Gençlik… Kulağa ne kadar taze, ne kadar umut dolu geliyor değil mi?
Bir fidanın toprağa tutunması gibi, bir kuşun kanat çırpmaya başlaması gibi…
Ne güzel bir çağdır gençlik. Ama işte tam da bu yüzden bir o kadar da kırılgan, yönsüz bırakılırsa savrulmaya meyilli…
Bugün herkesin dilinde gençler var. "Nereye gidiyor bu gençlik?" diyenler… "Bizim zamanımızda böyle miydi?" diye iç çekenler… Ama kimse dönüp de "Biz onlara ne verdik?" diye sormuyor kendine.
Oysa genç, ailesinin aynasıdır. Mahallenin, okulun, toplumun emeğidir. Şekilsiz bir hamur gibi; neyle yoğrulursa ona göre kıvam bulur.
Evde ilgisiz bir baba, sürekli şikâyet eden bir anne varsa; okulda sadece not odaklı bir öğretmen, sokakta hedefsiz, yozlaşmış arkadaşlar varsa… Genç nereye tutunsun?
Bir söz var hani: “Evlat, anne-baba nikâhlandığı andan itibaren şekillenmeye başlar.”
Bu öyle basit bir cümle değil. Bu, tüm hayatın temelini anlatan bir hakikat.
Çünkü çocuk, duyduğu değil, gördüğü gibidir. Dediğimizi değil, yaptığımızı örnek alır.
Bugün gençler sosyal medyada, sanal dünyalarda kayboluyor diye üzülüyoruz. Ama elimizde telefon, gözümüz sürekli ekranlardayken onlara hangi örnekliği sunuyoruz?
Kitap okusun istiyoruz, ama evde kitaplıkta toz birikmiş.
İbadet etsin istiyoruz, ama sabah namazına kalktığımızı gören olmamış.
Geçmişini bilsin istiyoruz, ama tarihten iki isim say desen biz bile zorlanıyoruz.
Gençlik dönemi bahar mevsimi gibi. Güzeldir, coşkuludur, ama kısa sürer. Ya iyi meyve verir ya da yaprağını döküp kurur.
Bu çağda yapılan en küçük dokunuş, bir ömür sürer.
Bir kitap hediye etmek, bir nasihat etmek, birlikte sabah yürüyüşüne çıkmak… Bunlar küçük ama etkili adımlardır.
Bir gencin hayatında hayırlı bir arkadaş, bazen kırk yıllık eğitimden daha etkili olabilir.
Sâlih insanlarla yapılan bir muhabbet, bir kahve sohbeti, bazen bir yol haritası çizebilir.
O yüzden diyoruz ki: “Gençlerimizin arkadaş çevresine dikkat edelim.”
Zira insan, insandan beslenir.
Gençlere dinini, tarihini, kültürünü sevdirmenin yolu, zorlamaktan değil; yaşatmaktan geçer.
Bir genci camiye davet etmek için önce onunla parkta oturmak gerekebilir.
Bir kitaba bağlamak için önce onu dinlemek gerekebilir.
Sabırla, ilgiyle, şefkatle…
Evet, her çağın zorluğu vardır. Ama unutmayalım: her çağın imkânları da vardır.
Bugünün genci sorguluyor diye üzülmeyin; bu, iyiye de kapı aralayabilir.
Eğer doğru cevapları sunabilirsek, eğer o sorulara hikmetle karşılık verebilirsek; işte o zaman genç, kendi kimliğini inşa etmeye başlar.
Yoksa hepimiz biliyoruz ki, boşluklar kendi kendine dolmaz; ya hak ile ya da bâtılla…
Bir genç sabah ezanıyla kalkıyor, duasını ediyor, ailesine tebessümle günaydın diyor…
Sonra kitap okuyarak güne başlıyor. İşte böyle bir genç, sadece kendi hayatına değil, içinde yaşadığı topluma da huzur getirir.
Bir toplumun geleceği, işte bu gençlerin sayısıyla ölçülür.
Ey büyükler!
Gençleri eleştirmeyin. Onlara kulak verin. Onlarla yürüyün.
Onları sevin, ama kuru sevgiyle değil; ilgiyle, merakla, samimiyetle…
Derdini bilmediğiniz bir genci kazanamazsınız.
Ve ey gençler!
Bu çağın size dayattığı tüketim, haz, hız kültürüne kanmayın.
Bir durun, düşünün, kendinize şu soruyu sorun:
“Ben kimim? Ne için yaşıyorum? Bu ömür bana ne anlatıyor?”
İşte bu soruların cevabı, sizin kimliğinizi şekillendirecek.
Unutmayın, Hazreti Mûsâ da sizin içinizden çıkabilir, Firavun da. Seçim sizin.
Yol açık, ama doğru yönü gösteren bir pusula olmadan kaybolmak kolaydır.
Bu pusulayı bulmak için dua edin, gayret edin, örnek insanları arayın.
Çünkü yolunu arayan bir genç için en büyük lütuf; yol göstermeye hazır bir yürektir.
O yürek, siz olun.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Çiğdem IŞIK KAYA
Yolun Başındaki Gençler, Yol Gösteren Büyükler
Gençlik… Kulağa ne kadar taze, ne kadar umut dolu geliyor değil mi?
Bir fidanın toprağa tutunması gibi, bir kuşun kanat çırpmaya başlaması gibi…
Ne güzel bir çağdır gençlik. Ama işte tam da bu yüzden bir o kadar da kırılgan, yönsüz bırakılırsa savrulmaya meyilli…
Bugün herkesin dilinde gençler var. "Nereye gidiyor bu gençlik?" diyenler… "Bizim zamanımızda böyle miydi?" diye iç çekenler… Ama kimse dönüp de "Biz onlara ne verdik?" diye sormuyor kendine.
Oysa genç, ailesinin aynasıdır. Mahallenin, okulun, toplumun emeğidir. Şekilsiz bir hamur gibi; neyle yoğrulursa ona göre kıvam bulur.
Evde ilgisiz bir baba, sürekli şikâyet eden bir anne varsa; okulda sadece not odaklı bir öğretmen, sokakta hedefsiz, yozlaşmış arkadaşlar varsa… Genç nereye tutunsun?
Bir söz var hani: “Evlat, anne-baba nikâhlandığı andan itibaren şekillenmeye başlar.”
Bu öyle basit bir cümle değil. Bu, tüm hayatın temelini anlatan bir hakikat.
Çünkü çocuk, duyduğu değil, gördüğü gibidir. Dediğimizi değil, yaptığımızı örnek alır.
Bugün gençler sosyal medyada, sanal dünyalarda kayboluyor diye üzülüyoruz. Ama elimizde telefon, gözümüz sürekli ekranlardayken onlara hangi örnekliği sunuyoruz?
Kitap okusun istiyoruz, ama evde kitaplıkta toz birikmiş.
İbadet etsin istiyoruz, ama sabah namazına kalktığımızı gören olmamış.
Geçmişini bilsin istiyoruz, ama tarihten iki isim say desen biz bile zorlanıyoruz.
Gençlik dönemi bahar mevsimi gibi. Güzeldir, coşkuludur, ama kısa sürer. Ya iyi meyve verir ya da yaprağını döküp kurur.
Bu çağda yapılan en küçük dokunuş, bir ömür sürer.
Bir kitap hediye etmek, bir nasihat etmek, birlikte sabah yürüyüşüne çıkmak… Bunlar küçük ama etkili adımlardır.
Bir gencin hayatında hayırlı bir arkadaş, bazen kırk yıllık eğitimden daha etkili olabilir.
Sâlih insanlarla yapılan bir muhabbet, bir kahve sohbeti, bazen bir yol haritası çizebilir.
O yüzden diyoruz ki: “Gençlerimizin arkadaş çevresine dikkat edelim.”
Zira insan, insandan beslenir.
Gençlere dinini, tarihini, kültürünü sevdirmenin yolu, zorlamaktan değil; yaşatmaktan geçer.
Bir genci camiye davet etmek için önce onunla parkta oturmak gerekebilir.
Bir kitaba bağlamak için önce onu dinlemek gerekebilir.
Sabırla, ilgiyle, şefkatle…
Evet, her çağın zorluğu vardır. Ama unutmayalım: her çağın imkânları da vardır.
Bugünün genci sorguluyor diye üzülmeyin; bu, iyiye de kapı aralayabilir.
Eğer doğru cevapları sunabilirsek, eğer o sorulara hikmetle karşılık verebilirsek; işte o zaman genç, kendi kimliğini inşa etmeye başlar.
Yoksa hepimiz biliyoruz ki, boşluklar kendi kendine dolmaz; ya hak ile ya da bâtılla…
Bir genç sabah ezanıyla kalkıyor, duasını ediyor, ailesine tebessümle günaydın diyor…
Sonra kitap okuyarak güne başlıyor. İşte böyle bir genç, sadece kendi hayatına değil, içinde yaşadığı topluma da huzur getirir.
Bir toplumun geleceği, işte bu gençlerin sayısıyla ölçülür.
Ey büyükler!
Gençleri eleştirmeyin. Onlara kulak verin. Onlarla yürüyün.
Onları sevin, ama kuru sevgiyle değil; ilgiyle, merakla, samimiyetle…
Derdini bilmediğiniz bir genci kazanamazsınız.
Ve ey gençler!
Bu çağın size dayattığı tüketim, haz, hız kültürüne kanmayın.
Bir durun, düşünün, kendinize şu soruyu sorun:
“Ben kimim? Ne için yaşıyorum? Bu ömür bana ne anlatıyor?”
İşte bu soruların cevabı, sizin kimliğinizi şekillendirecek.
Unutmayın, Hazreti Mûsâ da sizin içinizden çıkabilir, Firavun da. Seçim sizin.
Yol açık, ama doğru yönü gösteren bir pusula olmadan kaybolmak kolaydır.
Bu pusulayı bulmak için dua edin, gayret edin, örnek insanları arayın.
Çünkü yolunu arayan bir genç için en büyük lütuf; yol göstermeye hazır bir yürektir.
O yürek, siz olun.