Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Sağlıklı yaşlanma

Yazının Giriş Tarihi: 07.08.2016 00:54
Yazının Güncellenme Tarihi: 07.08.2016 00:54

1982’nin Mart ayı... İlk görev yerim olan Tunceli'deyim... Bir gün valilikten acil bir telefon geldi. Tunceli'nin Nazimiye ilçesinin Sarıyayla köyünün bir mezrasına otopsi için görevlendirildiğim söylendi. Savcı yardımcısı, katibi, Sağlık Ocağının şoförü ve ben resmi aracımızla yola çıktık. Ancak Nazimiye ilçesine kadar varabildik. Aracımız kara saplandı kaldı. Yolun geri kalanını yürüyerek gitmekten başka çare yoktu. On er, iki astsubay ve yolu bilen bir köylüyle toplam on yedi kişi yola çıktık.  Karlara, çığlara, buz tutmuş derelere bata çıka tam sekiz saatte köye vardık. Orada bize yapılan çok özel karşılamayı ve ağırlamayı unutmam mümkün değil ama bugün anlatacağım konu başka. Geç saat olduğu için otopsiyi ertesi güne bıraktık. Otopsiden sonra bizi köyün en yaşlı kişisiyle tanıştırdılar. Evlerine gittiğimizde altı erkek ikişerli domino oynuyorlardı. Baba 125 yaşında, oğullarından en küçüğü 85, en büyüğü 105 yaşındaydı. Ellerinde büyük birer kupa ile bir şey içiyorlardı. İçtikleri erimiş tereyağıymış. Biz şaşkınlığımızı ifade edince baba, aynı zamanda tercümanlığımızı da yapan şoförümüze, ''Biz bu yağı her sabah içmezsek damarlarımız açılmaz.'' demiş. Yurdumuzun pek çok yöresinde damar açılmasından kastedilen şeyin rahatlamak olduğunu biliyordum. Böylece müthiş bir ironiyle karşılaşmış oldum. Her şeyin doğal olduğu, hava kirliliğini tanımayan, denizden 1850 metre yüksekte yaşayan bu kişiler Tunceli merkezine hiç gitmediklerini ve gitmek istemediklerini de söylediler. "Şehirde yaşamak insanın hayatını kısaltır" dediler. Hayatlarında ilk kez doktor görmüşlerdi. Hafızaları çok iyiydi. Son derecede sağlıklı ve hareketliydiler.

Bu girişten sonra sizlere sağlığımızı bozan ve koruyan bazı etkenlerden söz etmek istiyorum.

Aldığımız besinlerin enerjiye dönüştürülmesi sırasında SERBEST RADİKAL adı verilen bazı zararlı maddeler ortaya çıkar. Bunlara zehirli maddeler de diyebiliriz. Nefes aldığımız her an vücudumuz bu maddeleri üretir. Vücudumuzda gerçekleşen kimyasal olayların toplamı demek olan metabolizmanın doğal sonucudur bu. Sigara, hava kirliliği, aşırı beslenme ve buna bağlı şişmanlık, aşırı dozda alkol almak, ağır spor yapmak, güneşteki ultraviyole ışınları, tarım ilaçları, hayvanların daha hızlı büyümesi ve daha çok ürün vermesi için kullanılan ilaçlar, bazı ağır metaller gibi birçok etken bu zararlı maddelerin üretiminin artmasına neden olur. Genetiği değiştirilmiş organizmalar yani GDO’lu ürünler ile gıdalarda kullanılan koruyucu maddeler veya katkı maddeleri konusu çok değişik ve uzun bir tartışma konusu olduğu için belki bir başka yazımda bunlardan bahsedebilirim.

Serbest radikaller adı verilen zehirli maddeler hücrelerin zarlarına yapışır, onları yıpratır, yaşlandırır... Hatta bazen hücrelerin içinde bulunan, o canlıya ait tüm bilgileri şifreleyen ve DNA adı verilen üniteleri bozarak sağlıklı hücreleri kanserli hücrelere dönüştürebilir. Bu zehirli maddeler bağışıklık sistemini de zayıflatır. Kandaki yağların yapılarını değiştirerek damar sertliğine zemin hazırlar. Böylece kronik, tahrip edici bir süreç başlar. Bu sürecin sonunda pek çok kronik hastalığa zemin hazırlanmış olur. Kalp damar hastalıkları, bağışıklık sistemi hastalıkları, kanser, romatolojik hastalıklar, katarakt, Parkinson, Alzheimer gibi birbirinden çok farklı gibi görünen hastalıklar ortaya çıkabilir. Serbest radikallerin sebep olduğu bu kronik ve tahrip edici süreç yaşlanmanın da nedenlerinden biridir.

Serbest radikal denilen maddelerin çoğu bağırsaklar, böbrekler, akciğerler ve deri yoluyla dışarı atılır. Geride kalan serbest radikallere karşı vücudumuz savunma amaçlı maddeler üretir. Bunlara ANTİOKSİDAN MADDELER denir. Bağışıklık sisteminin bir parçası olan bu maddeler bir yandan DNA’nın zarar görmesini önlemeye çalışırken, diğer yandan da kandaki yağların oksitlenmesini önleyerek damar sertliğine karşı vücudu korumaya çalışırlar. Kronik ve tahrip edici bir süreci yavaşlatmakta görev alan bu maddelerin asıl kaynağı sebze ve meyvelerdir. Meyve ve sebzelerin son derecede kanserojen olan güneş ışınlarından kendilerini koruyabilmelerinin nedeni sahip oldukları iki grup antioksidan maddedir. Özellikle canlı ve koyu renklere sahip meyve ve sebzeler flavonoid ve karotenoid adı verilen iki antioksidan bakımından zengindir. Bitkileri korudukları gibi insanları da korurlar. Çay, özellikle yeşil çay, zeytinyağı ve tereyağı da antioksidan maddeler bakımından zengindir. Kahvenin de antioksidan özellikleri olduğuna dair pek çok çalışma vardır.

Gıdalarla alınan antioksidanların yararlı oldukları kesin olmakla birlikte antioksidan ilaç adıyla alındıklarında hastalıkları önleyip önlemedikleri tartışmalıdır. Hatta bazen bazı ilaçların tam tersine sağlığı bozucu etkileri de olabileceğine dair çalışmalar vardır. Örneğin sigara tiryakisi olan erkeklerden yüksek dozda beta karoten isimli bir antioksidan kullananlarda akciğer kanserinin görülme ihtimali kullanmayanlara göre % 18 daha yüksek bulunmuştur. Bir başka çalışmada sigara tiryakisi ve asbeste maruz kalanlarda yüksek doz beta karoten ve retinol kullanılmasıyla kullanmayanlara göre akciğer kanseri riskinin  % 28 oranında arttığı belirlenmiştir. 50 yaşının üstündeki 35 500 erkekte 2011 yılında yapılan bir çalışmada yüksek dozda E vitamini alınmasıyla prostat kanseri riskinin % 17 oranında arttığı belirlenmiştir.

Özetle, serbest radikal adı verilen maddelerin daha az oluşması ve bunlarla mücadele eden antioksidanların doğal yolla alınması sağlığımız için çok önemlidir.

Her işin başı sağlık diyerek sizlere sağlıklı günler diliyorum.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.