Kimini kapanmış saymışız izi kalmış, kimi kabuk bağlamış, kimi hala kanayan,kimi kangren olmuş kesilip te atılamayan,kimi umarsızca mucize bir pansuman bekleyen…
Ne çok…
Benim yok diyenine rastlayan beri gelsin diyeceğim ama nafile; gelen olmaz.
Daha ilk adımlarımızla başlarız yaralanmaya. Bizden şanssız olanlar üstüne bir de yaralı doğarlar.
İçin için biliriz hiç birinin geçmeyeceğini ,birlerinin içine girmeleri işten bile olmadığı için o pansumanın niyetine etiketler yapıştırırız üzerlerine karıştırmayalım diye;
Aşk yazarız,sevda yazarız,ideoloji yazarız,bedel yazarız,ayrılık yazarız,hasret yazarız,örf-töre yazarız,yanlışımız yazarız,hatamız yazarız,cehalet yazarız en nihayetinde kader yazarız.
Çokça atlarız ama, yaralarımızı açan en keskin bıçak genellikle doğru adına yaptığımız yanlışlarımız ve tercihlerimizdir.
Onlar kesi kesiverirler umulmadık anda bir yerlerimizi.
Dayatmalar da var elbet yara açanların içerisinde; onları mukadderattan görürüz.
Bir de geri alamadığımız sözlerimiz ile her defasında yenik düştüğümüz gururumuz.
Ödem yapmış egolarımız da dahil bu sıralamaya, inandığımız şeyler üzerine yaptığımız müthiş hatalarımız da.
Bir türlü dindiremeyiz acılarını, çaresiz sızılarıyla yaşar, yaşlanırız.
Alıştığımızı sanarak…
Alışmayız.
Mutasyona uğrarlar,acıları sabit kalır şekil şemalleri değişir.
Albüm olurlar, çerçeve olurlar, kitap olurlar, gazete olurlar, anı olular çekmecelerden dolaplardan fırlarlar,nağme olurlar,bir dizi de replik,koku olular koku; yarayı açan neyse burma buram o kokan.
Nerelere, nerelerimize açıldılarsa oradan bağırırlar ‘unutma buradayız…’
Hesap sorar yaralar;
Oluk oluk, bölük bölük, saf saf dizilip karşımıza.olurlarımızın olmazlarımın hesabını.
Şarkı olup çınlaya çınlaya,söz olup yankılana yankılana,hayal olup duvarlarda yansıya yansıya…
Bir baş balık, bir kadeh rakı bir mahsun bakış olurlar,
Saksılardan çıkıp ve çiceklerin dallarından,diken diken saplanırlar.
Zaman aşımı da yoktur yaraların.Her dem tazedirler.
Bir an yeter kanırtılmaları için, yeri vakti olmayan her hangi bir an.
Her kanırtma yeni bir yaraya denk gelir.
En çokta kendimizle kaldığımızda fark ederiz nerelerimizden ne kadar yaralandığımızı.
Kedi değiliz ki yalayıp acısını hafifletelim…
Zaten hiç biri hafiflemez. Sadece hafiflediğini varsayarız hepsi o.
Neyse o içimizde ki hiç ama hiç kapanmaz.
Kapansa da izi kalır. Kimseler görmez de baktıkça anlarız ki hala orada.
Estetik cerrahi filan da kar etmez; göze değil, ruhumuza görünürler sadece.
Merak edip saysak kaç taneler diye; unuttuğumuzu saydıklarımız da sızlamaya başlar.
Ve her yara çentik bırakır yüzümüzde. Adına ihtiyarlık deriz.
Yediremeyenler olgunluk der ki her ikisini de aynı kapıdan yolcularız.
Eğer hayat her an bir felaket olabileceğini bilerek yaşamak demekse, yara almadan da kurtulmak yok demek.
Herkesin yarası en derini kendince.
Kim bilir belki de bu yüzden birbirimize yaran nerede diyemeyiz, demeyiz.
Dikiş tutmayan yaralardır onlar.
Biteviye kanarlar.
Kırk yıl önce nasılsalar kırk yıl sonra da aynıdırlar.
Hatırlamaya gör.
Ya yarayı açan,ona ne demeli?
Bir şey dememeli.
Çünkü insan hayatının son dönemecine girince anlıyor ki,genellikle neresinden yaralanmışsa onu yaralayanın bir ucundan da kendisinin tutmuştur.
Ama bunu da kimselere diyemez.
Her diyemediği ile yeni bir yarası daha olur.
Yaşamanın maliyeti yaşlanmak; buna eyvallah ta, yaralar yaşlanmıyorlar işte hep genç kalıyorlar.
Açıldıkları an ve gün nasılsalar, hep öyle…
İçin için kanayarak,sızım sızım sızlayarak.
O yüzden unutamıyoruz hiç birini.Hatta zamanla dostluk bile kurabiliyoruz.
Ama barışmak;
İşte o pek mümkün olmuyor.
Galiba bütün mesele yaranın kimin neresinde kaldığı ve nasıl kabuk bağladığı ile ilintili.
Ya da sabahın dördünde ‘Yara’ yı yazdıran yaraların sızıları ile…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Olcay ERÖZDEN
Yara
Ne çok yaramız var;
Kimini kapanmış saymışız izi kalmış, kimi kabuk bağlamış, kimi hala kanayan,kimi kangren olmuş kesilip te atılamayan,kimi umarsızca mucize bir pansuman bekleyen…
Ne çok…
Benim yok diyenine rastlayan beri gelsin diyeceğim ama nafile; gelen olmaz.
Daha ilk adımlarımızla başlarız yaralanmaya. Bizden şanssız olanlar üstüne bir de yaralı doğarlar.
İçin için biliriz hiç birinin geçmeyeceğini ,birlerinin içine girmeleri işten bile olmadığı için o pansumanın niyetine etiketler yapıştırırız üzerlerine karıştırmayalım diye;
Aşk yazarız,sevda yazarız,ideoloji yazarız,bedel yazarız,ayrılık yazarız,hasret yazarız,örf-töre yazarız,yanlışımız yazarız,hatamız yazarız,cehalet yazarız en nihayetinde kader yazarız.
Çokça atlarız ama, yaralarımızı açan en keskin bıçak genellikle doğru adına yaptığımız yanlışlarımız ve tercihlerimizdir.
Onlar kesi kesiverirler umulmadık anda bir yerlerimizi.
Dayatmalar da var elbet yara açanların içerisinde; onları mukadderattan görürüz.
Bir de geri alamadığımız sözlerimiz ile her defasında yenik düştüğümüz gururumuz.
Ödem yapmış egolarımız da dahil bu sıralamaya, inandığımız şeyler üzerine yaptığımız müthiş hatalarımız da.
Bir türlü dindiremeyiz acılarını, çaresiz sızılarıyla yaşar, yaşlanırız.
Alıştığımızı sanarak…
Alışmayız.
Mutasyona uğrarlar,acıları sabit kalır şekil şemalleri değişir.
Albüm olurlar, çerçeve olurlar, kitap olurlar, gazete olurlar, anı olular çekmecelerden dolaplardan fırlarlar,nağme olurlar,bir dizi de replik,koku olular koku; yarayı açan neyse burma buram o kokan.
Nerelere, nerelerimize açıldılarsa oradan bağırırlar ‘unutma buradayız…’
Hesap sorar yaralar;
Oluk oluk, bölük bölük, saf saf dizilip karşımıza.olurlarımızın olmazlarımın hesabını.
Şarkı olup çınlaya çınlaya,söz olup yankılana yankılana,hayal olup duvarlarda yansıya yansıya…
Bir baş balık, bir kadeh rakı bir mahsun bakış olurlar,
Saksılardan çıkıp ve çiceklerin dallarından,diken diken saplanırlar.
Kan oluruz da silemeyiz. Kahroluruz da ölemeyiz.
Hoyrattır yaralar;
Pişmanlıklarımızı, beceriksizliklerimizi, başardıklarımızı,hezimetlerimizi,
vicdan azaplarımızı, helallik aldıklarımızı,lanetlendiklerimizi,yaşamadıklarımızı,
yaşayıp yaşattıklarımızı, günahlarımızı,hezeyanlarımızı yüzümüze vururlar.
Takiyesiz,yorumsuz,müdanasız…
Zaman aşımı da yoktur yaraların.Her dem tazedirler.
Bir an yeter kanırtılmaları için, yeri vakti olmayan her hangi bir an.
Her kanırtma yeni bir yaraya denk gelir.
En çokta kendimizle kaldığımızda fark ederiz nerelerimizden ne kadar yaralandığımızı.
Kedi değiliz ki yalayıp acısını hafifletelim…
Zaten hiç biri hafiflemez. Sadece hafiflediğini varsayarız hepsi o.
Neyse o içimizde ki hiç ama hiç kapanmaz.
Kapansa da izi kalır. Kimseler görmez de baktıkça anlarız ki hala orada.
Estetik cerrahi filan da kar etmez; göze değil, ruhumuza görünürler sadece.
Merak edip saysak kaç taneler diye; unuttuğumuzu saydıklarımız da sızlamaya başlar.
Ve her yara çentik bırakır yüzümüzde. Adına ihtiyarlık deriz.
Yediremeyenler olgunluk der ki her ikisini de aynı kapıdan yolcularız.
Eğer hayat her an bir felaket olabileceğini bilerek yaşamak demekse, yara almadan da kurtulmak yok demek.
Herkesin yarası en derini kendince.
Kim bilir belki de bu yüzden birbirimize yaran nerede diyemeyiz, demeyiz.
Dikiş tutmayan yaralardır onlar.
Biteviye kanarlar.
Kırk yıl önce nasılsalar kırk yıl sonra da aynıdırlar.
Hatırlamaya gör.
Ya yarayı açan,ona ne demeli?
Bir şey dememeli.
Çünkü insan hayatının son dönemecine girince anlıyor ki,genellikle neresinden yaralanmışsa onu yaralayanın bir ucundan da kendisinin tutmuştur.
Ama bunu da kimselere diyemez.
Her diyemediği ile yeni bir yarası daha olur.
Yaşamanın maliyeti yaşlanmak; buna eyvallah ta, yaralar yaşlanmıyorlar işte hep genç kalıyorlar.
Açıldıkları an ve gün nasılsalar, hep öyle…
İçin için kanayarak,sızım sızım sızlayarak.
O yüzden unutamıyoruz hiç birini.Hatta zamanla dostluk bile kurabiliyoruz.
Ama barışmak;
İşte o pek mümkün olmuyor.
Galiba bütün mesele yaranın kimin neresinde kaldığı ve nasıl kabuk bağladığı ile ilintili.
Ya da sabahın dördünde ‘Yara’ yı yazdıran yaraların sızıları ile…