Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Ölüm var ölüm!

Yazının Giriş Tarihi: 19.11.2022 00:06
Yazının Güncellenme Tarihi: 19.11.2022 00:06

    İnancımız, kişiliğimizi, kişiliğimiz hayatımızı;  hayatımız ne üzere öleceğimizi, ölümümüz ise ahretimizin nasıl olacağını gösterir.

    Hiç unutmam! Çok önceleri, köyde görev yaparken bir adam vardı, hiç namaz nedir bilmezdi; cami ve cemaatten uzak durur, ölümüne dünyalık biriktirirdi.   Varı-yoğu para puldu. Bir gün komşusu sabah namazından sonra yanıma geldi: “Hocam falanca adam çok hasta, bir yanına uğrasan” dedi. Gittiğimde,  yatakta son demlerini yaşadığı beliydi. Hani hiç olmasa kuranla ruhunu teslim etsin, dedim. Hem kuran okuyor hem de arada bir kelime-i şahadet telkin ediyordum. Hiç konuşamıyor, tavanı göstererek işaretle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Anlamadım. Yanındakilere sordum ne demek istiyor diye.  Yakınları ne demek istediğini anlamak için adamın işaretlerine yoğunlaştılar.

   Bir ara kızı, babasının ne demek istediğini anlamış olacak ki kimseye bir şey söylemeden yerinden kalkıp akşamdan beri yanan lambayı söndürüverdi. Kısa bir süre sonra ruhunu teslim etti adam.  Merak edip kızına, merhumun işaretlerle ne demek istediğini sordum. Kızı, ah hocam ah!  Babam elektriğin boşuna yandığını gösterip söndürün diye işaret ediyormuş meğer.  Bende kalkıp söndürdüm.

   İsraf olduğundan değil ha! Fatura yüklü geleceğinden bunu yapmıştı.  Elbette ki biz neyin ne olacağını, kimin yarın ne ile muamele göreceğini bilemeyiz ancak  “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” (Câmii’s-Sağîr, V, 663) peygamberimizin uyarısını hatırladım bir an. Köyü Son ziyarete gittiğimde bir hanımı vardı, o da ölmüş. Şöyle eve bir baktım lambalar yanmıyor, karanlık içerisindeydi, yıkılmış virane olmuş, kapısına paslı bir kilit vurulmuştu.  Giderken hiçbir şey götürememişti beli ki…

    Karşı komşumuz Ali dayının da ayağına paslı bir çivi batmış, kana karışmış mikrop, bir şey olmaz bundan, deyip hastaneye gitmeyi reddetmiş ve ölmüş. (Allah rahmet eylesin.) 

    İri yarı, taşını sıksa suyunu çıkarır misali Oduncu Ahmet Amcanın kapısından odun kırma sesleri duyup oraya yöneldim. Ormanları devirecek güç ve kudretteki Ahmet amca küçücük bir odunu kıracak mecali kalmamış, beli bükülmüştü; gözleri göremez, kulakları işitemez olmuştu.

    Yerinde bir an duyamayan, köye sığmayan Kazım Amca tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştu. Allah şifa versin…

   Ev üstüne ev yapanlar, kat üstüne kat çıkanlardan ölenler vardı; çok etkilendim.

   Hele her gün beş vakit caminin hizmetine ömrünü adamış Ali amcanın ölümünü duyduğumda çok üzüldüm. Keşke dünya gözüyle bir kez daha görüşseydim dedim; rahmetle andım.

      Daha yakın bir zamandı. Cemaatimden Hasan amca elinde dosyalar, durakta bekliyordu. Ayaküstü konuştuk; nereye gittiğini sordum.  “Hocam emekli oldum, çok yordu hayat beni, çoluk çocuğu evlendirdim. Şimdi yeni bir ev aldım. Artık rahat etmek istiyorum. Bu evraklarda o yeni ev için. Tapuya gidiyorum.” Dedi.

   “Allah hayırlı etsin” deyip ayrıldım yanından. Ertesi gün bir deli kanlı geldi, elinde bir kâğıt. Hocam ben hasanın oğluyum babam vefat etti, sala verir misin, dedi. Bu, durakta konuştuğum hasan amcadan başkası değildi. Çok şaşırdım ve üzüldüm.   “Şimdi zamanı mı, daha evinde oturacak ve rahat edecekti” diyemedim bile!

   Evet, bu dünyada yolcuyuz. Ölüm bizim için. Nerede ve nasıl öleceğimiz belli bile değil. Planlarımız ve hayallerimiz var. Rahat olmayı ümit ettiğimiz zamanlar için bir ömrü heba ediyoruz. Emanetimiz ansızın elimizden alınıyor. “Başka bir bahara artık” demeye fırsatımız kalmıyor. Elimizdeki evraklarla “ha tamam şimdi oldu” dediğimiz anda ölüm salamız için birileri, nerede son namazımızın kılınacağına, hangi mezarlığa defnedileceğimize dair el kadar bir yazıyla imam efendisinin kapısına varıyor.

   Elbette ki,  ödememiz gereken faturalar var.  Ancak bu faturalar elektrik faturası gibi değil. Evin borcunu ödemek, tarlanın icarını tahsil etmek hiç değil. Bu fatura Allah’ın bize bahşettiği hayatın faturasıdır.

   Bizi yoktan var edip bütün güzelliklerle donatan, güneşi dünyamızı aydınlatan lamba, ayı, yıldızları dünya evinin süsleri olarak kubbemize yerleştiren, bütün nebatatı hizmetimize amade kılan Allah bize, ömrümüzü nerede harcadığımızdan, malımızı nerede tükettiğimizden hesap sormayacak mı zannediyoruz! Yaptıklarımızın mükâfatını veren Allah, yıktıklarımızdan, kırıp    döktüklerimizden  hesap sormasa olur mu hiç!?

   Bir tebessümü sadaka kabul eden dinimiz, onun bunun kalbini kırandan,  hak hukuk tanımayandan; adaletle iş yapmayandan, adam kayırandan, yetim hakkı yiyenden, yalancı ve dolandırıcıdan ağır faturayı ödemesini Allah’ın isteyeceğini soracağını bildirmiyor mu?

  Haksız kazanç sağlayan, faizle iş yapan,  işçinin sırtından para kazanıp alın terini sömüren insanların eline hesap defteri tutuşturulmayacak mı zannediyoruz!

   Her işimize zaman ayırıp aşıl işimiz olan ibadet ve itaati erteleyip, dünya için ahreti heba ettiğimizde bunca sermayeyle ahret için ne kazandın diye sorulduğunda nasıl hesap vereceğiz? 

 Peygamberimiz buyuruyor ya:

‘‘Kıyamet günü insan şu beş şeyin hesabını vermeden Rabbinin huzurundan ayrılmaz.

1- Ömrünü nerede tükettiğinden,

2- Gençliğini nerede geçirdiğinden,

3- Malını nereden kazandığından,

4- Malını nerede harcadığından,

5- Bildiğiyle amel edip etmediğinden.’’

(Tirmizi, Kıyamet:1)

Sözlerin en güzeli ile noktayı koyalım. Yüce Allah buyuruyor ki:

"Her kim zerre miktarı hayır işlerse onu görecekler. Her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir" (Zilzâl, 7-8)

 Selam ve dua ile…

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.