Eylül geldi mi, insanın içine garip bir duygu yerleşir. Ne tam mutluluk, ne tam hüzün… İkisinin ortasında, hafif serin bir rüzgâr gibi dolaşır ruhumuzda. İşte Eylül budur: Hem bir başlangıç hem bir veda.
Sahi, hiç düşündünüz mü bu kelimenin kökenini? “Eylül”… Öylesine bir isim değil bu. Süryaniceden dilimize geçmiş, kökü ta Babil’e kadar uzanıyor. Süryanicede “üzüm”, “hasat”, yani bereket demek. Eskiden insanlar için Eylül, sadece bir ay değil; bir şükür zamanıydı. Toprakla insanın aşkının meyvesi olan ürünler toplanır, sofralar bereketlenirdi. Düşünsenize… O zamanlar Eylül, festival ayıydı. Hasadın neşesi, bağ bozumu şenlikleri, türküler, halaylar… Şimdi? Şimdi Eylül biraz da trafik, biraz da okul telaşı… Hayat değişti, Eylül’ün ruhu kaldı mı dersiniz?
Ama değişmeyen bir şey var: Eylül hâlâ hüzün ayı.
Çünkü yaz bitti. Güneşin uzun uzun kaldığı günler sona erdi. Çocuklar sokağa vedalaştı, tatil bavulları kaldırıldı. Sabahları hafif serinlik var artık. Akşamüstleri bir yanık yaprak kokusu gelir burnunuza. Ağaçlar yavaş yavaş soyunmaya başlar. İşte tam burada, insanın yüreğine bir şey oturur. Neden bilmem, belki ayrılık, belki geçip giden zamanın izi…
Eylül, aslında insana hayatın gerçeğini hatırlatır: Hiçbir yaz sonsuza kadar sürmez. Ne tatiller, ne sıcaklık, ne de gençlik… Her şey bir gün Eylül’e uğrar.
Ama Eylül sadece bir bitiş değil, aynı zamanda bir başlangıçtır. Okullar açılır, yeni defterlerin kokusu… Şehirler yaz rehavetinden çıkar, sokaklar kalabalıklaşır. İnsan kendine bir çeki düzen verir. Belki bu yüzden Eylül, “yeni kararlar” ayıdır. Spor salonuna yazılırız, diyete başlarız, kitap listesi yaparız. Sonbahar bize der ki: “Toparlan, hayat devam ediyor.”
Edebiyat da Eylül’ü çok sever. Şairler, yazarlar bu ayı hep melankoliyle anlatır. Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiiri, Orhan Veli’nin hüznü, Ahmet Hamdi’nin satır araları… Çünkü bu ayda aşk bile kırılgan olur. Ayrılıklar çoğalır, vedalar artar. Yazın coşkusunda yaşanan aşkların yerini, sonbaharın derin sorgulamaları alır. Belki bu yüzden Eylül, romantizmin en güçlü ayıdır.
Ve biliyor musunuz? Eylül aslında hayatın kendisi gibi. Bir yanda solan yapraklar, diğer yanda yeniden yeşerecek umutlar… Eylül bize diyor ki: “Her son, yeni bir başlangıçtır.”
O yüzden ben Eylül’ü seviyorum. Çünkü bize hem şükrü, hem sabrı, hem de umudu hatırlatıyor. Ve belki de en çok şunu: “Giden yaz için ağlama, gelen kış için kaygılanma… Her mevsimin kendi güzelliği var.”
En sevdiğim şiirle yazıma son veriyorum. Başka yazıda görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın.
Eylüldü...
Eylüldü…
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin
Şimdi yoktu bir anlamı suskunluğun
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğin orta yerinde
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ
Gözlerini sildi zaman
Dedim ya… Eylüldü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin
Gittiğinde mevsim hep hüzündü
İçimde bir kırılganlık kaldı o günden sonra
Ve kalbim, bin parçaya ayrıldı sessizce
Bir şarkı gibi yarım kaldı bütün umutlar
Bütün hayaller, bütün dualar…
Bir yağmur başladı usul usul,
Yağdı içime, üşüdüm derinden
Gözlerim dalıp gitti uzaklara
Bir fotoğraf, bir koku, bir ses aradım rüzgârda
Sanki sen dönersin diye her yağmurda
Ama sen, çoktan gitmiştin benden uzağa
Yıllar geçti, hâlâ Eylül’ün adı yaradır bende
Hâlâ sararan yapraklarda ararım yüzünü
Bir çocuk gülüşünde, bir kadın kokusunda
Bir şarkının sözlerinde bulurum eksikliğini
Ve anlarım ki, bazı insanlar geri gelmez
Bazı yaralar hiçbir mevsimde kapanmaz
Eylüldü…
Ve ben, hâlâ aynı yerindeyim hayatın
Ne kadar kaçsam da dönüp dolaşıp
O sonbahara çıkıyor yollarım
Ve her Eylül, yeniden başlıyor içimde
Bir vedanın sessiz acısı, bir ayrılığın derin izi…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Çiğdem IŞIK KAYA
Hüznün ve Hasadın Mevsimi
Eylül geldi mi, insanın içine garip bir duygu yerleşir. Ne tam mutluluk, ne tam hüzün… İkisinin ortasında, hafif serin bir rüzgâr gibi dolaşır ruhumuzda. İşte Eylül budur: Hem bir başlangıç hem bir veda.
Sahi, hiç düşündünüz mü bu kelimenin kökenini? “Eylül”… Öylesine bir isim değil bu. Süryaniceden dilimize geçmiş, kökü ta Babil’e kadar uzanıyor. Süryanicede “üzüm”, “hasat”, yani bereket demek. Eskiden insanlar için Eylül, sadece bir ay değil; bir şükür zamanıydı. Toprakla insanın aşkının meyvesi olan ürünler toplanır, sofralar bereketlenirdi. Düşünsenize… O zamanlar Eylül, festival ayıydı. Hasadın neşesi, bağ bozumu şenlikleri, türküler, halaylar… Şimdi? Şimdi Eylül biraz da trafik, biraz da okul telaşı… Hayat değişti, Eylül’ün ruhu kaldı mı dersiniz?
Ama değişmeyen bir şey var: Eylül hâlâ hüzün ayı.
Çünkü yaz bitti. Güneşin uzun uzun kaldığı günler sona erdi. Çocuklar sokağa vedalaştı, tatil bavulları kaldırıldı. Sabahları hafif serinlik var artık. Akşamüstleri bir yanık yaprak kokusu gelir burnunuza. Ağaçlar yavaş yavaş soyunmaya başlar. İşte tam burada, insanın yüreğine bir şey oturur. Neden bilmem, belki ayrılık, belki geçip giden zamanın izi…
Eylül, aslında insana hayatın gerçeğini hatırlatır: Hiçbir yaz sonsuza kadar sürmez. Ne tatiller, ne sıcaklık, ne de gençlik… Her şey bir gün Eylül’e uğrar.
Ama Eylül sadece bir bitiş değil, aynı zamanda bir başlangıçtır. Okullar açılır, yeni defterlerin kokusu… Şehirler yaz rehavetinden çıkar, sokaklar kalabalıklaşır. İnsan kendine bir çeki düzen verir. Belki bu yüzden Eylül, “yeni kararlar” ayıdır. Spor salonuna yazılırız, diyete başlarız, kitap listesi yaparız. Sonbahar bize der ki: “Toparlan, hayat devam ediyor.”
Edebiyat da Eylül’ü çok sever. Şairler, yazarlar bu ayı hep melankoliyle anlatır. Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiiri, Orhan Veli’nin hüznü, Ahmet Hamdi’nin satır araları… Çünkü bu ayda aşk bile kırılgan olur. Ayrılıklar çoğalır, vedalar artar. Yazın coşkusunda yaşanan aşkların yerini, sonbaharın derin sorgulamaları alır. Belki bu yüzden Eylül, romantizmin en güçlü ayıdır.
Ve biliyor musunuz? Eylül aslında hayatın kendisi gibi. Bir yanda solan yapraklar, diğer yanda yeniden yeşerecek umutlar… Eylül bize diyor ki: “Her son, yeni bir başlangıçtır.”
O yüzden ben Eylül’ü seviyorum. Çünkü bize hem şükrü, hem sabrı, hem de umudu hatırlatıyor. Ve belki de en çok şunu:
“Giden yaz için ağlama, gelen kış için kaygılanma… Her mevsimin kendi güzelliği var.”
En sevdiğim şiirle yazıma son veriyorum. Başka yazıda görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın.
Eylüldü...
Eylüldü…
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin
Şimdi yoktu bir anlamı suskunluğun
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğin orta yerinde
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ
Gözlerini sildi zaman
Dedim ya… Eylüldü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin
Gittiğinde mevsim hep hüzündü
İçimde bir kırılganlık kaldı o günden sonra
Ve kalbim, bin parçaya ayrıldı sessizce
Bir şarkı gibi yarım kaldı bütün umutlar
Bütün hayaller, bütün dualar…
Bir yağmur başladı usul usul,
Yağdı içime, üşüdüm derinden
Gözlerim dalıp gitti uzaklara
Bir fotoğraf, bir koku, bir ses aradım rüzgârda
Sanki sen dönersin diye her yağmurda
Ama sen, çoktan gitmiştin benden uzağa
Yıllar geçti, hâlâ Eylül’ün adı yaradır bende
Hâlâ sararan yapraklarda ararım yüzünü
Bir çocuk gülüşünde, bir kadın kokusunda
Bir şarkının sözlerinde bulurum eksikliğini
Ve anlarım ki, bazı insanlar geri gelmez
Bazı yaralar hiçbir mevsimde kapanmaz
Eylüldü…
Ve ben, hâlâ aynı yerindeyim hayatın
Ne kadar kaçsam da dönüp dolaşıp
O sonbahara çıkıyor yollarım
Ve her Eylül, yeniden başlıyor içimde
Bir vedanın sessiz acısı, bir ayrılığın derin izi…