Bazı kelimeler vardır, bir zamanlar hayatımızın en canlı renkleriyken bugün solmuş bir fotoğraf gibi belleğimizin tozlu köşelerinde durur. Oysa her biri bir hatıradır, bir yaşam biçiminin kokusunu taşır.
Hiç fark ettiniz mi, bazı kelimeler bir zamanlar evimizin baş köşesindeyken bugün dilimizin ucuna bile gelmiyor? Öyle ki, eski Türk evlerine girseniz, sizi karşılayan ilk şey bir açık sofa olurdu. Üç tarafı odalarla çevrili, yazın serin, sohbetin koyulaştığı bir alan… Şimdi yerini ne aldı dersiniz? Balkon mu, salon mu? Hiçbiri aynı sıcaklığı vermiyor.
Bir de avlu vardı. Anadolu evlerinin kalbi. Çocuklar orada koşar, nineler tandırda ekmek pişirirdi. Bugün apartman boşluklarına “avlu” dersek, kelimenin ruhu kırılır vallahi.
Eskiler misafir ağırlamaya öyle özen gösterirdi ki, bogoda denilen odalarda misafirlerin ağırlığı bile belli olurdu. Şimdi misafir gelince en çok hangi koltuğa oturacağını tartışıyoruz!
Sonra şalvar… Bir zamanlar rahatlığın ve özgürlüğün sembolüydü. Şimdi moda dünyası onu “harem pants” diye satıyor, biz dönüp bakmıyoruz bile. Yazma desen, sadece başörtüsü değil, Anadolu’nun sanat galerisi gibiydi. Her bir yazmada bir hikâye, bir motif saklıydı.
Bir kelime var ki çok severim: ahiretlik. Hani dünyada dost, ahirette kardeş olma niyetiyle kurulan o derin bağ. Ne güzel bir söz değil mi? Bugün ise sosyal medyada üç beş “like” uğruna dostluk kurmaya çalışıyoruz.
Eskiler sadece kelime değil, kültür biriktirirdi. Mesela hakkâk diye bir meslek vardı. Metalin, ahşabın üzerine ince ince motif işleyen sanatkârlar… Bugün 3D yazıcılarla süs eşyası basıyoruz ama o emek, o sabır nereye gitti?
Bir de sofranın adı vardı: sini. Çember gibi tepsi, etrafında dizilmiş insanlar… “Aç sofraya otur, gönlün genişlesin” derlerdi. Şimdi herkes elinde telefon, aynı masada bile ayrı dünyalarda.
Kelime hazinemiz azaldıkça kültürümüz de eksiliyor. Dil sadece konuşma aracı değil, yaşam biçimidir. Taşlık, seki, çini, elibelinde motifi… Bunlar sadece kelime değil, geçmişten gelen bir selam.
Ben de listeye birkaç kelime eklemek istiyorum:
Serender: Karadeniz’de tahıl ve yiyeceklerin saklandığı küçük ahşap yapı.
Pabuçluk: Eski evlerde ayakkabıların konulduğu dolap.
Helke: Genelde su taşımada kullanılan bakır ya da teneke kap.
Bugün bir kelimeyi unutmak, sadece bir harf dizisini değil, bir yaşam biçimini kaybetmek demek. Çünkü kelimeler, geçmişin bize bıraktığı en değerli mirastır. Onlar bir milletin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden toplum, kimliğini de kaybeder.
Gelin, dilimizin tozlu raflarını temizleyelim. Çocuklarımıza sadece modern kelimeleri değil, bu kültür kokan sözleri de öğretelim. Çünkü torunlarımız bir gün “Dede, açık sofa ne demek?” diye sorarsa, yüzümüzde bir tebessümle anlatabilmeliyiz.
Unutmayın, bir kelimeyi yaşatmak, bir kültürü yaşatmak demektir. Bugün konuşmazsak yarın sözlüklerde fotoğrafını bile bulamayız. O yüzden, hadi, sofraya oturalım, kelimelerimizi ısıralım; çünkü dil, yaşayanların nefesiyle var olur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Çiğdem IŞIK KAYA
"Unutulan Kelimelerle Bir Yolculuk"
Bazı kelimeler vardır, bir zamanlar hayatımızın en canlı renkleriyken bugün solmuş bir fotoğraf gibi belleğimizin tozlu köşelerinde durur. Oysa her biri bir hatıradır, bir yaşam biçiminin kokusunu taşır.
Hiç fark ettiniz mi, bazı kelimeler bir zamanlar evimizin baş köşesindeyken bugün dilimizin ucuna bile gelmiyor? Öyle ki, eski Türk evlerine girseniz, sizi karşılayan ilk şey bir açık sofa olurdu. Üç tarafı odalarla çevrili, yazın serin, sohbetin koyulaştığı bir alan… Şimdi yerini ne aldı dersiniz? Balkon mu, salon mu? Hiçbiri aynı sıcaklığı vermiyor.
Bir de avlu vardı. Anadolu evlerinin kalbi. Çocuklar orada koşar, nineler tandırda ekmek pişirirdi. Bugün apartman boşluklarına “avlu” dersek, kelimenin ruhu kırılır vallahi.
Eskiler misafir ağırlamaya öyle özen gösterirdi ki, bogoda denilen odalarda misafirlerin ağırlığı bile belli olurdu. Şimdi misafir gelince en çok hangi koltuğa oturacağını tartışıyoruz!
Sonra şalvar… Bir zamanlar rahatlığın ve özgürlüğün sembolüydü. Şimdi moda dünyası onu “harem pants” diye satıyor, biz dönüp bakmıyoruz bile. Yazma desen, sadece başörtüsü değil, Anadolu’nun sanat galerisi gibiydi. Her bir yazmada bir hikâye, bir motif saklıydı.
Bir kelime var ki çok severim: ahiretlik. Hani dünyada dost, ahirette kardeş olma niyetiyle kurulan o derin bağ. Ne güzel bir söz değil mi? Bugün ise sosyal medyada üç beş “like” uğruna dostluk kurmaya çalışıyoruz.
Eskiler sadece kelime değil, kültür biriktirirdi. Mesela hakkâk diye bir meslek vardı. Metalin, ahşabın üzerine ince ince motif işleyen sanatkârlar… Bugün 3D yazıcılarla süs eşyası basıyoruz ama o emek, o sabır nereye gitti?
Bir de sofranın adı vardı: sini. Çember gibi tepsi, etrafında dizilmiş insanlar… “Aç sofraya otur, gönlün genişlesin” derlerdi. Şimdi herkes elinde telefon, aynı masada bile ayrı dünyalarda.
Kelime hazinemiz azaldıkça kültürümüz de eksiliyor. Dil sadece konuşma aracı değil, yaşam biçimidir. Taşlık, seki, çini, elibelinde motifi… Bunlar sadece kelime değil, geçmişten gelen bir selam.
Ben de listeye birkaç kelime eklemek istiyorum:
Serender: Karadeniz’de tahıl ve yiyeceklerin saklandığı küçük ahşap yapı.
Pabuçluk: Eski evlerde ayakkabıların konulduğu dolap.
Helke: Genelde su taşımada kullanılan bakır ya da teneke kap.
Bugün bir kelimeyi unutmak, sadece bir harf dizisini değil, bir yaşam biçimini kaybetmek demek. Çünkü kelimeler, geçmişin bize bıraktığı en değerli mirastır. Onlar bir milletin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden toplum, kimliğini de kaybeder.
Gelin, dilimizin tozlu raflarını temizleyelim. Çocuklarımıza sadece modern kelimeleri değil, bu kültür kokan sözleri de öğretelim. Çünkü torunlarımız bir gün “Dede, açık sofa ne demek?” diye sorarsa, yüzümüzde bir tebessümle anlatabilmeliyiz.
Unutmayın, bir kelimeyi yaşatmak, bir kültürü yaşatmak demektir. Bugün konuşmazsak yarın sözlüklerde fotoğrafını bile bulamayız. O yüzden, hadi, sofraya oturalım, kelimelerimizi ısıralım; çünkü dil, yaşayanların nefesiyle var olur.