Davul ile zurnayı musikiden saymayan ve küçük gören bir sonradan görme İstanbullu, Edirne’de bir düğüne davet edilmiş. Yemekten sonra açık havada yapılan oyun ve eğlenceler sırasında bu hatırlı davetliye, zurnazen başı yaklaşarak sormuş:
“Çalmamızı arzu ettiğiniz herhangi bir eser var mı?
Ukala adam, dudak bükmüş:
“Ayol, kala kala zurnaya mı kaldık. Bunun peşrevi olmaz. Ne nota bilirsiniz,ne beste. Sizin çaldıklarınızı ben dinleyemem. İyisi mi, kendiniz çalın kendiniz oynayın.”
Zurnazen, bu hakaretlere pek içerlemiş.
“Görürsün sen efendi” diyerek, en kabiliyetli yamaklarını etrafına toplayıp, başlamış çalmaya.
O çalar, etrafındakiler söylermiş.
Ne Itri’si kalmış çalmadık, ne Dede Efendi’si.
Sonradan görme bey, ağzı bir karış açık onları uzun uzun dinlemiş.
Adamlar bir besteden bir besteye, bir makamdan bir makama geçtikçe de renkten renge girmiş.
Ama nedendir bilinmez halk arasında ise bu atasözü mahiyetinde ki deyime yüklenen anlam hikayedekinden farklı olarak
‘İnsanın kaderini zorlamamasını, ne çıkarsa bahtına razı olması gerektiği’ ni anlatmak için kullanılır.
El hak,içinde bulunduğumuz süreçte de deyimin bu şekilde kullanılmasını yadırgamamak gerekiyor aslında.
Boşa koysan dolmayan,doluya koysan almayan bir hengamenin içerisinde savrulup duruyoruz.
Gazetecisinden, siyasetçisine, esnafından memuruna yani sokakta kim varsa herkese durumdan vazife çıkarttırıp topumuzu duman eden bu ortamda yorumların çoğu da niyet okuma zemininde yapılıyor.
Siyasetçilerin söyledikleri, söylemedikleri, söyler gibi yapıp ta, söylemiyormuş gibi olmaları, yarım yarım cümleler kurup nasıl tamamlayacaklarını kendilerini de bilmemeleri, mimikleri vücut dilleri hepimizin yakın takibimizde olsalar da aklımızı karıştırmaktan öteye geçenleri pek yok.
Tabii bir sürü aklı evvelin olan biten hakkında mangalda kül bırakmayan o müthiş(!) yorumları da.
Aslında moda deyim ile durum şimdilik stabl.
Ortam her kafadan çıkacak laflara çok müsait.
Biz ‘bilen’ bir toplumuzdur; ‘Bilmiyorum’ demeyi ayıp sayarız.
Hepimizin her konuda genellikle kulaktan duyma olsa da fikri vardır.
Eee fikri varsa zikri de vardır elbet.
Ben bu günlerde gazetecilere çok üzülüyorum. Habersizlikten haber çıkartmanın, okuyucularına ipuçları verebilmek için,kendi içlerinde dolanmalarının ağırlığı altında eziliyorlar. Öyle ya okuyucu gerçek haber ister,bilgi ister,kanaat oluşturucu yorum ister.
Zor iş zor.
Dedikoduya haber değeri biçilmiyor ki..
Şu son on günde her tandanstan olan bitenden başı dönerek,bir gün önce kurduğu cümleleri ertesi gün inkar edeninden, siyasetçilerin kaşının gözünün seyirtmesini erken seçime yoranına kadar yüzden farklı makale okudum.
Adamın adına bakıp ‘Bir bildiği vardır’ diye başladığım yazılar da,bırakın bilgiyi,algı kabileyetinden bile şüphe ettiklerim kadar,kendisinden hiç ummadığım ama akla yakın seçenekleri analiz ederek okuyucusuna sunabilenler de vardı elbet.
Kabul ediyor ve anlıyorum,bulanık suda balık avlamak zordur.
Tuttuğunu da illa ki satacağım diye pazara çıkartıp, bu hevesi uğruna madara olma olasılığı da çoktur.
Yazının zurna ile ne alakası var diyen olursa;
Hiiiç…
Bu zurna ilginç bir çalgı;
Hem peşrevi yok,hem de zırt diyor.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Olcay ERÖZDEN
Zurnada peşrev olmaz; zırt olur…
Hikayesi ders niteliğindedir;
Bir hatırlayalım mı?
Davul ile zurnayı musikiden saymayan ve küçük gören bir sonradan görme İstanbullu, Edirne’de bir düğüne davet edilmiş. Yemekten sonra açık havada yapılan oyun ve eğlenceler sırasında bu hatırlı davetliye, zurnazen başı yaklaşarak sormuş:
“Çalmamızı arzu ettiğiniz herhangi bir eser var mı?
Ukala adam, dudak bükmüş:
“Ayol, kala kala zurnaya mı kaldık. Bunun peşrevi olmaz. Ne nota bilirsiniz,ne beste. Sizin çaldıklarınızı ben dinleyemem. İyisi mi, kendiniz çalın kendiniz oynayın.”
Zurnazen, bu hakaretlere pek içerlemiş.
“Görürsün sen efendi” diyerek, en kabiliyetli yamaklarını etrafına toplayıp, başlamış çalmaya.
O çalar, etrafındakiler söylermiş.
Ne Itri’si kalmış çalmadık, ne Dede Efendi’si.
Sonradan görme bey, ağzı bir karış açık onları uzun uzun dinlemiş.
Adamlar bir besteden bir besteye, bir makamdan bir makama geçtikçe de renkten renge girmiş.
Ama nedendir bilinmez halk arasında ise bu atasözü mahiyetinde ki deyime yüklenen anlam hikayedekinden farklı olarak
‘İnsanın kaderini zorlamamasını, ne çıkarsa bahtına razı olması gerektiği’ ni anlatmak için kullanılır.
El hak,içinde bulunduğumuz süreçte de deyimin bu şekilde kullanılmasını yadırgamamak gerekiyor aslında.
Boşa koysan dolmayan,doluya koysan almayan bir hengamenin içerisinde savrulup duruyoruz.
Gazetecisinden, siyasetçisine, esnafından memuruna yani sokakta kim varsa herkese durumdan vazife çıkarttırıp topumuzu duman eden bu ortamda yorumların çoğu da niyet okuma zemininde yapılıyor.
Siyasetçilerin söyledikleri, söylemedikleri, söyler gibi yapıp ta, söylemiyormuş gibi olmaları, yarım yarım cümleler kurup nasıl tamamlayacaklarını kendilerini de bilmemeleri, mimikleri vücut dilleri hepimizin yakın takibimizde olsalar da aklımızı karıştırmaktan öteye geçenleri pek yok.
Tabii bir sürü aklı evvelin olan biten hakkında mangalda kül bırakmayan o müthiş(!) yorumları da.
Aslında moda deyim ile durum şimdilik stabl.
Ortam her kafadan çıkacak laflara çok müsait.
Biz ‘bilen’ bir toplumuzdur; ‘Bilmiyorum’ demeyi ayıp sayarız.
Hepimizin her konuda genellikle kulaktan duyma olsa da fikri vardır.
Eee fikri varsa zikri de vardır elbet.
Ben bu günlerde gazetecilere çok üzülüyorum. Habersizlikten haber çıkartmanın, okuyucularına ipuçları verebilmek için,kendi içlerinde dolanmalarının ağırlığı altında eziliyorlar. Öyle ya okuyucu gerçek haber ister,bilgi ister,kanaat oluşturucu yorum ister.
Zor iş zor.
Dedikoduya haber değeri biçilmiyor ki..
Şu son on günde her tandanstan olan bitenden başı dönerek,bir gün önce kurduğu cümleleri ertesi gün inkar edeninden, siyasetçilerin kaşının gözünün seyirtmesini erken seçime yoranına kadar yüzden farklı makale okudum.
Adamın adına bakıp ‘Bir bildiği vardır’ diye başladığım yazılar da,bırakın bilgiyi,algı kabileyetinden bile şüphe ettiklerim kadar,kendisinden hiç ummadığım ama akla yakın seçenekleri analiz ederek okuyucusuna sunabilenler de vardı elbet.
Kabul ediyor ve anlıyorum,bulanık suda balık avlamak zordur.
Tuttuğunu da illa ki satacağım diye pazara çıkartıp, bu hevesi uğruna madara olma olasılığı da çoktur.
Yazının zurna ile ne alakası var diyen olursa;
Hiiiç…
Bu zurna ilginç bir çalgı;
Hem peşrevi yok,hem de zırt diyor.