Türkiye, dünya devlerine kafa tutmak, ayakları üzerinde durmak ve kendi parasını değerli kılmak adına yıllarca, olanca gücüyle savaştı. 1923 yılında başlayan ‘Aydınlanma Devrimi’, kendi ayakları üzerinde durmanın temel noktası olarak eğitimi gördü ve uyguladı… Zeki ve ahlaklı gençler yurt dışına gönderildi, öğrenmenin önündeki engeller kaldırıldı, köy çocukları ‘Köy Enstitüleri’ yoluyla ‘bilim, sanat, tarım ve teknikle’ tanıştı… Tıpkı Finlandiya’nın bugün yaptığı gibi…

Kendi yollarını kazma kürek ve dinamitle açtı köylü. Ürünler pazara, insanlar şehirlere geldi… Trene bindi, gemiye bindi, otomobille evine gitti…

Teknik liseler açıldı, tarım liseleri… ‘Sanat Okulları’ derdi Anadolu insanı. Bileğine bir bilezik takardı gençler… Hayatını kazanmaya başlayanlar, çırak alır, onları usta yaparlardı…

Sanayiciler yetişti O okullardan. Durmaz markasını böyle ortaya çıkardı… Coşkunöz markası bunlardan biri… Fahrettin Gülener de böylesi bir geçmişten geldi… Var olsunlar…

Sonra batılı kapitalistler bastırdıkça bastırdı iktidarlara… Sol görünümlü sağcılar doldu bir ara… Silah geldi; bilgi bir yere hapsedildi… F-16 geldi, destroyerler geldi, ajanlar cirit attı her yerde ve ikna edildik… Uzaklaştı halk çalışmaktan, ya kahveler doldu ya da cafeler… Muhafazakarlık ağır bastı, halk düşünce sistematiği yerine skolastik bir bakış açısına doğru koştu… Orada bedava yemek, bedava çay, bedava yatak vardı… Yapması gereken ritüellerle oyalandı… Unuttu tarihini, değerlerini, atalarını… Geleceğini…

Oysa birileri unutmadı. Para verdikçe kazandılar, faizle ve kurlarla oynadılar, para verdikçe madenler geldi, verdikçe iktidarları belirlemeye başladılar. Geleceği planladılar…

Bir halkın teslim alınması öyle kolay bir iş değildi.

Tarihi, kültürü, değerleri, yaşadığı coğrafya, eğitimli insan sayısı, dostlukları, paylaştığı anları, dini, dili, aile yapısı… Hemen hepsi üzerinde operasyonlar yapmaları gerekirdi… Bir kısmında başarılı oldu kapitalist köpekler. ‘Tek dişi kalmış canavar’ asla unutmadı Anadolu’da yediği tokadı. Seni senden almanın yollarını buldu… Sağ dedi, sol dedi, Sünni dedi, Alevi dedi… Türk dedi, Kürt dedi… Bölmeliydi…

Parçalamak için taşıdı tüm iğrençliklerini… Cahil erkekler topluluğu için öncelikle cahil analar gerekiyordu… Anasına karşı çıkan, onu itip kakan bir erkek çocuk… Türk kadınını ikinci sınıf yaptılar. Evine kapanan 40 milyon kadın… Gücü böldü öncelikle… Kadının naifliği yerine erkeğin nobranlığı hakim olmaya başladı coğrafyaya… Doğuran anaya hükmeden erkekler güruhu… Alınıp satılan kadınlar… Medeni yasalardan atılan kadınlar… Mirastan ayrı tutulan kadınlar… Ama yemeğine muhtaç olduğumuz kadınlar… Çelişkiler yarattılar…

Ata binen, elinde silah kurtuluş savaşı veren, mermiler ıslanmasın diye çocuğunu üzerindeki yünlü kumaşı kağnının üzerine örten cefakar Türk kadını yok artık… Küstürüldü…

Sadece Çin’den 40 milyar dolarlık ithalat var… 50 milyar dolarlık doğalgaz ve petrol geliyor her yerden… Cep telefonlarının sayısını en son 116 milyon adet olarak hatırlıyorum.

Mercimek, ceviz, kuru fasulye, nohut, saman, et ve sarımsak geliyor… Canlı hayvan geliyor beyler… Silah geliyor, F-35 geliyor, denizaltı geliyor… Mühimmat geliyor, ajanlar yine geliyor… Barış Gönüllüsü ABD’liler geliyor… Sırplar geliyor, Ermeniler geliyor, Suriyeliler geliyor, Ahıskalılar geliyor, Afganlar geliyor… Afrikalılar akıyor…

Şimdi de Türkiye’de üretilmeyen 1882 ürünün gümrük vergileri  sıfırlanıyor… Bazı özel tanımlı kimyasallar, tekstil, demir-çelik, elektrik-elektronik ürünler akacak ülkemize…

Açıklamada “Sanayicilerimizin düşük maliyetli hammadde temin edebilmesine imkân tanınarak uluslararası alanda rekabetçiliklerinin artırılması hedeflenmektedir" deniliyor…

Halen ara mal üretemiyoruz… Neden?