Hayat, seçimlerle dolu bir yolculuktur. Her sabah bir karar veririz; kimi küçük, kimi büyük. Ne yiyeceğim, hangi yolu seçeceğim, hangi kelimeleri söyleyeceğim… Ama bir de o büyük sorular vardır: Hangi mesleği seçeceğim, hangi şehre taşınacağım, kimlerle arkadaş olacağım, hayatımın aşkını bulabilecek miyim? Ve işte tam da bu noktada başlar pişmanlıkların sessiz ağırlığı.
Matt Haig’in Gece Yarısı Kütüphanesi adlı kitabının kahramanı Nora Seed, tam da bu ağırlığın altında ezilenlerden. İşten atılmış, kedisi ölmüş, abisiyle küs, sevgilisi gitmiş… Hayatın en kötüsünü yaşıyor gibi görünüyor. Ve bir gece, “yeter” diyor, hayatına son veriyor. Ama işte tam o anda Nora, kendisini devasa raflarla dolu, sisler içinde bir kütüphanede buluyor: Gece Yarısı Kütüphanesi.
Burada Nora’ya sunulan fırsat basit ama aynı zamanda sarsıcı: “Yaşayabileceğin bütün hayatları yeniden deneyimle.” Her raf, her kitap, onun farklı bir seçim yaptığı hayata açılıyor. İşten atılmasaydı ne olurdu? Abisiyle küs olmasaydı? Kedisi ölmeseydi? Ve Nora, raflardan birini seçiyor ve başlıyor bu başka hayatların yolculuğuna.
Ama işin ilginç tarafı şu: Nora gittikçe fark ediyor ki, mutluluk sadece önemli sandığımız seçimlerde gizli değil. Kim bilir, belki de hepimiz hayatın kıymetini, kaybettiklerimiz ve pişmanlıklarımız üzerinden ölçüyoruz. “Öğrenmenin tek yolu yaşamaktır” diyor Haig. Ve gerçekten de, hayatın kendisi bir öğrenme alanı.
Kitap boyunca Nora’nın başından geçenler, hepimize aynayı tutuyor. Kendimize sorduğumuz soruları soruyor: Eğer hayatın bütün zorlukları ellerimizden bir bir kayıp gitseydi ne yapardık? Devam eder miydik, yoksa pes mi ederdik? Nora bütün kayıplarına rağmen, sonunda kendi hayatına geri dönmek istiyor. Çünkü fark ediyor ki, yaşamın kendisi, pişmanlıklarımızla, hatalarımızla, kayıplarımızla bir bütün. Ve belki de en doğru seçim, kendimiz olmaya çalışmak.
Haig’in kitabında altını çizdiğim bir cümle hâlâ aklımda:
“Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var. Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap, yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana.”
İşte hayatın ta kendisi de böyle değil mi zaten? Her karar, her seçim, farklı bir hayatın kapısını açıyor. Ama hiçbir zaman “tam olarak istediğimiz hayatı” yaşamıyoruz. Her hayatın bir bedeli var. Ve belki de asıl ders, geçmişe takılı kalmamak, hatalarımızı kabullenmek ve kendi hayatımızı, kendi ellerimizle güzelleştirmeye devam etmek.
Nora Seed’in hikâyesi sadece bir kurgu değil; bir uyarı. Kendinize değer verin, seçimlerinizi kabullenin, hatalarınızdan öğrenin ve pişmanlıklarınızın sizi tutsak etmesine izin vermeyin. Çünkü yaşam, pişmanlıklarla, kayıplarla ve acılarla bile bir armağan.
Gece yarısı kütüphanesinin rafları kadar sonsuz olmasa da, hayatınızın sayfalarını siz dolduruyorsunuz. Ve her yeni gün, yeni bir seçim, yeni bir fırsat, yeni bir başlangıç demek.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Çiğdem IŞIK KAYA
Pişmanlıkların ve seçimlerin içinde bir yolculuk
Hayat, seçimlerle dolu bir yolculuktur. Her sabah bir karar veririz; kimi küçük, kimi büyük. Ne yiyeceğim, hangi yolu seçeceğim, hangi kelimeleri söyleyeceğim… Ama bir de o büyük sorular vardır: Hangi mesleği seçeceğim, hangi şehre taşınacağım, kimlerle arkadaş olacağım, hayatımın aşkını bulabilecek miyim? Ve işte tam da bu noktada başlar pişmanlıkların sessiz ağırlığı.
Matt Haig’in Gece Yarısı Kütüphanesi adlı kitabının kahramanı Nora Seed, tam da bu ağırlığın altında ezilenlerden. İşten atılmış, kedisi ölmüş, abisiyle küs, sevgilisi gitmiş… Hayatın en kötüsünü yaşıyor gibi görünüyor. Ve bir gece, “yeter” diyor, hayatına son veriyor. Ama işte tam o anda Nora, kendisini devasa raflarla dolu, sisler içinde bir kütüphanede buluyor: Gece Yarısı Kütüphanesi.
Burada Nora’ya sunulan fırsat basit ama aynı zamanda sarsıcı: “Yaşayabileceğin bütün hayatları yeniden deneyimle.” Her raf, her kitap, onun farklı bir seçim yaptığı hayata açılıyor. İşten atılmasaydı ne olurdu? Abisiyle küs olmasaydı? Kedisi ölmeseydi? Ve Nora, raflardan birini seçiyor ve başlıyor bu başka hayatların yolculuğuna.
Ama işin ilginç tarafı şu: Nora gittikçe fark ediyor ki, mutluluk sadece önemli sandığımız seçimlerde gizli değil. Kim bilir, belki de hepimiz hayatın kıymetini, kaybettiklerimiz ve pişmanlıklarımız üzerinden ölçüyoruz. “Öğrenmenin tek yolu yaşamaktır” diyor Haig. Ve gerçekten de, hayatın kendisi bir öğrenme alanı.
Kitap boyunca Nora’nın başından geçenler, hepimize aynayı tutuyor. Kendimize sorduğumuz soruları soruyor: Eğer hayatın bütün zorlukları ellerimizden bir bir kayıp gitseydi ne yapardık? Devam eder miydik, yoksa pes mi ederdik? Nora bütün kayıplarına rağmen, sonunda kendi hayatına geri dönmek istiyor. Çünkü fark ediyor ki, yaşamın kendisi, pişmanlıklarımızla, hatalarımızla, kayıplarımızla bir bütün. Ve belki de en doğru seçim, kendimiz olmaya çalışmak.
Haig’in kitabında altını çizdiğim bir cümle hâlâ aklımda:
“Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var. Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap, yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana.”
İşte hayatın ta kendisi de böyle değil mi zaten? Her karar, her seçim, farklı bir hayatın kapısını açıyor. Ama hiçbir zaman “tam olarak istediğimiz hayatı” yaşamıyoruz. Her hayatın bir bedeli var. Ve belki de asıl ders, geçmişe takılı kalmamak, hatalarımızı kabullenmek ve kendi hayatımızı, kendi ellerimizle güzelleştirmeye devam etmek.
Nora Seed’in hikâyesi sadece bir kurgu değil; bir uyarı. Kendinize değer verin, seçimlerinizi kabullenin, hatalarınızdan öğrenin ve pişmanlıklarınızın sizi tutsak etmesine izin vermeyin. Çünkü yaşam, pişmanlıklarla, kayıplarla ve acılarla bile bir armağan.
Gece yarısı kütüphanesinin rafları kadar sonsuz olmasa da, hayatınızın sayfalarını siz dolduruyorsunuz. Ve her yeni gün, yeni bir seçim, yeni bir fırsat, yeni bir başlangıç demek.