Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın/Aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın/En güzel günlerini demek bensiz yaşadın/Aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın....
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman/Beni o limana/Çıkaramazsın
Çok yorgunum/Beni bekleme kaptan’’
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Olcay ERÖZDEN
Bir şarkı çıkar gelir eskilerden…
Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın/Aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın/En güzel günlerini demek bensiz yaşadın/Aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın....
Beste: Muzaffer İlkar / Güfte: Fakih Özlem /Makâm: Nihâvend/Usûl: Düyek
Şu anda Zeki Müren ve Hüner Coşkuner’in yorumlarından dinliyorum.
Ruhları şad olsun hepsinin…
***
Yorulmusken, bunalmışken, geçmişle bu gün arasında ki dar sokaklarından birinde sıkışıp kalmışken ve hatta umduklarından vaz geçmişken…
Bir şarkı çıkar gelir eskilerden;
Alır götürür sizi hayata başladığınız yılların anılarına.
Bilirsiniz yeniden başlamanın mümkün olmadığını elbet;
Ama anılar naiftirler, hatırlanmak isterler.
Israrcılardır da bir yandan,istemekle kalmazlar kendilerini dayatırlar.
Hatırlamamak içinse direnmek faydasızdır; tek bir mısraları,cümleleri,tek bir fotoğrafları yeter
‘Biz buradayız;artık sadece eski sende ikamet ediyoruz hepsi bu’
Demeleri için.
Söyle bir düşünce insan daha bir iyi anlıyor bu ısrarlarının nedenini;
Hiç biri boşuna yaşanmadı ki.
Bölüne bölüne çoğaldılar; bu günlerimiz, yaşadığımıza dair kanıtımız,
arkamızdan kurulacak cümlelerin özneleri oldular.
En önemlisi her zaman bize sadık kalıp hiç aldatmadılar.
Biz yaşlandık, onlar daima genç kaldılar...
Eskiye bir hasret, nostalji hevesi, nevrotik bir ruh hali filan değil klavyemden ekrana dökülen sözcükler.
Belki biraz kırgınlık, biraz yitmişlik,biraz yılmışlık, birazda kenara itilmişlik…
Ya da umud kesmişlik.
Eski Türkiye’yi değil, sahici Türkiye’yi o kadar özlüyorum ki...
Değerlerin içlerinin dolu dolu olduğu zamanları, sanatından sporuna bize ait neyimiz varsa hepsinin ilmik ilmik işlendiği seneleri.
Kırıp döküleni toplayıp, onarmak için el ele verdiğimiz o mükemmel hallerimizi.
Evet, kendimi bildim bileli hayatı hep yoksulluk parantezinde yaşadım.
Ama aç açıkta kalmadım.
Yoksulluk sadece zengin olmamaktı; her yerine,her değerine sinmemişti memleketin.
O zamanlar biri bakkaldan iki liralık sıvı yağ istese, herhalde beyaz gömlekli adamlar gelir, deli diye alır götürürlerdi zavallıyı.
Enflasyon da kendimi bildim bileli yüzde bilmem kaçlardaydı,yetmiş cente bile muhtaçlık özdeyiş, siyaset yine cadı kazanı…
Ama o yoksulluğun derinlerinde insanların birbirlerine olan samimiyetlerinin verdiği kallavi bir zenginlik yatardı.
Ve ne varsa hayatımıza dair sahiciydi.
Acılarımız da sevinçlerimiz de, umutlarımız da, umutsuzluklarımız da…
Bizler de sahiciydik elbet;
Daha sanal ilişkiler icat edilmemişti.
Ağlasakta sahiciydi,gülsekte sahici.
Doğrularla yanlışlar da ona keza…
Kimsenin aklına yanlışı doğrulamak için yırtınmak gelmezdi.
Şarkılardan buraya nasıl geldim bilmiyorum.
Sanırım bu günler ruhuma dokunmaktan ziyade kanıma dokunuyorlar.
Yalandan dayatmaların gerçekler üzerinde bu kadar hoyratça tepinmelerini kaldıramıyorum.
Şimdi de Cem Karaca var fonda;
Nazım’ın dizelerini yorumluyor.
Ve bu dizeler bana çok uyuyor.
‘‘Çok yorgunum/Beni bekleme kaptan/Seyir defterini başkası yazsın
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman/Beni o limana/Çıkaramazsın
Çok yorgunum/Beni bekleme kaptan’’