Eğitimci-Danışman Rabia Gürer Gürkan’dan alıntıyla başlayacağım bugün. Türkiye’nin zengini ile fakiri arasındaki farkı, sayılara dökmeden, istatistiklere başvurmadan öyle güzel anlatmış ki; tek satırına bile dokunamadım. Kendi çocukluğuma gittim.
Hepimizin geçmişteki anılarına, yaşamdaki güzelliklere değinmiş, ‘geçim olmazsa seçim olur’ sözü yerine gelmiş.
Yazıyı okuduktan sonra ‘Büyükşehir Yasası’ ile toplumun nasıl savrulduğunu, ‘Köylünün milletin efendisi’ olma yolundaki çabalarının hangi kararlarla sekteye uğratıldığını ve İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun neden boşaltılmak istendiğini de anlayacaksınız.
YOKSUL AMA UMUTLU
Biz, 50-52 yıl önce, o zamanlar 'yoksul' tabir edilen kesimdeydik. Durumumuz şöyleydi; O dönemde salonda bulunan divanlardan birinin altı 10-15 karpuz, diğerinin altı da tıkabasa kavun doluydu. Eylül ayında büyük çinko kovalara kışlık peynir, tereyağ basılırdı.
Şekerin zararının henüz bilinmediği yıllarda;
-Büyük cam kavanozlara dağ çileği, şeftali, kayısı reçelidoldurulurdu. Kışa hazırlık olarak da; Tarhana, biber salçası ve domates salçası yapılırdı. Yine çeşit çeşit turşular kurulurdu. Annem büyük bidonlara ayrı ayrı biber, salatalık ve taze fasulye, babam ise zeytinyağlı domates-biber turşusu kurardı.
Bir deKarslı komşumuzdan kaşar, Kayserili komşumuzdan pastırma - sucuk, Gaziantep'lilerden fıstık gelir, ikram dışında çokça da satın alırdı babam. 1990’a kadar arabamız yoktu ama her hafta sonu taksiyle epeyce uzaktaki dere kenarına gider balık tutar mangal yakardık. Hemen her hafta mal almak üzere İstanbul'a giderdik. TATİL SORUN DEĞİLDİ
Babam yılda bir kez minibüs tutar, abim dükkanda kalır, biz Karadeniz’den Akdeniz’e kadar gezer, akraba ziyareti yapardık.
Babam tek başına 4 nüfusa baktı, yanımıza okumaya gelen ve bizimle 6 yıl kalan kuzenim oldu. Bir kuzenim de yanımızda 4 yıl kaldı, halam ve çocuğu yanımızda aralıklı olarak 1 yıl kadar kaldı. Babamın halası bizde 3 yıl yaşadı, amcam evlendiğinde ilk 2 yıl bizim evde eşiyle birlikte ayrı bir odada kaldılar.
GELİR YETERDİ Babam tek başına çalışıp hem bize baktı hem de arada gelip giden akrabaların ihtiyaçlarını karşıladı.
Babam, ağabeyim ve benim de çalıştığımız tek dükkan geliriyle evimizi aldı. YA ŞİMDİ...
Yıl 2024, aylardan ağustos. Yiyeceklerin en bol olduğu zamanda;
Sofralık domates 35-60 lira arasında, salçalık ankon domates pazarda 25 lira, taze barbunya fasulyesi 100 lira, yeşil fasulye 80 lira, yenilebilecek peynir çeşitleri 350 lira, etinucuzu 500 lira. Aklıma geliverenler bunlar... Eskiden yoksul dediğimiz insanlar şimdinin çok zenginiymiş meğer!
Benim de rahmetli babam Düziçi Köy Enstitüsü mezunu ilkokul öğretmeniydi. Ev kiraydı, 5 kardeş okuduk ve ne balıktan ne etten ne de ‘antep fıstığından’ eksik kaldık.
Babam haftasonları sabaha karşı deniz kenarına gider, 4-5 saat sonra 6-7 kilo balıkla dönerdi. Çupra, karagöz, kefal, istavrit çok olurdu. Komşulara balık dağıtırdık. Tulumbadan su çeker içer, bahçedeki ağaçları sulardık. Cibinlik içinde uyur, geceleri sıcaktan patlardık ama hiç huzursuz olmazdık. 7 kişilik ailede ‘okuyup adam olmak için’ çaba harcamak yeterliydi. Özel ‘matematik ve müzik’ dersi dahi alırdık.
Bayramlarda mutlaka bir ayakkabı ya da o günkü şartlara göre ‘takım elbise ya da gömlek’ alınırdı. Bayram yerlerine gidilir, çarpışan otolara ve salıncaklara binerdik. Eve dönerken hepimizin elinde dondurma olurdu.
Anneanne, dede, teyze, hala, dayı, amca ve kuzenler toplandığımızda 30 kişi olurduk evde. Yenir, içilir, gezilir, bol bol sohbet edilirdi. Babamdan ya da annemden tek bir yakınma duymadım çocukluğumda.
Bunca harcamayı ben bugün yapamam.
Bir zamanlar ne zenginmişiz de haberimiz yokmuş meğer.
Geçim yoksa seçim olur!
Hemen şimdi!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Can TOPAKTAŞ
Eskinin fakiri
Eğitimci-Danışman Rabia Gürer Gürkan’dan alıntıyla başlayacağım bugün. Türkiye’nin zengini ile fakiri arasındaki farkı, sayılara dökmeden, istatistiklere başvurmadan öyle güzel anlatmış ki; tek satırına bile dokunamadım. Kendi çocukluğuma gittim.
Hepimizin geçmişteki anılarına, yaşamdaki güzelliklere değinmiş, ‘geçim olmazsa seçim olur’ sözü yerine gelmiş.
Yazıyı okuduktan sonra ‘Büyükşehir Yasası’ ile toplumun nasıl savrulduğunu, ‘Köylünün milletin efendisi’ olma yolundaki çabalarının hangi kararlarla sekteye uğratıldığını ve İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun neden boşaltılmak istendiğini de anlayacaksınız.
YOKSUL AMA UMUTLU
Biz, 50-52 yıl önce, o zamanlar 'yoksul' tabir edilen kesimdeydik.
Durumumuz şöyleydi;
O dönemde salonda bulunan divanlardan birinin altı 10-15 karpuz, diğerinin altı da tıkabasa kavun doluydu.
Eylül ayında büyük çinko kovalara kışlık peynir, tereyağ basılırdı.
Şekerin zararının henüz bilinmediği yıllarda;
-Büyük cam kavanozlara dağ çileği, şeftali, kayısı reçeli doldurulurdu.
Kışa hazırlık olarak da;
Tarhana, biber salçası ve domates salçası yapılırdı.
Yine çeşit çeşit turşular kurulurdu. Annem büyük bidonlara ayrı ayrı biber, salatalık ve taze fasulye, babam ise zeytinyağlı domates-biber turşusu kurardı.
Bir de Karslı komşumuzdan kaşar, Kayserili komşumuzdan pastırma - sucuk, Gaziantep'lilerden fıstık gelir, ikram dışında çokça da satın alırdı babam.
1990’a kadar arabamız yoktu ama her hafta sonu taksiyle epeyce uzaktaki dere kenarına gider balık tutar mangal yakardık.
Hemen her hafta mal almak üzere İstanbul'a giderdik.
TATİL SORUN DEĞİLDİ
Babam yılda bir kez minibüs tutar, abim dükkanda kalır, biz Karadeniz’den Akdeniz’e kadar gezer, akraba ziyareti yapardık.
Babam tek başına 4 nüfusa baktı, yanımıza okumaya gelen ve bizimle 6 yıl kalan kuzenim oldu. Bir kuzenim de yanımızda 4 yıl kaldı, halam ve çocuğu yanımızda aralıklı olarak 1 yıl kadar kaldı. Babamın halası bizde 3 yıl yaşadı, amcam evlendiğinde ilk 2 yıl bizim evde eşiyle birlikte ayrı bir odada kaldılar.
GELİR YETERDİ
Babam tek başına çalışıp hem bize baktı hem de arada gelip giden akrabaların ihtiyaçlarını karşıladı.
Babam, ağabeyim ve benim de çalıştığımız tek dükkan geliriyle evimizi aldı.
YA ŞİMDİ...
Yıl 2024, aylardan ağustos. Yiyeceklerin en bol olduğu zamanda;
Sofralık domates 35-60 lira arasında, salçalık ankon domates pazarda 25 lira, taze barbunya fasulyesi 100 lira, yeşil fasulye 80 lira, yenilebilecek peynir çeşitleri 350 lira, etin ucuzu 500 lira. Aklıma geliverenler bunlar...
Eskiden yoksul dediğimiz insanlar şimdinin çok zenginiymiş meğer!
Eskinin fakirini yukarıda yazdım, bugünün fakiri, tabirimi hoş görün; fasfakir olmalı.”
TEK MAAŞ
Benim de rahmetli babam Düziçi Köy Enstitüsü mezunu ilkokul öğretmeniydi. Ev kiraydı, 5 kardeş okuduk ve ne balıktan ne etten ne de ‘antep fıstığından’ eksik kaldık.
Babam haftasonları sabaha karşı deniz kenarına gider, 4-5 saat sonra 6-7 kilo balıkla dönerdi. Çupra, karagöz, kefal, istavrit çok olurdu. Komşulara balık dağıtırdık. Tulumbadan su çeker içer, bahçedeki ağaçları sulardık. Cibinlik içinde uyur, geceleri sıcaktan patlardık ama hiç huzursuz olmazdık. 7 kişilik ailede ‘okuyup adam olmak için’ çaba harcamak yeterliydi. Özel ‘matematik ve müzik’ dersi dahi alırdık.
Bayramlarda mutlaka bir ayakkabı ya da o günkü şartlara göre ‘takım elbise ya da gömlek’ alınırdı. Bayram yerlerine gidilir, çarpışan otolara ve salıncaklara binerdik. Eve dönerken hepimizin elinde dondurma olurdu.
Anneanne, dede, teyze, hala, dayı, amca ve kuzenler toplandığımızda 30 kişi olurduk evde. Yenir, içilir, gezilir, bol bol sohbet edilirdi. Babamdan ya da annemden tek bir yakınma duymadım çocukluğumda.
Bunca harcamayı ben bugün yapamam.
Bir zamanlar ne zenginmişiz de haberimiz yokmuş meğer.
Geçim yoksa seçim olur!
Hemen şimdi!