç bir kadın, güzel, dikkat çeken bir elbise giymiş, bileklerinde onlarca bilezik şıngırdıyor.
Annesi yaşlı ve “iyi yaşamıyor.” Oysa hiçbir eksiği yok.
Hatta ona bir spa tatili bile hediye edilmiş.
Ama gitmeyi reddediyor.
— Küçük köy evine gitmek istiyor. O saçma patatesleri çıkarmak için.
Bin kere söyledim ona: “İstediğin patatesi al, parasını ben veririm.” Ve arkadaşları…
Onlar da aynı derecede saçma. Sadece torunlarından bahsediyorlar.
— Peki ne hakkında konuşmalılar?
— Ruhsal yükseliş üzerine düşünmeli insanlar.
— Peki ya sen?
— Yine mi ben?
— Biraz da kendinden bahset.
— Eh… Gazetecilik okudum.
— Annen üniversiteye gitti mi?
— Hayır.
— Baban?
— Hiç tanımadım.
— Yani annen seni tek başına büyüttü.
— Babaannemle birlikte.
— Peki çocukluğun nasıldı?
— Annemden hep utanırdım.
Çok fakirdik.
Yazları hep o lanet köye giderdik.
— O saçma patatesleri çıkarmak için mi?
— Ve ormandan meyve toplamak için.
Diğer çocuklar yerdi, biz toplar satardık.
Annem yol kenarında çilek sattığı için benimle dalga geçerlerdi. Denizi ilk kez lise son sınıfta gördüm…
— Peki sen ne yapardın?
— “Oku.” derlerdi.
Belki de bu yüzden erkeklerle aramda hep sorun var.
Hiç nasıl bağ kurulur, öğretmediler.
— Hayır, sorun oradan kaynaklanmıyor.
Sorun, annenin senin için yaptıklarını görememen.
— Ne yaptı ki?!
Her şeyi ben kendim yaptım!
— Tabii ki…
Peki eğitim masraflarını kim karşıladı?
Sana yemek alabilmek için o patatesleri kim söktü?
Defter alabilmek için o böğürtlenleri kim topladı?
Sanırım çocukluğun 90’larda geçti.
Ben iyi hatırlıyorum o yılları.
Beş kuruşun olmadığı zamanları.
İnsanların patatesle hayatta kaldığı dönemleri.
— Hep maddiyat…
Ama başka şeyler de var: sevgi, güven, dostluk…
— Karnın tokken güven hakkında konuşmak kolay.
Ama çocuğuna ne yedireceğini bilmemek zor.
Ve annen elinden geleni yaptı.
Sana bugün olduğun kişi olman için gereken en azını verdi.
Evet, başka bir yaşam biçimini anlamakta zorlanıyor.
Ama geldiğin yere bakınca… onun yöntemi işe yaramış gibi görünüyor.
Şimdi geri kalanı sana ait.
— Hangi kısmı?
— Düşün.
Psikoloji okurken hocamız şöyle demişti:
“Ebeveynler her zaman hata yapar.
Ama senin bir şansın var:
Nasıl yaşamak istediğini seçme şansı…
Ve bu şansı sana onlar verdi.”
Anne babalarımız kolay bir hayat yaşamadı.
Ben kendi çocukluğumu hatırlıyorum.
Annemle anneannemin çamaşırları kazanlarda kaynattığını, elleriyle yıkadığını.
Babamların altı ay maaş alamadığı zamanı.
Sadece bahçedeki konserveler ve patatesle geçirdiğimiz o kışı.
Okulda ayakkabılarım çalındığında, yenisini alamadıkları için annemin ağladığı günü…
Ebeveynlerimiz, kendilerinin sahip olamadığı bir şeyi bize sunmak için canla başla çalıştı:
Zaman.
Okuyabilmemiz için.
Farklı bir hayatımız olsun diye.
Evet, onlara göre “iyi” bir hayat değildi belki.
Ama bizim “iyiliğimiz” — spa, müzeler, kitaplar, kişisel gelişim ve seyahatlerle dolu hayatımız — işte o patates toprağında filizlendi.
Ve orada, o “saçma” arkadaşlarıyla birlikte, onlar mutluluğu öğrendi.
Bizim görevimiz basit:
Kendi bahçemizi ekip büyütmek…
ve bizden önce ekenleri onurlandırmak.
Önce: saygı.
Sonra: teşekkür.
Ve ancak o zaman… gerçek yetişkinlik başlar.
Alıntı
Bu haftada böyle olsun.
Tekrar görüşünceye dek,
Sevgiyle kalın.