Duygusal ihmal; bir çocuğa yeterince şefkat gösterilmemesi, duygularının görülmemesi, anlaşılmamasıdır. Ne tokat atılır, ne bağırılır. Ama yok sayılır. Ve bu yokluk, ilerleyen yaşlarda varlıkla karışır. Bir yetişkin oluruz; söz hakkımız vardır, ama konuşamayız. Hislerimiz vardır, ama adlandıramayız. İnsanların arasında oluruz ama içimizde hep o "anlaşılamama" duygusu taşırız.
Ama o sessizlik var ya…
İnsanın içine işler.
Yıllar sonra bir bakmışsınız, biri size “ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda cevap veremiyorsunuz.
Çünkü o cümleyi hiç kurmayı öğrenmemişsiniz.
Bazılarımız, küçükken ağlarken "Senin yüzünden ben de üzülüyorum!" cümlesiyle suçluluk hissetmiştir. Bazılarımız "Sen güçlü bir çocuksun" diye sarılmak yerine yalnız bırakılmıştır. Güçlü olmak değil anlaşılmak istemiştir. Çünkü bir çocuğun en temel ihtiyacı "anlam bulmak"tır. Hislerinin haklı olduğunu duymak, gözyaşlarının bile değerli olduğunu bilmek…
Yetişkinlikte "neden sürekli onay bekliyorum", "neden duygularımı bastırıyorum", "neden biri kırıldığında kendimi suçlu hissediyorum" gibi soruların cevapları bazen çocukluğumuzda gizlidir. Büyüdük sandığımız o yıllarda aslında duygusal olarak büyüyememişizdir. Susturulmuş bir çocuk, ileride kendini anlatamayan bir yetişkin olur.
Bakıyorum sosyal medyada herkes uzman:
“Çocuk ağlayınca bırakın ağlasın.”
“Büyüyünce unutur.”
“Çok yüz verirsen şımarır.”
Şu üç cümleyle kaç nesil duygusal anlamda çoraklaştı, haberiniz var mı?
Ebeveynliğin ölçüsü sadece karne notu, ayakkabı numarası, süt içip içmemesi olmamalı.
O çocuk bugün matematik bilmeyebilir. Ama hislerini konuşabiliyorsa, en büyük başarı orada.
Bakın, bir şey itiraf edeyim mi?
Ben de zamanında “duygular konuşulmaz” diye büyütülenlerdenim.
Yani hissetsem bile, dile getirmek ayıp gibi geldi.
Zayıflık gibi...
Ama şimdi görüyorum ki esas güç, "ben böyle hissediyorum" diyebilmekmiş.
Velhasıl…
Çocuklara “abartma, ağlama, sus” demeyin.
Çünkü yıllar sonra o çocuklar “Ben kimim? Ne hissediyorum? Beni kim anlayacak?” diye psikolog koltuğuna oturuyor.
İş işten geçmeden, birkaç kelimeyi yerli yerinde söyleyebilen ebeveynler olalım.
“Ne hissediyorsun, anlat bakalım” demek bu kadar zor mu yani?
Bir daha ki yazımızda görüşmek üzere sağlıcakla kalın.
Sevgiyle kalın…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Çiğdem IŞIK KAYA
Sus Dediler… Şimdi Neden Konuşamıyorum Diye Soruyorsun
Çocukken şöyle cümlelerle büyütüldüyseniz:
“Abartma!”
“Sus artık!”
“Ağlama o kadar!”
“Sen büyüdün artık, duygusallık yok!”
O zaman hiç şaşırmayın…
Bugün hislerinizi anlatamıyorsanız, biri sizi kırdığında sessiz kalıyorsanız, “Ne hissettiğimi bile bilmiyorum” diyorsanız…
Çocukluğunuzda duygusal olarak susmaya zorlanmışsınız demektir.
Bunun adı: Duygusal ihmal.
Ve bu öyle bağırarak, çağırarak yapılmaz.
Tam tersi… Sessizlikle yapılır.
Görmezden gelinir, geçiştirilir, duymazdan gelinir.
Duygusal ihmal; bir çocuğa yeterince şefkat gösterilmemesi, duygularının görülmemesi, anlaşılmamasıdır. Ne tokat atılır, ne bağırılır. Ama yok sayılır. Ve bu yokluk, ilerleyen yaşlarda varlıkla karışır. Bir yetişkin oluruz; söz hakkımız vardır, ama konuşamayız. Hislerimiz vardır, ama adlandıramayız. İnsanların arasında oluruz ama içimizde hep o "anlaşılamama" duygusu taşırız.
Ama o sessizlik var ya…
İnsanın içine işler.
Yıllar sonra bir bakmışsınız, biri size “ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda cevap veremiyorsunuz.
Çünkü o cümleyi hiç kurmayı öğrenmemişsiniz.
Bazılarımız, küçükken ağlarken "Senin yüzünden ben de üzülüyorum!" cümlesiyle suçluluk hissetmiştir. Bazılarımız "Sen güçlü bir çocuksun" diye sarılmak yerine yalnız bırakılmıştır. Güçlü olmak değil anlaşılmak istemiştir. Çünkü bir çocuğun en temel ihtiyacı "anlam bulmak"tır. Hislerinin haklı olduğunu duymak, gözyaşlarının bile değerli olduğunu bilmek…
Yetişkinlikte "neden sürekli onay bekliyorum", "neden duygularımı bastırıyorum", "neden biri kırıldığında kendimi suçlu hissediyorum" gibi soruların cevapları bazen çocukluğumuzda gizlidir. Büyüdük sandığımız o yıllarda aslında duygusal olarak büyüyememişizdir. Susturulmuş bir çocuk, ileride kendini anlatamayan bir yetişkin olur.
Bakıyorum sosyal medyada herkes uzman:
“Çocuk ağlayınca bırakın ağlasın.”
“Büyüyünce unutur.”
“Çok yüz verirsen şımarır.”
Şu üç cümleyle kaç nesil duygusal anlamda çoraklaştı, haberiniz var mı?
Ebeveynliğin ölçüsü sadece karne notu, ayakkabı numarası, süt içip içmemesi olmamalı.
O çocuk bugün matematik bilmeyebilir. Ama hislerini konuşabiliyorsa, en büyük başarı orada.
Bakın, bir şey itiraf edeyim mi?
Ben de zamanında “duygular konuşulmaz” diye büyütülenlerdenim.
Yani hissetsem bile, dile getirmek ayıp gibi geldi.
Zayıflık gibi...
Ama şimdi görüyorum ki esas güç, "ben böyle hissediyorum" diyebilmekmiş.
Velhasıl…
Çocuklara “abartma, ağlama, sus” demeyin.
Çünkü yıllar sonra o çocuklar “Ben kimim? Ne hissediyorum? Beni kim anlayacak?” diye psikolog koltuğuna oturuyor.
İş işten geçmeden, birkaç kelimeyi yerli yerinde söyleyebilen ebeveynler olalım.
“Ne hissediyorsun, anlat bakalım” demek bu kadar zor mu yani?
Bir daha ki yazımızda görüşmek üzere sağlıcakla kalın.
Sevgiyle kalın…