Bir çocuğun mizaç yapısını bilmek, aslında onun ruh haritasını çözmektir. Çünkü her çocuk, aynı toprakta büyüse bile farklı bir çiçektir. Kimisi güneşi sever, kimisi gölgeyi; kimisi rüzgarda salınmak ister, kimisi sükûneti sever. İşte tam da bu noktada, Ziya Selçuk Hoca'nın söylediği gibi “mizaç bir tohumdur.” O tohumun cinsini değiştiremeyiz ama nasıl bir iklime, nasıl bir bakıma ihtiyaç duyduğunu anlayabiliriz.
Düşünün… Bir elma çekirdeğini toprağa ektiniz. Onu gül gibi sulasanız da, oradan gül çıkmaz. Aynı şekilde bir gül tohumu da elma vermez. Ne kadar çabalarsanız çabalayın,
doğasını değiştiremezsiniz. Ama o tohumun neye ihtiyaç duyduğunu bilirseniz, meyvesini en sağlıklı şekilde verecek ortamı hazırlayabilirsiniz. İşte çocuk yetiştirmek tam da böyle bir süreçtir. Mizaçla kavga etmek yerine, mizacın dilini öğrenmek gerekir.
Doğuştan Gelen Ruhsal Bir Yapı
Her çocuk dünyaya kendine özgü bir ruhsal “ayar” ile gelir. Kimi doğuştan hareketlidir, kimi sessizdir. Kimi dikkatini uzun süre bir işe verebilir, kimi çabucak sıkılır. Kimi duygularını dışa vurur, kimi içine atar. Bunların hiçbiri iyi ya da kötü değildir; sadece “farklıdır.”
Ne yazık ki birçok ebeveyn, bu farkı “problem” olarak görür. Sessiz çocuk için “Biraz sosyalleşsin artık”, hareketli çocuk için “Yerinde durmuyor” deriz. Yani çocuğu olduğu gibi görmek yerine, onu kalıplarımıza sığdırmaya çalışırız. Oysa bu, elmaya “neden çilek gibi kokmuyorsun?” demek gibidir.
Psikolog Thomas ve Chess’in yıllar önce yaptığı ünlü New York Longitudinal Study (1956) tam da bunu ortaya koyar. Araştırmada 133 çocuk 20 yıl boyunca izlenmiş ve çocukların mizaç özelliklerinin yaşam boyu sabit kaldığı görülmüştür. Yani doğuştan sakin olan bir çocuk, büyüdüğünde de genellikle aynı özellikleri taşır; sadece bunu ifade etme biçimi değişir.
Ziya Selçuk Hoca’nın çok güzel bir benzetmesi vardır: “Mizaç tohumdur, kişilik o tohumdan yetişen ağaçtır.”
Bir tohumun nasıl bir ağaca dönüşeceğini; aldığı güneş, gördüğü ilgi, aldığı su, çevresindeki rüzgâr belirler. Yani kişilik, mizaçla çevrenin oluşumudur. Bu nedenle çocukların mizaçlarını değiştiremeyiz ama kişilik gelişimlerini yönlendirebiliriz.
Örneğin, içine kapanık bir çocuk sosyal olamaz mı? Elbette olabilir. Ama bu çocuğun sosyal olmayı öğrenme biçimi, dışa dönük bir çocuktan farklı olur. Dışa dönük çocuk kalabalıkta parlar, içe dönük çocuk birebir ilişkilerde derin bağlar kurar. Biri güneş gibidir, diğeri mum
ışığı… Ama ikisi de aydınlatır.
Ne yazık ki çoğu zaman eğitim sistemimiz ve ebeveynlik anlayışımız mizacın doğasına ters davranıyor.
Hareketli bir çocuğu sürekli “sus, otur, dinle” diyerek bastırmak, onun öğrenme isteğini
söndürüyor.
Ağır düşünen bir çocuğu “hadi çabuk ol” diye zorlamak, onun güven duygusunu zedeler. Sürekli dikkat isteyen, yüksek sesli bir ortamda yetişen hassas çocuklar, bir süre sonra kendi içlerine kapanır.
Bu yüzden Ziya Selçuk Hoca’nın vurguladığı gibi, “eğitim çocuğu kalıba sokmak değil, potansiyelini fark etmektir.”
Her çocuk farklı bir “ritimle” öğrenir. Kimi merakla, kimi deneyerek, kimi gözlemleyerek. Bir
öğretmen ya da ebeveyn olarak bizim görevimiz, o ritmi bulmak ve ona eşlik etmektir.
Ali ve Elif’in Hikâyesi
Ali, 6 yaşında ve oldukça hareketli. Merdivenleri üçer beşer çıkar, sürekli konuşur, sürekli sorular sorar. Annesi bazen “yerinde dur” diye bağırır, bazen de “sana ne oldu böyle” diye yakınır. Okulda öğretmeni de aynı şekilde şikayetçidir: “Ali dersi bölüyor, sürekli ayağa kalkıyor.”
Oysa Ali bir “hareket mizaçlı” çocuktur. Beyni, düşüncelerini vücut hareketiyle senkronize ederek çalışır. Yani o yürürken öğrenir. Böyle bir çocuğu susturmak, ona “düşünmeyi yasaklamak” gibidir. Ali’ye koşarken sayı saymayı, oyunla yazı yazmayı öğretirseniz; zekâsı parlar.
Elif ise tam tersi… Sessiz, içine kapanık, duygusal bir çocuk. Kalabalık ortamlarda konuşmaktan çekiniyor. Öğretmeni “biraz özgüven kazansın” diyerek onu sürekli sahneye
çıkarıyor ama Elif’in iç dünyasında bu bir işkenceye dönüşüyor. Oysa Elif’in mizacına uygun
ortam, sessiz bir köşe, bir defter, birkaç renkli kalemdir. Orada kendini bulur. Bir çocuğu geliştirmek, onu zorlamak değil; doğasına uygun yollar bulmaktır.
Psikolojide mizaç; duygusal tepki verme biçimi, enerji düzeyi ve dikkat odağı gibi biyolojik temellerle açıklanır. Beyinde özellikle amigdala ve ön frontal korteks arasındaki etkileşim, çocuğun mizacını belirler. Bazı çocukların sinir sistemi daha hızlı uyarılır, bazıları daha yavaş tepki verir.
Bu farklılık “huysuzluk” değil, “biyolojik çeşitliliktir.”
Bir çocuk kolay sinirleniyorsa, “kötü huylu” değildir; sadece duygusal sistemi hassastır. Onu cezalandırmak yerine duygularını tanımayı öğretmek gerekir.
Bir diğeri fazla hareketliyse, hiperaktif demeden önce enerjisini yapıcı bir kanala
yönlendirmek gerekir.
Her mizaç tipi, doğru yönlendirildiğinde bir avantaja dönüşür.
Ebeveynlere Düşen Görev
Bir çocuğun mizacını anlamak, onun ruhuna ayna tutmaktır.
Eğer çocuğunuz sabırsızsa, sabrı öğretin ama sabırsız olduğu için utanmasına izin
vermeyin.
Eğer çocuğunuz sessizse, onu konuşturmak için değil, iç dünyasına kulak vermek için zaman ayırın.
Eğer çocuğunuz çok soru soruyorsa, “sus” demeyin; “harika bir soru, birlikte araştıralım”
deyin.
Çünkü çocuklar susturularak değil, anlaşılarak büyür. Tohumu Tanımak, Ağacı Korumaktır
Hiçbir anne baba, çocuğunu yanlış yetiştirmek istemez. Ama çoğu zaman farkında olmadan yanlış toprağa ekeriz. Oysa yapmamız gereken tek şey, tohumu tanımak…
Ziya Selçuk Hoca’nın sözleriyle bitirelim:
“Çocuğunuzun mizacını değiştiremezsiniz ama onu sağlıklı bir kişilik geliştirmesine yardımcı olabilirsiniz.”
Ve bu, iyi bir okulda eğitim görmekle değil; iyi bir kalpte sevgiyle büyümekle başlar. Çünkü her çocuk, anlayışla sulandığında; kendi doğasının en güzel meyvesini verir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Çiğdem IŞIK KAYA
“Çocuğunuzun mizacını biliyor musunuz?”
Bir çocuğun mizaç yapısını bilmek, aslında onun ruh haritasını çözmektir. Çünkü her çocuk, aynı toprakta büyüse bile farklı bir çiçektir. Kimisi güneşi sever, kimisi gölgeyi; kimisi rüzgarda salınmak ister, kimisi sükûneti sever. İşte tam da bu noktada, Ziya Selçuk Hoca'nın söylediği gibi “mizaç bir tohumdur.” O tohumun cinsini değiştiremeyiz ama nasıl bir iklime, nasıl bir bakıma ihtiyaç duyduğunu anlayabiliriz.
Düşünün… Bir elma çekirdeğini toprağa ektiniz. Onu gül gibi sulasanız da, oradan gül çıkmaz. Aynı şekilde bir gül tohumu da elma vermez. Ne kadar çabalarsanız çabalayın,
doğasını değiştiremezsiniz. Ama o tohumun neye ihtiyaç duyduğunu bilirseniz, meyvesini en sağlıklı şekilde verecek ortamı hazırlayabilirsiniz. İşte çocuk yetiştirmek tam da böyle bir süreçtir. Mizaçla kavga etmek yerine, mizacın dilini öğrenmek gerekir.
Doğuştan Gelen Ruhsal Bir Yapı
Her çocuk dünyaya kendine özgü bir ruhsal “ayar” ile gelir. Kimi doğuştan hareketlidir, kimi sessizdir. Kimi dikkatini uzun süre bir işe verebilir, kimi çabucak sıkılır. Kimi duygularını dışa vurur, kimi içine atar. Bunların hiçbiri iyi ya da kötü değildir; sadece “farklıdır.”
Ne yazık ki birçok ebeveyn, bu farkı “problem” olarak görür. Sessiz çocuk için “Biraz sosyalleşsin artık”, hareketli çocuk için “Yerinde durmuyor” deriz. Yani çocuğu olduğu gibi görmek yerine, onu kalıplarımıza sığdırmaya çalışırız. Oysa bu, elmaya “neden çilek gibi kokmuyorsun?” demek gibidir.
Psikolog Thomas ve Chess’in yıllar önce yaptığı ünlü New York Longitudinal Study (1956) tam da bunu ortaya koyar. Araştırmada 133 çocuk 20 yıl boyunca izlenmiş ve çocukların mizaç özelliklerinin yaşam boyu sabit kaldığı görülmüştür. Yani doğuştan sakin olan bir çocuk, büyüdüğünde de genellikle aynı özellikleri taşır; sadece bunu ifade etme biçimi değişir.
Ziya Selçuk Hoca’nın çok güzel bir benzetmesi vardır: “Mizaç tohumdur, kişilik o tohumdan yetişen ağaçtır.”
Bir tohumun nasıl bir ağaca dönüşeceğini; aldığı güneş, gördüğü ilgi, aldığı su, çevresindeki rüzgâr belirler. Yani kişilik, mizaçla çevrenin oluşumudur. Bu nedenle çocukların mizaçlarını değiştiremeyiz ama kişilik gelişimlerini yönlendirebiliriz.
Örneğin, içine kapanık bir çocuk sosyal olamaz mı? Elbette olabilir. Ama bu çocuğun sosyal olmayı öğrenme biçimi, dışa dönük bir çocuktan farklı olur. Dışa dönük çocuk kalabalıkta parlar, içe dönük çocuk birebir ilişkilerde derin bağlar kurar. Biri güneş gibidir, diğeri mum
ışığı… Ama ikisi de aydınlatır.
Ne yazık ki çoğu zaman eğitim sistemimiz ve ebeveynlik anlayışımız mizacın doğasına ters davranıyor.
Hareketli bir çocuğu sürekli “sus, otur, dinle” diyerek bastırmak, onun öğrenme isteğini
söndürüyor.
Ağır düşünen bir çocuğu “hadi çabuk ol” diye zorlamak, onun güven duygusunu zedeler. Sürekli dikkat isteyen, yüksek sesli bir ortamda yetişen hassas çocuklar, bir süre sonra kendi içlerine kapanır.
Bu yüzden Ziya Selçuk Hoca’nın vurguladığı gibi, “eğitim çocuğu kalıba sokmak değil, potansiyelini fark etmektir.”
Her çocuk farklı bir “ritimle” öğrenir. Kimi merakla, kimi deneyerek, kimi gözlemleyerek. Bir
öğretmen ya da ebeveyn olarak bizim görevimiz, o ritmi bulmak ve ona eşlik etmektir.
Ali ve Elif’in Hikâyesi
Ali, 6 yaşında ve oldukça hareketli. Merdivenleri üçer beşer çıkar, sürekli konuşur, sürekli sorular sorar. Annesi bazen “yerinde dur” diye bağırır, bazen de “sana ne oldu böyle” diye yakınır. Okulda öğretmeni de aynı şekilde şikayetçidir: “Ali dersi bölüyor, sürekli ayağa kalkıyor.”
Oysa Ali bir “hareket mizaçlı” çocuktur. Beyni, düşüncelerini vücut hareketiyle senkronize ederek çalışır. Yani o yürürken öğrenir. Böyle bir çocuğu susturmak, ona “düşünmeyi yasaklamak” gibidir. Ali’ye koşarken sayı saymayı, oyunla yazı yazmayı öğretirseniz; zekâsı parlar.
Elif ise tam tersi… Sessiz, içine kapanık, duygusal bir çocuk. Kalabalık ortamlarda konuşmaktan çekiniyor. Öğretmeni “biraz özgüven kazansın” diyerek onu sürekli sahneye
çıkarıyor ama Elif’in iç dünyasında bu bir işkenceye dönüşüyor. Oysa Elif’in mizacına uygun
ortam, sessiz bir köşe, bir defter, birkaç renkli kalemdir. Orada kendini bulur. Bir çocuğu geliştirmek, onu zorlamak değil; doğasına uygun yollar bulmaktır.
Psikolojide mizaç; duygusal tepki verme biçimi, enerji düzeyi ve dikkat odağı gibi biyolojik temellerle açıklanır. Beyinde özellikle amigdala ve ön frontal korteks arasındaki etkileşim, çocuğun mizacını belirler. Bazı çocukların sinir sistemi daha hızlı uyarılır, bazıları daha yavaş tepki verir.
Bu farklılık “huysuzluk” değil, “biyolojik çeşitliliktir.”
Bir çocuk kolay sinirleniyorsa, “kötü huylu” değildir; sadece duygusal sistemi hassastır. Onu cezalandırmak yerine duygularını tanımayı öğretmek gerekir.
Bir diğeri fazla hareketliyse, hiperaktif demeden önce enerjisini yapıcı bir kanala
yönlendirmek gerekir.
Her mizaç tipi, doğru yönlendirildiğinde bir avantaja dönüşür.
Ebeveynlere Düşen Görev
Bir çocuğun mizacını anlamak, onun ruhuna ayna tutmaktır.
Eğer çocuğunuz sabırsızsa, sabrı öğretin ama sabırsız olduğu için utanmasına izin
vermeyin.
Eğer çocuğunuz sessizse, onu konuşturmak için değil, iç dünyasına kulak vermek için zaman ayırın.
Eğer çocuğunuz çok soru soruyorsa, “sus” demeyin; “harika bir soru, birlikte araştıralım”
deyin.
Çünkü çocuklar susturularak değil, anlaşılarak büyür. Tohumu Tanımak, Ağacı Korumaktır
Hiçbir anne baba, çocuğunu yanlış yetiştirmek istemez. Ama çoğu zaman farkında olmadan yanlış toprağa ekeriz. Oysa yapmamız gereken tek şey, tohumu tanımak…
Ziya Selçuk Hoca’nın sözleriyle bitirelim:
“Çocuğunuzun mizacını değiştiremezsiniz ama onu sağlıklı bir kişilik geliştirmesine yardımcı olabilirsiniz.”
Ve bu, iyi bir okulda eğitim görmekle değil; iyi bir kalpte sevgiyle büyümekle başlar. Çünkü her çocuk, anlayışla sulandığında; kendi doğasının en güzel meyvesini verir.