Fomara’da çayı güzel demleyen, aynı zamanda internet kafe olarak da hizmet veren bir mekanın dışında gazete okuyordum. Yola çok yakın olduğum için değerli ağabeyim Nezih Karabıyık’la karşılaştım. Buyur ettim ve biraz lafladık. Eşi CHP Milletvekili Prof. Dr. Lale Karabıyık’la ilgili gerçeği öğrenince biraz afalladım önce… Lale hocamız, annesinin rahatsızlığı ile çok ilgilenmişti… Şimdilerde kendisi ‘Amansız hastalıkla’ savaşıyormuş… Saçlarını kaybetmiş, tedavisine devam ediliyor… Gerçekten çok üzüldüm…

CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak Türkiye’nin aksayan, işlemeyen, yanlışlarla dolu alanlarında yaptığı çalışmalar ve konuşmalarıyla gündem oluşturuyordu… Başarılı ve inatçı Bursa milletvekillerinden biri olarak daha yapacak çok işi olduğuna inanıyorum. Acil şifalar diliyorum kendisine.

Konu kanser olunca babam aklıma geldi… Babam da kanserdi ve son aşamasında doktor olan öğrencisinin çabalarıyla 1 yıl daha yaşama sarılmıştı… Her şey denendi, olmadı…

Konuya böylesi bir noktadan girince ister istemez yediklerimiz, içtiklerimiz aklıma geliyor…

Geçenlerde değerli insanlardan biri olan Kasım Turan’dan aldığım bir iletiyle sarsıldım. Gazeteci-yazar Soner Yalçın’ın ‘Saklı Seçilmişler’ adlı kitabında söz ettiği gerçeklerin ardından gelen bilgiler kimyasal bir saldırıyı akla getiriyor…

Lütfen erinmeden okuyun…

Kanserlerin nedeni acaba ABD ve İsrail tohumları mı? Neden kanser oluyoruz? Irak’ı silahla vurdular, Türkiye’yi tohumla mı vuruyorlar? Sessiz ve derinden bir savaş mı devam ediyor?

Büyük bir gıda terörü ile karşı karşıyayız.
PKK’yı, FETÖ’yü biliyoruz, peki gıda terörünü biliyor muyuz? Terörün aldığı canları biliyoruz da gıda terörünün hayattan kopardığı canlardan haberimiz var mı?

Ne oluyoruz! Kanser oluyoruz.
Herkesi kanser ettiler!

Değerli arkadaşlarımdan biri olan eski milletvekili Dr. Ceyhun İrgil, bir ara “Her iki kişiden biri kanser olacak” dediğinde inanmamıştım. Oysa bilimsel veriler elindeydi ve haklıydı… GDO’lu ürünler, kanser yapıyor. Yediğimiz ekmek bile gerçek buğday değil. Buğdayın anavatanı bizim ülkemiz iken, bugün ABD’den buğday ithal ediyoruz. GDO’lu buğdaylardan, ister Trabzon ekmeği yap, ister Malatya ekmeği! Ne fark eder ki…

ABD’nin, Irak’ı işgal ettikten sonra yaptığı ilk şey ‘Iraklı çiftçinin tohumunu elinde almak oldu.’ Ebu Garip Tohum Merkezi’ni vurdular. Burada çiftçiler M.Ö 8000 yıllarından beri tarım yapıyorlar. Her yıl ürettiklerinden tohumluk ayırıyor ve bir sonraki yıl ekiyorlardı… 10 bin yıllık bir tecrübe söz konusuydu. Bombaladılar…

Ebu Garip ismi Iraklı Nur Bacı’nın ahıyla ünlenmiş bir şehir. Ebu Garip Hapishanesi’nde olan bitenler insanlık ayıbı… Irak’a kendi tohumunu dayatmak için, ABD bu tohum merkezini yok etti. Sonra, ABD tohum şirketlerine mahkûm etti Irak’ı. Tohumun dili olsa, Nur Bacı’nın haykırışını geçerdi, inanın!

Afganistan’ı işgal ettiler, aynı şeyi yaptılar. ABD üssünün yanı başında 2008 yılında ABD, kurslar açarak Afgan çiftçisine kendi tohumunu dayadı. Hibrit tohum, Afgan tarımını yok etti. Hem Irak hem Afganistan’da şayet çiftçi, kendi eski tohumuna dönecek olursa, hem para cezası hem hapis cezası veriliyor.

Irak’ı silahla, Türkiye’yi tohumla vurdular!

8 Ocak 2004 tarihinde 5042 sayılı ‘Islahçı Haklarının Korunması Kanunu’ ile başlayan süreçte tohumculuk teslim alındı… 31 Ekim’de 2006’da çıkan “Tohumculuk Yasası” ile devam etti süreç…
Bu yasalar Türk çiftçisine diyor ki; “Ey çiftçi sen asırlardır yaptığın gibi tohum takası yapamazsın. Tohumu artık şirketlerden alacaksın. Aksi halde; 10 bin lira ceza ödersin, tohumların yakılır ve ayrıca 5 yıl ekip biçemezsin. Ekip biçsen, ürününe raflarda yer bulamazsın!

Anadolu’nun genetik mirası yabancı birkaç şirketin mülkiyetine geçti. Çiftçiler cezalar aldılar, büyük sıkıntılar yaşadılar. Ve sonunda, yabancı şirketlerin katil tohumlarına razı geldiler. Bu katil tohumlar, Irak ve Afganistan’da olduğu gibi tarımı kuruttu. Tüketiciyi kanser etti ve etmeye devam ediyor. İş tohumla bitmiyor. Tohumu alan, tohumun ilaç ve gübresini de alıyor ve tabi topraklarımız da zehirleniyor.

Uyanık olalım…