Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Tevazuuyla Kibirlenmek

Yazının Giriş Tarihi: 27.09.2019 00:04
Yazının Güncellenme Tarihi: 27.09.2019 00:04

Davası kibir olanları anlıyorum bir yerde. Yani niyetleri neyse onu açık açık ifade ederler çoğu zaman.  Ancak şeffaf olmayan, asıl niyetlerini saklama gereği duyan,  farklı görünüm altında kibirlenenlere ne demeli. Hatta tevazu hırsızlığı yapanlara nasıl bir gözle bakmalı. Mütekebbirlerin değirmenine su taşıyanların hiç mi suçları yok?

Evet, en tehlikeli kibir tevazu görüntüsünde ki ve ibadetleri övünme sebebi olarak gösteren kibirdir. Tevazu kılıfıyla kendi kibrini yaşatma isteğinde olan, aslında her sözü dönüp dolaştırıp kendine getiren bu insanları normal zamanda çok mütevazı görürsünüz. Dillerinden adeta tevazu akıverir. Bazen öyle küçülürler ki cebinize sığacaklarını zannedersiniz. Ancak, nefislerine dokunulduğunda, menfaatlerinin zarar göreceğini düşündüklerine önceki hallerinden eser kalmaz. Yüzleri kızarır, efendilikleri kayıp olur, dillerinde ki zarafet, üsluplarında güzellik, yerini kaba ve çirkinliğe bırakır.

İşte insanın aslı bu gibi durumlarda meydana çıkar. Onun için insanın dışına değil, aslına bakmak gerekir. İnsanı anlamak için iyi ve kötü hallerinde ki durumu gözlemlemek gerekir,  damarlarına dokunduğunuz zamandaki tepkilerinin ne olacağına bakmanız gerekir.

Biz buna amellerle kibirlenmekte diyoruz. Bu bazen doğrudan “ben şu kadar hacca gittim, gece sabahlara kadar ibadet ederim, şu kadar hayır yaptım, şuna buna yardım ettim, şu kadar talebe okuttum” şeklinde olurken bazen de bizzat tevazu üzerinden olur.  Buna bizzat tevazu ile kibirlenmek diyoruz.  Yani tevazu sahibi olduğunu göstererek büyüklenmek. “Ben edna bir kulum, çok günahlarım benim duam kabul olmaz, seninki kabul olur.” gibi laflarla kendilerini belli ederler böyleleri. Hâlbuki tevazu Amel değil, haldir. Yani gösterilecek bir şey değildir o.

Mevlana buna işaret ederek şöyle demiştir:

“Ey alçak gönüllük, tevazu perdesi altında benlik hastalığını gizleyen kişi, birisi denemek kastı ile seni kısdıracak, coşturacak olursa, içinde pislik bulunan su bulanırda pisliğin rengi meydana çıkar”

İfade ettiğimiz gibi, mütekebbirlerin kibrine kibir katanların dâhili çoktur bunda.  Kibirli insan kibrini büyütürken, suç işliyor şüphesiz. Ancak başkalarının kabrini büyütenler, onları ululayanlar en az onlar kadar suçludur.  Mütekebbirler kadar dalkavuklar da suçludur, kibirliler kadar yaltakçılarda ihmalkârdır. Böbürlenenler kendini farklı görenler kadar onlara methiyeler dizenlerde suçludur.

Anlatıldığına göre;  bir adam Firavunun ihtişamlı sarayına gitmiş. Kapısını çalmış,  Firavun kapı arkasından “kim o” demiş. Açtığında kapıyı, adam: “sen nasıl ilahsın ki bir kapı ötesini dahi göremiyorsun” demiş.  Firavun: “ Aslında bende ilâh olmadığımı biliyorum ancak herkesin beni ilâh görmesi de hoşuma gidiyor” diyerek itirafta bulunmuş.

Şimdi bizim durum biraz buna benziyor.  Adamına göre kelime seçen, makam mevki, mal mülke göre konum alan insanlar, aslında kişilikleri olmayan, akıllarını birilerinin inisiyatifine bırakan insanlardır.  Öylelerine şahit oluyoruz ki; garip guruba, fakir fukara insanların selamını, verse de olur vermese de anlayışıyla alıyor, elini merhaba için uzatırken ıstırap çekiyor. Bir taraftan dudak ucuyla kısa kısa cevaplarla geçiştirirken,  öte yandan gözü büyük adamları arıyor.

Ben görevim icabı böyle yaltakçı ve dalkavuklara çok rastlıyorum. Hele bunlar namaz kılan ibadetinde itaati de olan insanlar olunca da çok daha üzülüyorum.

Özellikle cenazelerde hasta ziyaretlerinde buna şahit oluyoruz. Diyelim ki itibarlı biri vefat etmiş. Bir iki ve defaatle gidenler var. Hastalıklarında yanı başlarından ayrılmayanlar söz konusu. Hele davet edilmişse hatta aynı karede yer almışsa bunu onur sayanlar söz konusu. Ancak fakir birisi olunca aynı hassasiyeti göstermezler. Hani biz, mütevazı bir hayatı olan, fakir fukaranın yanında bulunan, onların davetini, cenazesini, hastalığını, sıkıntılarını önceleyen bir Peygamberi örnek almıştık. Hani yaptığımız ibadetler bize tevazuu öğretmesi gerekiyordu. Hani tevazu kadar vakarlı olmakta mümini onurlu ve şahsiyetli bir birey yapacaktı.

Demek ki hayatımızın dengesini kuramıyoruz. “Vakar, Tevazu ve Kibir”. Üç önemli unsur. Şöyle ki; Tevazuda aşırılık vakarın kayıp olmasına sebep olurken vakarda aşırılık kibre düşmeye sebep olur.  Şahsiyet kazanalım derken itibarımızı kayıp ettiğimiz gibi bazen de itibarımızı koruyalım derken kibre yakalanabiliyoruz.

Biz vasat bir ümmetiz.  İbadette bile aşırılık söz konusu değilken insanlarla olan ilişkilerimiz ve davranışlarımızın nasıl oluyor ki ölçüsü olmasın. İtidalli ve orta yolu emretmiş bizim dinimiz. Ne ifrat ne tefritin felaketlerine muhatap olmamak için yeri geldiğinde yerinden oynatılamayacak kadar dağlar kadar ağır, yeri geldiğinde tüy kadar hafif ancak,  tevazuunun derinliği kadar müsamahakâr olmalıyız.

Adamına göre değil,  âdem olduğumuz bilinciyle davranmalıyız. İnsana insan olduğu için değer verirken izzet ve şerefimizi de muhafaza etmeliyiz.  

Selam ve dua ile…

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.