O günden sonra iki buçuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, dönene kadar kızımı koruması için Allah'a yalvarışlarım.
Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler.
Her akşam eve döndüğümde yavrumu bir köşede battaniyenin altında büzüşmüş buluşum.
-"Yavrum, iyi misin?
Korktun mu?" diye sorunca,
-"Korktum, ağladım, ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım" diyerek boynuma sarılışı. Bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden.
Bir türlü filmin sonu gelmiyordu. Nisan sonlarına doğru bir öğle paydosunda eve gelmiş ve zili çalmak zorunda kalmıştım.
O sabah telaşla çıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama çok dert etmemiştim.
Nasılsa kızım evdeydi.
Kapıyı açardı.
Ama açmadı.
Açmadığı gibi sesinin bütün gücüyle "Anne" diyerek ağlıyordu. "Kızım, ben annenim, aç kapıyı" dedikçe o;
"Hayır sen annem değilsin.
Sen kurtsun.
Beni yiyeceksin" diye feryat ediyordu.
Ne söyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli.
Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu.
Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim.
Yapacağım tek şey vardı.
Bir şekilde içeri girmek.
Ama nasıl?
Kapıyı kıracak gücüm yoktu. Nohutlu Tepesi'nde çilingir ne gezerdi.
İçerde yavrum feryat figan ağlıyordu.
Neden sonra alt kata inmeyi düşündüm.
Kapıyı açan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum.
Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve üst kattaki evimin balkonuna ulaştım.
Ben,153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup üç metrelik tırmanışı gerçekleştirerek, üçüncü kattaki evimin balkonuna ulaştım.
Hala anlamış değilim.
Sanki görünmeyen bir el beni yukarı çekti.
Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca açıp içeri koştum.
Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına sıkıştırmış ağlıyordu.
Sarıldım, sarıldım, sarıldım...
Gözyaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma büzüldü.
Sadece;
"Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti" diyebiliyordu.
O gün öğleden sonraki ilk dersimi kaçırdım.
Müdürün ikazına rağmen kızımı sınıfıma götürdüm.
Önce müdür muavini, sonra müdür tarafından azarlandım ama hiç cevap vermedim.
Sadece göz pınarlarımda iki damla yaş belirdi.
Ve o yaşlar müdürün birden susup özür dilemesine sebep oldu. Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.
Ben okumayacağım.
Anne olacağım diye feryat ediyordu.
Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu.
Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sözlerle haykırıyordu yüzüme. Hayatımın hiçbir anında böylesine bir acı yaşamamıştım.
Hiçbir söz yüreğimi ve belleğimi böylesine hırpalamamıştı.
Kızımın kestane rengi saçlarını okşadım.
Tokadımla kızaran yanağını öptüm.
Başını göğsüme bastırdım.
Onun hafızasında yer eden bütün acıları silmek istiyordum.
En doğru, en eğitici sözleri bulmalıydım.
Ama nasıl?
Bu allak bullak beyinle nasıl?
Öylece ne kadar kaldık bilemiyorum.
Bir ara konuşacak gücü bulabildim.
"Kızım, her okuyan kadın çalışmak zorunda değildir.
Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum.
Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin.
Çalışmak zorunda değilsin ki.
Sen de evde çocuklarına bakar, onlara okuma yazma öğretirsin" diye devam eden birçok cümle sıraladım peş peşe.
Kızım ikna olmuş görünüyordu. Ertesi gün okuldan geldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum.
Kızım, okuyup yazmayı aylar önce öğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı.
Öğretmeni şaşkındı.
Nasıl olur da bir çocuk, bir günde bu kadar ilerleme kaydedebilir?" diye soruyordu.
Bu sorunun cevabı öyle uzun ve anlaşılması öyle güçtü ki...
O an susmak, en güzel cevaptı çünkü bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik.
Alıntı
Bende hep çalışan anne oldum.
Öyle zor oluyordu ki şükür o günlerimiz iyi kötü bir şekilde geçti.
Tabii çocuklarımın o günlere ait serzenişleri hala bitmedi.
Tekrar görüşünceye dek
Sevgiyle kalın.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hülya AYTEKİN
Okurken gözyaşlarınıza engel olamayacaksınız (2)
O günden sonra iki buçuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, dönene kadar kızımı koruması için Allah'a yalvarışlarım.
Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler.
Her akşam eve döndüğümde yavrumu bir köşede battaniyenin altında büzüşmüş buluşum.
-"Yavrum, iyi misin?
Korktun mu?" diye sorunca,
-"Korktum, ağladım, ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım" diyerek boynuma sarılışı. Bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden.
Bir türlü filmin sonu gelmiyordu. Nisan sonlarına doğru bir öğle paydosunda eve gelmiş ve zili çalmak zorunda kalmıştım.
O sabah telaşla çıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama çok dert etmemiştim.
Nasılsa kızım evdeydi.
Kapıyı açardı.
Ama açmadı.
Açmadığı gibi sesinin bütün gücüyle "Anne" diyerek ağlıyordu. "Kızım, ben annenim, aç kapıyı" dedikçe o;
"Hayır sen annem değilsin.
Sen kurtsun.
Beni yiyeceksin" diye feryat ediyordu.
Ne söyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli.
Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu.
Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim.
Yapacağım tek şey vardı.
Bir şekilde içeri girmek.
Ama nasıl?
Kapıyı kıracak gücüm yoktu. Nohutlu Tepesi'nde çilingir ne gezerdi.
İçerde yavrum feryat figan ağlıyordu.
Neden sonra alt kata inmeyi düşündüm.
Kapıyı açan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum.
Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve üst kattaki evimin balkonuna ulaştım.
Ben,153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup üç metrelik tırmanışı gerçekleştirerek, üçüncü kattaki evimin balkonuna ulaştım.
Hala anlamış değilim.
Sanki görünmeyen bir el beni yukarı çekti.
Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca açıp içeri koştum.
Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına sıkıştırmış ağlıyordu.
Sarıldım, sarıldım, sarıldım...
Gözyaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma büzüldü.
Sadece;
"Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti" diyebiliyordu.
O gün öğleden sonraki ilk dersimi kaçırdım.
Müdürün ikazına rağmen kızımı sınıfıma götürdüm.
Önce müdür muavini, sonra müdür tarafından azarlandım ama hiç cevap vermedim.
Sadece göz pınarlarımda iki damla yaş belirdi.
Ve o yaşlar müdürün birden susup özür dilemesine sebep oldu. Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.
Ben okumayacağım.
Anne olacağım diye feryat ediyordu.
Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu.
Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sözlerle haykırıyordu yüzüme. Hayatımın hiçbir anında böylesine bir acı yaşamamıştım.
Hiçbir söz yüreğimi ve belleğimi böylesine hırpalamamıştı.
Kızımın kestane rengi saçlarını okşadım.
Tokadımla kızaran yanağını öptüm.
Başını göğsüme bastırdım.
Onun hafızasında yer eden bütün acıları silmek istiyordum.
En doğru, en eğitici sözleri bulmalıydım.
Ama nasıl?
Bu allak bullak beyinle nasıl?
Öylece ne kadar kaldık bilemiyorum.
Bir ara konuşacak gücü bulabildim.
"Kızım, her okuyan kadın çalışmak zorunda değildir.
Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum.
Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin.
Çalışmak zorunda değilsin ki.
Sen de evde çocuklarına bakar, onlara okuma yazma öğretirsin" diye devam eden birçok cümle sıraladım peş peşe.
Kızım ikna olmuş görünüyordu. Ertesi gün okuldan geldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum.
Kızım, okuyup yazmayı aylar önce öğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı.
Öğretmeni şaşkındı.
Nasıl olur da bir çocuk, bir günde bu kadar ilerleme kaydedebilir?" diye soruyordu.
Bu sorunun cevabı öyle uzun ve anlaşılması öyle güçtü ki...
O an susmak, en güzel cevaptı çünkü bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik.
Alıntı
Bende hep çalışan anne oldum.
Öyle zor oluyordu ki şükür o günlerimiz iyi kötü bir şekilde geçti.
Tabii çocuklarımın o günlere ait serzenişleri hala bitmedi.
Tekrar görüşünceye dek
Sevgiyle kalın.