Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Şarkul Avsat: Türkiye’de basın özgürlüğü, sadece kağıt üzerinde

Ortadoğu ve Arap dünyasının en etkili gazetelerinden Şarkul Avsat, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı ile yaptığı özel röportaja geniş yer verdi. Gazetenin ilk sayfasından da anonslanan röportajda “Türkiye’de basın özgürlüğü,...

Haber Giriş Tarihi: 29.12.2014 13:14
Haber Güncellenme Tarihi: 29.12.2014 13:14
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursahaber.com/
Şarkul Avsat: Türkiye’de basın özgürlüğü, sadece kağıt üzerinde
Ortadoğu ve Arap dünyasının en etkili gazetelerinden Şarkul Avsat, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı ile yaptığı özel röportaja geniş yer verdi. Gazetenin ilk sayfasından da anonslanan röportajda “Türkiye’de basın özgürlüğü, sadece kağıt üzerinde” başlığı kullanıldı.

Gazete, sürmanşetten “Savcılığın benim hakkımdaki suçlamaların tek delili: Bir haber ve 2 makale” anonsuyla duyurduğu özel röportajı şu üst başlıkla verdi: “Dumanlı, kendisine yönelik suçlamalara ‘saçma’ dedi; Gülen için ise ‘terörist değil, barış ve diyalog insanı’ ifadesini kullandı.”

Özel mülakat, 14 Aralık özgür basına darbe operasyonuyla tutuklandıktan sonra mahkeme tarafından serbest bırakılan ve sonrasında savcının bırakılma kararına itiraz ettiği Dumanlı hakkında kısa bir değerlendirme ile başlıyor.

DARBE DÖNEMİNE GÖRE HAPİSHANE ŞARTLARI İYİLEŞTİ; ANCAK YARGININ İTİBARI YERLERDE GEZİYOR

Dumanlı’ın serbest bırakılma sonrası Çağlayan Adliyesi önünde yaptığı konuşmadan bir fotoğraf eşliğinde sunulan röportaj, Zaman Genel Yayın Müdürü’nün iki kez hapis tecrübesi yaşadığına şu cümlelerle dikkat çekiyor: “Dumanlı, 2 kez hapsoldu; birincisi 1980 askeri darbesi sırasında, henüz 16 yaşında iken. İkincisi ise Türk hükumetinin “Paralel Devlet” olarak nitelediği Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen medya organlarına bu ay ortasında başlattığı kampanya ve operasyon çerçevesinde tutuklandığında...”

Sunum yazısı şu cümlelerle devam ediyor: “Savcının mahkemenin serbest bırakma kararına itiraz etmesinin ardından Dumanlı her an tekrar tutuklanma tehdidiyle karşı karşıya. Ancak Dumanlı kendisine yöneltilen suçlamaları ciddiye almıyor ve saçma olarak görüyor. Ülkedeki hapishane şartlarının darbe dönemlerine göre fiziki olarak iyileşmesine rağmen bugünkü yargının itibarının ise yerle bir olması ve adalete güven duygusunun sarsılması karşısında üzüntülerini dile getiriyor.”

Röportajda Dumanlı’nın “Türkiye’de düşünce, ifade ve basın özgürlüklerine yöneltilen asıl tehdit, kanunlardaki eksikliklerden kaynaklanmıyor. Bizler bu özgürlükleri garantiye alan kanunların sadece kağıt üzerinde kaldığı bir dönemden geçiyoruz.” sözlerine vurgu yapılıyor.

‘USTALIK DÖNEMİ’NDE BASINA BASKI ZİRVE YAPTI

Şarkul Avsat ayrıca, Dumanlı’nın “Son 12 yılda 1863 gazeteci işinden kovuldu, bunların yüzde 90’ı Erdoğan’nın “Ustalık Dönemi” dediği son dönemde gerçekleşti” ve “Medya kuruluşları üzerinde büyük bir baskı var.. Bunun delili Türkiye’de “Alo Fatih” olarak bilinen hadisedir.” sözlerini spot/flaş cümlesi olarak verdi.

Şarkul Avsat’ta yer alan röportajın tam metni şu şekilde:

- Cezaevi tecrübeniz nasıldı? Size yönelik soruşturmada nelere odaklanıldı?

Aslında cezaevi benim için ilk değil. 12 Eylül 1980’de askeri darbe yapıldığında 16 yaşında bir lise öğrencisiydim. O dönemde de tutuklanmış, bir sene sonra ancak mahkemeye çıkmış, sonra da beraat etmiştim. O yıllarla kıyaslandığında teknik koşulların daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Ancak en üzücü fark şuydu: Askeri darbe döneminde karakolda işkence vardı; ama Adliye’de güven hâkimdi. Şimdi karakol şartları belli bir oranda iyileştirilmiş; fakat Adliye’deki siyasi yapılanma adalete duyulan güveni çok ciddi sarstığı için derin bir kaygı duyuyorsunuz. Bu üzücü bir durumdu.

Soruşturmanın aceleyle yapıldığı, delilsiz ve mesnetsiz iddialara dayandığı çok açık. Çünkü ellerinde benimle ilgili tek delil, bir haber ve iki köşe yazısından ibaret. Üstelik ne haberi ne de köşe yazılarını ben yazmış değilim. Samanyolu TV yöneticisi Hidayet Karaca Bey’in suçlandığı bütün konu da bir dizi film. Yazı ve diziden bir silahlı terör örgütü suçlaması çıkarmak korkunç bir hukuksuzluktur. Tarih bu gerçeği mutlaka yazacak ve suçlamaların ne kadar boş olduğu anlaşılacaktır.

HİZMET, KÖTÜ GİDİŞATI ALKIŞLASA HİÇ SORUN OLMAYACAKTI

- Siz hükümet tarafından ‘Paralel Yapı’nın propagandasını yapan haberler yapmakla suçlanıyorsunuz. Bu suçlamalara ne diyorsunuz? Siz Hizmet müntesibi misiniz?

Türkiye’de ve 160’dan fazla ülkede eğitim, barış, ihtiyaç sahiplerine yardım ve diyalog gibi sivil faaliyetlerle tanınan Hizmet Hareketi’nin “paralel yapı” diye yaftalanması, 17-25 Aralık 2013’te ortaya çıkan ve 4 bakanın istifasına neden olan büyük yolsuzluk skandalını örtmek ve gündem değiştirmek için yapılmış siyasi bir manevradır. Bir yıl öncesine kadar başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AKP’nin önde gelen isimleri en parlak sıfatlarla Hizmet Hareketi’ni alkışlıyorlardı. Hizmet, AKP hükümetine, bir yandan Türkiye’nin kendi Müslüman kimliği ile barışması; diğer yandan da ülkede demokratik rejimin sağlam bir zemine oturması ve kimliğine bakılmaksızın bütün vatandaşların insan haklarını garantiye alması için destek vermiştir. Ancak Türkiye’de yaşayan herkes ve tüm dünya son 2-3 yıldır AKP iktidarının demokrasiden uzaklaştığını ve yolsuzlukların arttığını görüyor. Dünya Şeffaflık Örgütü’nün son raporuna göre Türkiye yolsuzluk konusunda 11 sıra gerileyerek 2002 seviyesine düştü.

Hizmet Hareketi bu kötü gidişi alkışlasa hiçbir sorun yaşamayacaktı. Demokrasi ve hukuk devletinden geri gidişe geçince düşman ilan edildi. Türkiye toplumunda yanlış gidişe itiraz eden herkes paralel veya darbeci diye suçlanıyor. Bir futbol kulübü taraftarları şu anda hükümete darbe yapma iddiasıyla yargılanıyor. Saygın bir işadamı “Hukuk yaralanırsa yerli ve yabancı yatırımlar olumsuz etkilenir” dendiği için bizzat Erdoğan tarafından “vatan haini” diye suçlandı.

Avrupa Birliği sürecinin de etkisiyle önemli demokratik reformlar yapan AKP iktidarı kendi eliyle yaptığı ileri adımları teker teker geçersiz hale getirmeye başlayarak son dönemde otoriter bir eğilime girdi. Eleştirel görüşleri nedeniyle çok sayıda gazeteci işten atıldı. Medya sahiplerine nasıl baskı uygulandığı “Alo Fatih” olayı ve gazete üst düzey yöneticilerinin itiraflarıyla deşifre oldu. Gezi olayları sırasında tüm dünya göstericilerin öldürüldüğü protestoları haber verirken, Türkiye’de medyanın konuyla ilgili yayın yapamaması baskının boyutlarını tüm dünyanın görmesini sağladı.

2014’te Twitter ve Youtube gibi sosyal medyaların yasaklandığını gördük. Anamuhalefet partisi CHP’nin hazırladığı “Kalemi Kırılan Gazeteciler” raporuna göre 12 yılda 1863 gazeteci işini kaybetti. Bunların yüzde 90’ı AKP’nin ‘ustalık’ denilen üçüncü döneminde gerçekleşti. 17-25 Aralık’ta 4 bakan, bakan çocukları, Erdoğan’ın oğlu ve işadamlarıyla ilgili ağır yolsuzluk iddialarının ortaya çıkması üzerine bağımsız yargıya, polise, özgür medyaya baskılar daha da arttı. Freedom House’un son raporuna göre Türkiye artık “medyası özgür olmayan ülkeler” ligine düştü. Zaman ve Samanyolu’na vurulan darbe, maalesef bu genel kötü gidiş sürecinde sadece son kötü örneklerden biridir. İşin kötü tarafı, medya özgürlüğü açısından bu olumsuz eğilimin artmasından endişe ediliyor. Özgür düşüncelerini dile getiren, iktidarı eleştiren bütün gazete, televizyon ve internet haber sitelerinin geleceği tehlikede.

PARALEL YAPI İDDİASI, SAFSATADAN İBARET

- Paralel yapı iddiasına ne diyorsunuz?

“Paralel devlet” iddiası, Türkiye’nin en yüksek yargı makamı olan Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk’a göre safsatadan ibarettir. Asıl sorulması gereken soru, AKP iktidarının 12 yıldır çok sıcak baktığı Hizmet Hareketi’ni yolsuzlukların ortaya çıkar çıkmaz neden paralel, hatta silahlı terör örgütü gibi hukuka, akla, mantığa aykırı iftiralarla hedef aldığıdır. Dikkat çekici bir nokta ise AKP iktidarının Hizmet Hareketi’ne yönelik bu suçlamaları yaparken geçmişte kendisine askeri darbe girişiminde bulunmuş odaklarla bugün beraber hareket etmeye başlamasıdır.

Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi İslam’ın da özünde desteklediği evrensel insani değerleri destekleyen bir İslam alimi olarak Fethullah Gülen, hangi amaçla olursa olsun şiddeti tasvip etmemektedir. Gülen, “Müslüman terörist olamaz, terörist Müslüman olamaz” görüşünü her fırsatta dile getirmekte ve insanlığın sorunlarının eğitim, ruhi zenginleşme, karşılıklı anlayış ve adaletle sağlanacağına inanmaktadır. Türkiye dahil, Asya, Avrupa, Amerika, Afrika gibi dünyanın her yerinde 160 ülkede aktif olan Hizmet Hareketi’yle irtibatlı insanların bugüne kadar tek bir şiddet eylemi olmamasına rağmen terör örgütü diye suçlanması, hukuki dayanaktan yoksun ve tek kelimeyle saçmadır. 30 yıldır Zaman olarak Türkiye’nin gerçek bir demokrasi olması yönünde yayın yapıyoruz, bundan sonra da aynı çizgide yayın yapacağız. Ülkemizin önde gelen İslam alimlerinden olan ve tüm dünyada tanınan Fethullah Gülen Hocaefendi, görüşleriyle topluma ilham veren ve yazılarıyla gazetemize her hafta katkıda bulunan yazarımızdır.

HAKİKAT ARAYIŞIMIZ, AYNI CESARETLE DEVAM EDECEK

- Bu deneyimden sonra Zaman’ın yaklaşımı değişecek mi? Hükümetin söylediği gibi siz çatışmanın bir parçası mısınız?

Öncelikle belirtmek gerekir ki son yaşananlar Zaman’a uygulanan devlet baskısının ilk örnekleri değil. Muhabir arkadaşlarımız Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı görevine başladığı Ağustos sonundan bu yana Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, pek çok bakanlık ve belediyenin basın toplantılarına alınmıyorlar. Bu açık ayrımcılık öncesinde de gazetemize yönelik bir itibar suikastı ile karşı karşıyaydık. Devletin zirve isimleri kameralar önünde halktan gazetemizi almamalarını istedi, çalışanlarımıza da işlerinden ayrılmaları çağrısı yapıldı. Bütün bu baskılara rağmen doğruyu arama ve yansıtma yönündeki net tavrımız nedeniyle gün geçtikçe daha da fazla mağdur edildik ve nihayet tüm dünyanın gözleri önünde tamamen kurmaca suçlamalarla gözaltına alındım. Bundan sonra da söz konusu her ve her kim olursa olsun hakikat arayışımız aynen sürecektir.

Bununla birlikte şunu da ifade etmeliyim ki biz hiçbir çatışmanın parçası da tarafı da değiliz. Yaptığımız hükümet ya da bir parti karşıtlığı değildir. Ortada bizden bağımsız olarak var olan üst düzey yolsuzluk iddialarını cesaretle okuyucularımıza duyurma yönündeki irademiz nedeniyle bir kavganın parçası gibi görülüyoruz. Hakikatte ise bu irade nedeniyle kendisine saldırılan ve bu saldırılar karşısında yine kendisi ve ilkelerini yalnız dürüst gazetecilik faaliyetleriyle savunmaya çalışan bir medya grubuyuz. Halen ve bundan sonra da daima bütün siyasi partilere eşit uzaklıkta bulunuyoruz, bulunacağız.

BENZER KAYGILAR, BİRÇOK ÇEVRE TARAFINDAN PAYLAŞILIYOR

- Hükümet fikir özgürlüğünün koruma altında olduğunu söylüyor. Sanıklar gazeteci olsa bile suç işlemekle itham ediliyorlar. Peki Türkiye’deki fikir özgürlüğünden neden endişe ediyorsunuz?

Bütün soruşturmalarda olduğu gibi şüpheliler hakkındaki delillerin somut olması gerekiyor. Benim ve tutuklu meslektaşım Hidayet Karaca için öne sürülen “terör örgütü yöneticiliği” suçlamasının ise hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Ben bir haber ve iki köşe yazısı nedeniyle, Sayın Karaca da kurgusal bir TV dizisi nedeniyle bu soruşturma kapsamına alınmış ve çok ağır suçlamalara maruz kalmıştır. Yalnızca bu durum bile fikir, ifade ve basın özgürlüğündeki geriye gidiş konusunda endişelenmek için yeterlidir; ancak ne yazık ki benzer kaygıların geniş çevrelerce duyulmasına neden olan pek çok başka sebep de bulunmaktadır. Twitter ve Youtube’a yönelik yasaklar ile muhalif yüzlerce gazetecinin fikirleri nedeniyle işini kaybetmesi bunlara örnek olarak verilebilir.

Bu sebepler nedeniyle olacak ki ABD merkezli özgürlük savunucusu Freedom House 2014 Mayıs’ta yaptığı değerlendirmede Türkiye’yi basının “özgür olmadığı” ülkeler arasına dâhil etmiştir. Fikir, ifade ve basın hürriyetlerine yönelik kısıtlamalar ülkemizin üyelik müzakereleri sürdürdüğü Avrupa Birliği’nin yasama organı olan Avrupa Parlamentosu’nun yıllık Türkiye raporlarında da genişçe yer almış, Brüksel her fırsatta bu alanlarda Ankara’ya sert eleştiriler yöneltmiştir. Ne yazık ki bu eleştiriler dinlenmediği gibi eleştiri sahiplerinin tamamının da Sayın Erdoğan liderliğindeki Ankara yönetimi tarafından şeytanlaştırıldığı bir dönemi yaşıyoruz.

KÖTÜ GİDİŞE DUR DİYECEK BİRKAÇ GAZETE VE TELEVİZYON KALDI

-Türkiye’de basınla ilgili yasaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yasaların gazetecileri koruyabileceğine inanıyor musunuz?

Ülkemizde fikir, ifade ve basın hürriyetlerine yönelik asıl tehdit yasalardaki eksiklikten kaynaklanmıyor. Hukuk tanımaz, keyfi bir yönetim elinde bütün ulusal ve evrensel ilkelerin çiğnendiği, göz ardı edildiği bir dönem bu bizim yaşadığımız. Bu özgürlükleri teminat altına alan yasaların yalnızca kâğıt üstünde kaldığı, hükümetin polis ve yargıdaki uzantıları aracılığıyla bütün baskı ve yıldırma operasyonlarını hukuk elbisesi giydirerek icra ettirebildiği bir dönem. Maalesef kuvvetler (yasama, yürütme ve yargı) ayrılığı değil kuvvetlerin birliği söz konusu şu an ülkede. Denge ve dengeleme kurum ve mekanizmalarının da tamamen etkisizleştiği düşünülürse bu gidişe ‘dur’ diyebilecek geriye yalnızca birkaç gazete ve televizyonun kaldığı anlaşılıyor. Son dönemde bunların da doğrudan hedef alınması bu açıdan hiç sürpriz olmadı.

TÜRKİYE’NİN BU GİDİŞATI, BÖLGE VE DÜNYA BARIŞINA DA ZARAR VERİYOR

- Önümüzdeki dönemde nelerin yaşanmasını bekliyorsunuz? Zaman ve diğer muhalif gazetelerin kapatılmasından endişe ediyor musunuz?

Türkiye, İslam dünyası ile Batı arasında hem jeopolitik hem kültürel açıdan çok değerli bir köprü konumunda. Bana göre Türkiye için ideal olan, aynı zamanda hem Batı’da hem İslam dünyasında saygın olmasıdır. Şayet Türkiye, bir yandan İslami değerleri, tarihi ve komşularıyla barışırken bir yandan da demokrasi hayata geçirebilirse dünya barışı için vazgeçilmez bir ülke olacaktı. AKP iktidarının ilk dönemlerinde bu yönde ilerlerken Türkiye hem Doğu’da hem Batı’da yıldızı parlayan bir ülkeydi. Mesela bu çizginin sürdüğü 2008 yılında BM Güvenlik Konseyi’ne aday olduğunda 151 ülke Türkiye’ye destek verdi. Ancak bu çizgiden uzaklaştıkça, otoriterleştikçe, komşularıyla eşit ilişkiler yerine taraf tutan, içişlerine karışan bir siyasete kaydıkça Türkiye’nin itibarı büyük zarar gördü. Nitekim bu yıl yine BM Güvenlik Konseyi’ne aday olunca ancak 60 ülkenin desteğini alabildi ve seçilemedi. Dolayısıyla Türkiye için demokrasi zorunlu bir stratejik değerdir. Zaman olarak bunu dile getirmeye devam edeceğiz.

Bir süredir muhalif tüm sesleri kısmaya, interneti kısıtlamaya, medya sahiplerini vergi cezalarıyla sindirmeye dönük kötü politikalar uygulanıyor olsa da demokrasiden uzaklaşmış, otoriter bir Türkiye’nin sürdürülebilir olmadığını düşünüyorum. Bunun sadece Türkiye toplumu için değil, bölgemiz ve dünya barışı açısından da sakıncalı olduğu kanaatindeyim. Ülke daha fazla zarar görmeden yanlış yoldan dönüleceği umudumu koruyorum.
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.