Eskiden doğum günleri mütevazıydı. Sessiz, samimi, sıcak... Bilen azdı ama hisseden çoktu. Anne hatırlardı, baba unutmazdı. Kardeş gece sarılır, sabah şarkı mırıldanırdı. Eşin sürprizi belli olurdu ama yine de mutlu ederdi. Çocukların el yazısıyla yazdığı bir kart, içindeki kek kırıntısından daha tatlı olurdu.
Şimdi?
Doğum günü sabahı uyanıyorsun, ilk bildirim sesiyle birlikte ekran ışığına gözlerini açıyorsun. “Nice yıllara!” diyor biri. Kim olduğunu zor hatırladığın biri. Bir başkası pastalı gif yollamış. Herkes hatırlamış gibi… Ama kimse hatırlamamış aslında. Sosyal medya hatırlatmış.
Bugün doğum günün. Bildirim kutun dolmuş. 400 kişi seni kutlamış. Akşama kadar 500 olur. Ne hoş değil mi? Florida’dan, Singapur’dan, hiç tanımadığın ama seni takip eden biri bile kutlamış. Egonun tavan yaptığı an bu işte. Kendini bir an için önemli hissediyorsun. Belki biraz da değerli...
Ama sonra akşam oluyor.
Ev sessiz.
Mutfaktan gelen tek ses, kendi ellerinle demlediğin çayın fokurtusu. Pasta yok. Mum yok. Sarılıp seni öpecek bir el de yok. Geleneksel doğum günü tebrikleri değil artık sofrada; tek kişilik yalnızlık var. 500 kutlama mesajının içinden geçip, aynaya bakıyorsun. Ve o anda fark ediyorsun ki; sosyal medya var ama "o"lar yok.
Çünkü dijital kalabalıklar gerçek yalnızlığı örtmez. Herkes online ama kimse yanında değil. Herkes görüyor ama kimse görmüyor. Beğen butonuna basan çok, kapını çalan yok.
Bırak doğum gününü… Evde kalp krizi geçirsen, o 500 kişi içinden seni hastaneye götürecek bir kişi yok. Ama hastaneye yattığını duyarlarsa... Ohoo! Yorumlar akar: “Geçmiş olsun”, “Dualarımız seninle”, “İnşallah tez zamanda iyileşirsin”. Yetmedi, story'ne de etiketlerler.
Ama sen hâlâ yalnızsındır.
Ölsen, toprağa verilmişsin, hâlâ mesaj gelir. “Işıklar içinde uyu”… Uyu da, kiminle?
Sosyal medya, modern dünyanın “görünürlük cenneti” ama “bağ kurma cehennemi” oldu. Hepimiz bir şey söylüyor gibi yapıyoruz ama kimse gerçekten dinlemiyor. Herkes kutluyor ama kimse kutlamaya gelmiyor. Herkes varmış gibi yapıyor ama kimse gerçekten orada değil.
Gerçek olan ne biliyor musun?
Yanında bir çay içebileceğin dosttur. Bir kahkahanı paylaşabileceğin kardeştir. Bir kucak, bir dokunuş, bir bakıştır. Belki sadece iki kişi hatırlar ama o iki kişi için sen gerçekten “varsın”.
O yüzden bir gün değil her gün kıymetini bilen, mesaj değil yürek gönderen insanlarla yaşa. Sosyal medyadan değil, gerçek hayattan beslen. Yoksa ekran ışığına baka baka, içi boş bildirimlerle bir ömür geçip gider.
Ve son olarak…
Pasta varsa kes, yoksa da üzülme. Gerçek dost, pastayı değil seni paylaşandır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Çiğdem IŞIK KAYA
"Dijital Kalabalıklar, Gerçek Yalnızlıklar"
Eskiden doğum günleri mütevazıydı. Sessiz, samimi, sıcak... Bilen azdı ama hisseden çoktu. Anne hatırlardı, baba unutmazdı. Kardeş gece sarılır, sabah şarkı mırıldanırdı. Eşin sürprizi belli olurdu ama yine de mutlu ederdi. Çocukların el yazısıyla yazdığı bir kart, içindeki kek kırıntısından daha tatlı olurdu.
Şimdi?
Doğum günü sabahı uyanıyorsun, ilk bildirim sesiyle birlikte ekran ışığına gözlerini açıyorsun. “Nice yıllara!” diyor biri. Kim olduğunu zor hatırladığın biri. Bir başkası pastalı gif yollamış. Herkes hatırlamış gibi… Ama kimse hatırlamamış aslında. Sosyal medya hatırlatmış.
Bugün doğum günün. Bildirim kutun dolmuş. 400 kişi seni kutlamış. Akşama kadar 500 olur. Ne hoş değil mi? Florida’dan, Singapur’dan, hiç tanımadığın ama seni takip eden biri bile kutlamış. Egonun tavan yaptığı an bu işte. Kendini bir an için önemli hissediyorsun. Belki biraz da değerli...
Ama sonra akşam oluyor.
Ev sessiz.
Mutfaktan gelen tek ses, kendi ellerinle demlediğin çayın fokurtusu. Pasta yok. Mum yok. Sarılıp seni öpecek bir el de yok. Geleneksel doğum günü tebrikleri değil artık sofrada; tek kişilik yalnızlık var. 500 kutlama mesajının içinden geçip, aynaya bakıyorsun. Ve o anda fark ediyorsun ki; sosyal medya var ama "o"lar yok.
Çünkü dijital kalabalıklar gerçek yalnızlığı örtmez. Herkes online ama kimse yanında değil. Herkes görüyor ama kimse görmüyor. Beğen butonuna basan çok, kapını çalan yok.
Bırak doğum gününü… Evde kalp krizi geçirsen, o 500 kişi içinden seni hastaneye götürecek bir kişi yok. Ama hastaneye yattığını duyarlarsa... Ohoo! Yorumlar akar: “Geçmiş olsun”, “Dualarımız seninle”, “İnşallah tez zamanda iyileşirsin”. Yetmedi, story'ne de etiketlerler.
Ama sen hâlâ yalnızsındır.
Ölsen, toprağa verilmişsin, hâlâ mesaj gelir. “Işıklar içinde uyu”… Uyu da, kiminle?
Sosyal medya, modern dünyanın “görünürlük cenneti” ama “bağ kurma cehennemi” oldu. Hepimiz bir şey söylüyor gibi yapıyoruz ama kimse gerçekten dinlemiyor. Herkes kutluyor ama kimse kutlamaya gelmiyor. Herkes varmış gibi yapıyor ama kimse gerçekten orada değil.
Gerçek olan ne biliyor musun?
Yanında bir çay içebileceğin dosttur. Bir kahkahanı paylaşabileceğin kardeştir. Bir kucak, bir dokunuş, bir bakıştır. Belki sadece iki kişi hatırlar ama o iki kişi için sen gerçekten “varsın”.
O yüzden bir gün değil her gün kıymetini bilen, mesaj değil yürek gönderen insanlarla yaşa. Sosyal medyadan değil, gerçek hayattan beslen. Yoksa ekran ışığına baka baka, içi boş bildirimlerle bir ömür geçip gider.
Ve son olarak…
Pasta varsa kes, yoksa da üzülme. Gerçek dost, pastayı değil seni paylaşandır.