Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

28 Şubatın 24. Yılı

Yazının Giriş Tarihi: 02.03.2021 00:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 02.03.2021 00:00

Siyaset tarihine baktığımızda Türkiye’nin Afrika ülkelerinde bile bu kadar sık rastlanmayan darbe girişimleri ve darbe sonuçlarıyla yaşamak zorunda bırakıldığına şahitlik edebiliriz.

Evet, Türkiye’de darbeler, rahmetli Adnan Menderes’e karşı başlatıldı. Nedeni, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yönden güçlü bir ülke olmasını istemeyen egemen güçlerin, bu ülkedeki gidişatı iyi görmemeleri olarak yazılıyor. Oysa ki ülkemiz 1960 darbesi sonrasında Başbakanını asmış bir devlet anlayışı içinde darbelere kucak açılmış.

Şakşakçılar ve alkışçılar her zaman olduğu gibi yine sahnedeler.

Çünkü, güçlü kim ise insanların pek çoğu onun yanında yer alıyor. Ona destek oluyor. Ondan nemalanma adına yapmadık şaklabanlık bırakmıyorlar.

Bu işler öyle basit değil. Önce silahlı güçleri ikna edip onları ayaklandırmak gerekiyor. Ki, bunun yapılması daha önce yaşadığımız olaylara baktığımızda çok kolay gözüküyor. Çünkü, silahlı güçler, özellikle o dönemlerdeki askeriye, toplum gerçeklerinden uzak, kendilerini sanki Kaf Dağının arkasından bakıyormuş gibi gören ve zirvelerde yaşadıklarını sanan kişiler işbaşında.

Bakıyoruz uygulamalara, bu kişiler ellerindeki silah gücü ve devletin onlara giydirdiği özel üniformaları sayesinde siyasetçilere baskı yapıp her istediklerini yapıyorlar. Tabi, yanlarında onları kayıtsız şartsız destekleyen siyasetçiler de var.

Lafa geldi mi mangallarda kül bırakmayacak şekilde vatan, millet, hak, hukuk, adalet mücadelesi verdiklerini anlatanlar, sıra üniformaların emirlerine geldiğinde kuyruklarını kısıp oturmuşlar. Hatırlayalım, 15 Temmuz hain darbe girişimde de aynısını yaşamadık mı?

Sokaklara çıkıp demokrasi mücadelesi verenler ise, evlerine saklanıp sonucu bekleyenler, hatta yaşanılanlara tiyatro diyebilecek kadar kendilerini kaybedenler, saflarını belli edenleri görmedik mi?

Gördük.

Peki, 28 Şubat 1997 tarihinde yaşanılanlar nelerdi?

Türkiye bu tarihe nasıl geldi ve istenilen ne oldu?

Yapılanlar neler oldu?

28 Şubat öncesinde ülkemizdeki siyasi istikrarsızlık nedeniyle koalisyon hükümetlerinin kurulması zorlaşıyordu. Çünkü, aynı çizgide olsalar bile parti genel başkanları “koltuk benim olacak!” mantığı ile hareket ettikleri için kendilerini Kaf Dağının sultanı sanıyordu. Nitekim öyle de oldu. Sonrasında, seçimlerden birinci çıkan Refah Partisi ile ikinci sırada çıkan Doğru Yol Partisi, kendi aralarında anlaşıp Refah-Yol hükümetini kurdular. Fakat, senelerce iktidardan uzak ve sokaklarda itilip kakışan, okullara sokulmayan, eğitim hakları ellerinden alınan, dini duygularıyla ve manevi inançlarıyla dalga geçilen bazı kesimler, Refah- Yol hükümetinin iş başına gelmesini kendileri için fırsat ve özgürlük olarak gördü.

Ankara Sincan’da Kudüs Gecesi yapıldı. Bu gecede, kimilerine göre irtica sesleri yükseldi. Kimilerine göre ise şeriat çağrısı yapıldı.

Sonra, askeri kesim hükümete muhtıra verdi. Sonra, başbakanın görevinden istifası istendi. Refah-Yol kendi arasında anlaşma yapıp, Tansu Çiller’in başbakanlığında yeniden hükümeti devam ettirme kararı aldı. Necmettin Erbakan, hükümetin istifasını Çankaya’ya çıkıp Süleyman Demirel’e sundu. Sonrasında ise ülkemizde hiç beklenmedik, akıl almaz uygulamalara imza atıldı.

Hükümet kurma görevi, koalisyon anlaşması yapanlara değil, bir başka muhalefet partisi lideri Mesut Yılmaz’a verildi. Postmodern darbe yaptıklarını açıkça ilan eden askeri kanat, Mesut Yılmaz’ın kendilerini desteklediğini söylüyorlardı.

Sonra ülke karıştı. Sokaklarda bile baş örtüsüyle gezilemez hale geldi. Başörtülü öğrenciler okullara alınmadı. Polis ve güvenlik zoruyla kapı dışarı edildi. Böylece, toplum içindeki birlik, beraberlik duygusu, ötekileştirme, ayrıştırma, küçük görme ve dini duygularla tekrar alay edilir hale gelindi.

Türkiye, 12 Eylül öncesinde yaşanılan anarşi ortamından daha fazla işkence, zulüm ve baskılarla tanıştı. Dönemin kuvvet komutanı olan Çevik Bir, “bu darbenin izleri bin yıl sürecek” diye ifadeler kullandı. Sonrasında ise Türkiye tam bir kaos ortamına, yasakçı zihniyetle de özgürlükleri elinden alınan demokrasi diye isimlendirilmesine rağmen tam bir baskıcı rejimle tanıştırıldı.

Tabi bu durum uzun sürmedi. Ülkemiz, siyasi istikrarsızlık, ekonomik bunalımlar, insanların mevcut siyasetçilere olan güvenlerini yitirmesiyle beraber 2002 yılına kadar ite kaka geldi.

İşte o zaman, ötekileştirilenler, ezilenler, itilip kakılanlar bir ve beraber oldular ve ülkemizde yepyeni bir siyasi dönemin başlanmasına imza attılar. Sonrasında ise, “bu darbenin izleri bin yıl sürecek” ifadelerini kullananlar ise yine hak, hukuk ve adalet çerçevesi içinde cezalandırıldı.

Şöyle özetlenebilir bu durum, milletimiz 28 Şubat 1997 tarihinden sonra kendilerine yapılan eziyetlerin intikamını 2002 seçimlerinde aldı.

Tarihe bir not daha düşelim, 28 Şubat yasakçı zihniyetin uyguladığı postmodern darbe kuralları, Bursa milletvekilimiz Efkan Ala’nın İçişleri Bakanlığı görevi sırasında hazırlanan ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından onaylanan kararname ile ortadan kaldırıldı.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.