Ülkemizde son günlerde Diyarbakır merkezli yaşanılan ve küçük bir kız çocuğunun hunharca katledilmesi olayı ile ilgili gündem epey kalabalık. Narin’in aile içindeki bazı olaylar nedeniyle öldürüldüğü iddiaları ülkemizde ve dünyada şok etkisi yaptı. Pek çok kişi, özellikle sosyal medya ortamlarında yaptıklarında paylaşımlarında, akıl almaz yorumlarda bulunuyorlar.
Böyle bir olayın yaşanması insanlık adına üzücü ve cevabı verilemeyecek bir sonuç. Yapanların önce adalet sonra da Allah belalarını ve cezalarını versin. Umarım en kısa zamanda olay her yönüyle aydınlatılır. Suçlular yargı ve mahkeme önüne çıkarılır ve gereken cezalarını bulurlar.
Aile, toplum güvenliği, sosyal ve hukuki sorumluluk ile çocukların korunmasına yönelik pek çok konuda bu yaşanılan olay topluma bir kez daha ibretlik dersler veriyor. Hepimizin bu olaydan kendi payına düşen bir takım dersler çıkarması gerekiyor.
Gelelim, asıl konumuza. Bugün tarih 12 Eylül.
1980 yılının takvimleri 12 Eylül tarihini gösterdiği gün, bizler Sıkıyönetim ve Askeri darbe iye uyandık. Aradan tam tamına 44 yıl geldi, geçti. Ama gelip geçerken, toplumda, insanlarda, ailelerde hem sosyal hemde psikolojik travmalar bıraktı miras olarak. Birde dar ağacında asılan gençler. Hapislerde çürütülen gençler, ülkemizin geleceği olanların hapse atılması travmalarını yaşadık.
Hala 12 Eylülde gözaltına alınıp travmaları üzerinden atamayan arkadaşlarım var.
12 Eylül 1980 tarihinde, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları tarafından Türkiye tarihinin en kanlı askeri darbesi gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasında nelerin yaşandığını tarih şöyle yazıyor;
650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,
1 milyon 683 bin kişi, komünist, ülkücü, alevi, Kürt, dinci, şeriatçı denilerek fişlendi,
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı,
7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi,
124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,
Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 ASALA militanı),
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi,
500 kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,
404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargılandı,
388 bin kişiye pasaport verilmedi,
30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,
525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,
30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,
366 kişi “kuşkulu bir şekilde” öldü,
171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi,
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,
144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,
14 kişi açlık grevinde öldü,
16 kişi “kaçarken” vuruldu,
95 kişi “çatışmada” öldü,
73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi,
43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi,
937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,
31 gazeteci cezaevine girdi,
300 gazeteci saldırıya uğradı,
3 gazeteci silahla öldürüldü,
Gazeteler 300 gün sansürsüz yayın yapamadı,
13 büyük gazete için 303 dava açıldı,
39 ton gazete ve dergi imha edildi,
Yüz binlerce yayına el konuldu ve imha edildi.
Bugün geldiğimiz sürüce ve kanunlarımıza baktığımızda, bu suçlardan önemli bir kısmı insanlığa karşı suçlar kategorisindedir. Uluslar arası Ceza Mahkemelerince bu eylem ve işlemleri yapanlar, utanç suçu işledikleri için ifşa edilmektedirler. Cezalandırılmaktadırlar.
Darbecilerin işledikleri darbe suçu ve insanlığa karşı suçlarla ilgili olarak Türkiye’de ilk olarak Adana Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu tarafından 28 Mart 2000 tarihinde iddianame hazırlanmıştır. Ancak Sacit Kayasu, o dönem HSYK kararı ile meslekten ihraç edilerek yargılamanın önüne geçilmiştir.
07.05.2010 tarih ve 5 bin 982 sayılı kanunla 82 Anayasasının çeşitli maddeleri değiştirilmiştir. Değişiklik ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nin 07.07.2010 gün ve 2010/49 E, 2010/87 K sayılı kısmi iptal kararı sonrasındaki hali ile Anayasa değişiklikleri halkoyuna sunulmuştur. Bu değişikliklerin 12 Eylül Davasını ilgilendiren kısmı geçici 15.maddenin yürürlükten kaldırılmasıdır.
İşte ne olduysa o maddenin referandumda, halk oylamasıyla kaldırılmasından sonra yapılmaya başlandı. Geciken adalet, o tarihten sonra, darbecilere karşı işlenmeye, görevini ifa etmeye başladı deniliyor.
Geçici 15.madde şu hususları düzenlemekteydi. “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz. Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.”
İşin ilginç olan yönü ise, 12 Darbecilerinin Adalet önüne getirilip, Mahkemeye çıkarıldığı ve yargılandıkları dava için karar yine 12 Eylül tarihinde halkımız tarafından verildi. Ama, aradan tam tamına 30 yıl geldi, geçti. Bir insanın yarı ömrü, darbecileri koruyan Anayasa maddeleri ve insanların yok yere zindanlarda çürümeye terk edilmesiyle yaşanılan olayların yok sayılmasıyla yaşandı.
Bunun üzerine, 12 Eylül 1980 tarihinde ülkemizin silahlı güçleri, askerleri ve askeri kıtalarını yanlarına alıp darbe yapan komutanlardan hayatta olanlar, adalet önünde hesap verdiler.
Şimdi, ülkemizde yine 30 Ağustos tarihinde Askerlik Akademisi mezuniyet töreni sırasında, genç diploma alıp, teğmen olmayı hak eden genç subayların kılıçlarını çekip bir takım sloganlar atmasıyla gelişen olayları tartışıyoruz. Darbe heveslileriyle, demokrasi heveslileri bir kez daha karşı karşıya geldi.
Ekonomik sıkıntılar, asgari ücret, emekli maaşları, ülkemizin geleceği, eğitim gören gençlerin iş ve aş bulma sorunlarının çözümlenmesi, evlenme, nüfus azalmasına yönelik ailelerin kurulması ve çocuk sahibi olmalarıyla ilgili tartışmalar ve geleceğe yönelik plan projeler üretilmesi gerekirken biz hala darbe heveslilerini konuşup zaman kaybediyoruz.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Muharrem KARABULUT
Geç kalan adalet !
Ülkemizde son günlerde Diyarbakır merkezli yaşanılan ve küçük bir kız çocuğunun hunharca katledilmesi olayı ile ilgili gündem epey kalabalık. Narin’in aile içindeki bazı olaylar nedeniyle öldürüldüğü iddiaları ülkemizde ve dünyada şok etkisi yaptı. Pek çok kişi, özellikle sosyal medya ortamlarında yaptıklarında paylaşımlarında, akıl almaz yorumlarda bulunuyorlar.
Böyle bir olayın yaşanması insanlık adına üzücü ve cevabı verilemeyecek bir sonuç. Yapanların önce adalet sonra da Allah belalarını ve cezalarını versin. Umarım en kısa zamanda olay her yönüyle aydınlatılır. Suçlular yargı ve mahkeme önüne çıkarılır ve gereken cezalarını bulurlar.
Aile, toplum güvenliği, sosyal ve hukuki sorumluluk ile çocukların korunmasına yönelik pek çok konuda bu yaşanılan olay topluma bir kez daha ibretlik dersler veriyor. Hepimizin bu olaydan kendi payına düşen bir takım dersler çıkarması gerekiyor.
Gelelim, asıl konumuza. Bugün tarih 12 Eylül.
1980 yılının takvimleri 12 Eylül tarihini gösterdiği gün, bizler Sıkıyönetim ve Askeri darbe iye uyandık. Aradan tam tamına 44 yıl geldi, geçti. Ama gelip geçerken, toplumda, insanlarda, ailelerde hem sosyal hemde psikolojik travmalar bıraktı miras olarak. Birde dar ağacında asılan gençler. Hapislerde çürütülen gençler, ülkemizin geleceği olanların hapse atılması travmalarını yaşadık.
Hala 12 Eylülde gözaltına alınıp travmaları üzerinden atamayan arkadaşlarım var.
12 Eylül 1980 tarihinde, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları tarafından Türkiye tarihinin en kanlı askeri darbesi gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasında nelerin yaşandığını tarih şöyle yazıyor;
650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,
1 milyon 683 bin kişi, komünist, ülkücü, alevi, Kürt, dinci, şeriatçı denilerek fişlendi,
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı,
7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi,
124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,
Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 ASALA militanı),
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi,
500 kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,
404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargılandı,
388 bin kişiye pasaport verilmedi,
30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,
525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,
30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,
366 kişi “kuşkulu bir şekilde” öldü,
171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi,
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,
144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,
14 kişi açlık grevinde öldü,
16 kişi “kaçarken” vuruldu,
95 kişi “çatışmada” öldü,
73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi,
43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi,
937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,
31 gazeteci cezaevine girdi,
300 gazeteci saldırıya uğradı,
3 gazeteci silahla öldürüldü,
Gazeteler 300 gün sansürsüz yayın yapamadı,
13 büyük gazete için 303 dava açıldı,
39 ton gazete ve dergi imha edildi,
Yüz binlerce yayına el konuldu ve imha edildi.
Bugün geldiğimiz sürüce ve kanunlarımıza baktığımızda, bu suçlardan önemli bir kısmı insanlığa karşı suçlar kategorisindedir. Uluslar arası Ceza Mahkemelerince bu eylem ve işlemleri yapanlar, utanç suçu işledikleri için ifşa edilmektedirler. Cezalandırılmaktadırlar.
Darbecilerin işledikleri darbe suçu ve insanlığa karşı suçlarla ilgili olarak Türkiye’de ilk olarak Adana Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu tarafından 28 Mart 2000 tarihinde iddianame hazırlanmıştır. Ancak Sacit Kayasu, o dönem HSYK kararı ile meslekten ihraç edilerek yargılamanın önüne geçilmiştir.
07.05.2010 tarih ve 5 bin 982 sayılı kanunla 82 Anayasasının çeşitli maddeleri değiştirilmiştir. Değişiklik ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nin 07.07.2010 gün ve 2010/49 E, 2010/87 K sayılı kısmi iptal kararı sonrasındaki hali ile Anayasa değişiklikleri halkoyuna sunulmuştur. Bu değişikliklerin 12 Eylül Davasını ilgilendiren kısmı geçici 15.maddenin yürürlükten kaldırılmasıdır.
İşte ne olduysa o maddenin referandumda, halk oylamasıyla kaldırılmasından sonra yapılmaya başlandı. Geciken adalet, o tarihten sonra, darbecilere karşı işlenmeye, görevini ifa etmeye başladı deniliyor.
Geçici 15.madde şu hususları düzenlemekteydi. “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz. Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.”
İşin ilginç olan yönü ise, 12 Darbecilerinin Adalet önüne getirilip, Mahkemeye çıkarıldığı ve yargılandıkları dava için karar yine 12 Eylül tarihinde halkımız tarafından verildi. Ama, aradan tam tamına 30 yıl geldi, geçti. Bir insanın yarı ömrü, darbecileri koruyan Anayasa maddeleri ve insanların yok yere zindanlarda çürümeye terk edilmesiyle yaşanılan olayların yok sayılmasıyla yaşandı.
Bunun üzerine, 12 Eylül 1980 tarihinde ülkemizin silahlı güçleri, askerleri ve askeri kıtalarını yanlarına alıp darbe yapan komutanlardan hayatta olanlar, adalet önünde hesap verdiler.
Şimdi, ülkemizde yine 30 Ağustos tarihinde Askerlik Akademisi mezuniyet töreni sırasında, genç diploma alıp, teğmen olmayı hak eden genç subayların kılıçlarını çekip bir takım sloganlar atmasıyla gelişen olayları tartışıyoruz. Darbe heveslileriyle, demokrasi heveslileri bir kez daha karşı karşıya geldi.
Ekonomik sıkıntılar, asgari ücret, emekli maaşları, ülkemizin geleceği, eğitim gören gençlerin iş ve aş bulma sorunlarının çözümlenmesi, evlenme, nüfus azalmasına yönelik ailelerin kurulması ve çocuk sahibi olmalarıyla ilgili tartışmalar ve geleceğe yönelik plan projeler üretilmesi gerekirken biz hala darbe heveslilerini konuşup zaman kaybediyoruz.