Napolyon acil bir haber getiren subayı tarafından uykusundan uyandırıldığında kendisine söylenen cephedeki sıkıntı haberini dinlemiş ve “Boşuna korkmuşum, ben de sınav var sandım” demiş.
Sınav böyle bir şey işte. En hazır olanını bile korkutur insanın. Bir soğuktur,bir sıkıntıdır.
Bildiklerini biliyor musun diye olanı da vardır, bilmediklerini yüzüne vuranı da.
Bir de konuyu bilip de hiç çalışmadığın yerlerden sorularla dolu olanı.
Hepsine aşinaydım da sınarken öğreteni de varmış meğer meretin; İşte onu hiç bilmezdim.
Öğrendim…
Önce kendi sakinliğimi sağlamayı, eğer sakin yaklaşamazsam kaygılarımın huzursuzluğu tetikleyeceğini hatta kat kat arttıracağını, olabildiğince sakin ve güven verici bir ses tonuyla konuşabilmeyi, onu anladığımı ve çözüm bulabilmek için sıkıntısını dinlemek istediğimi ifade edebilmeyi, dikkatimi dişime takıp odaklanmayı, göz temasım kesilmesin diye gözlüğümü çıkartıp görebilmeyi, anladığımı kanıtlayabilmek için pandomim sanatçısı misali mimikler oluşturup kullanmayı, söyledikleri bana anlamsız gelse de dünyanın en önemli işini yapıyormuşçasına kulak kesilmeyi, hakaret ve saldırıyı hiiç yokmuşçasına sindirmeyi, hayatının kontrolünün hala kendisinde olduğunu hissettirebilmek adına bin türlü şaklabanlık yapmayı, "gün batımı sendromu" diye bir şeyin olduğunu ve bunu yansıtmamayı dolayısı ile huzursuzluğu ateşlememeyi, "hiportermi"ye girmesin diye hava durumu hakkında sallamayı, zihni meşgul ederek yanımda kalması için bulduğum saçma sapan aktiviteleri kendim de benimsemeyi,beynin karmakarışık devrelerinin oluşturduğu halüsinasyonları ‘o bendim ben diyerek’ bazen resim, bazen kaptan, çocuk, bazen kadın, bazen öğrenci olup adeta onunla birlikte görmeyi,dokunma gerektiren yardımlarda hiç olmadığımın iki katı nazik olabilmeyi,günün her saatine yayılmış tuvalet seanslarını kanıksamayı,dereceden kaka ölçer yapmayı ,evi adeta yalıtarak dışarıdan her hangi bir sesin girmesini engellemek adına gürültücü komşularla papaz olmayı, yatılısından vaz geçtim eve hiçbir konuk kabul edememenin verdiği utançla yaşamayı,balkona şehrin sokakları muamelesi yapmayı,kişiliğinin değiştiği anlarda kendi kişiliğimi cebime koymayı,uykuyu uyuklamaya feda edip nerede fırsat bulursam orada tilki misali kestirmeyi,iki lokma yedirebilmek için fırsat kollayıp her defasında hayal kırıklığına uğrayıp bir sonrakine hiç yenilmemiş gibi başlamayı…
Ve…
Bir odada ağlayıp diğer odada Polyanna olabilmeyi.
Biliyorum bu sınavın sonucu bu dünya da açıklanmayacak. Geçtim mi kaldım mı hiç bilemeyeceğim.
Bu sınav sorusuz sınav.
Ama hiç umurumda değil;
Sınanırken öğrendiklerim kalacak elimde bir de tarifsiz üzgünlüğüm…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Olcay ERÖZDEN
Sorusuz sınav
Napolyon acil bir haber getiren subayı tarafından uykusundan uyandırıldığında kendisine söylenen cephedeki sıkıntı haberini dinlemiş ve “Boşuna korkmuşum, ben de sınav var sandım” demiş.
Sınav böyle bir şey işte. En hazır olanını bile korkutur insanın. Bir soğuktur,bir sıkıntıdır.
Bildiklerini biliyor musun diye olanı da vardır, bilmediklerini yüzüne vuranı da.
Bir de konuyu bilip de hiç çalışmadığın yerlerden sorularla dolu olanı.
Hepsine aşinaydım da sınarken öğreteni de varmış meğer meretin; İşte onu hiç bilmezdim.
Öğrendim…
Önce kendi sakinliğimi sağlamayı, eğer sakin yaklaşamazsam kaygılarımın huzursuzluğu tetikleyeceğini hatta kat kat arttıracağını, olabildiğince sakin ve güven verici bir ses tonuyla konuşabilmeyi, onu anladığımı ve çözüm bulabilmek için sıkıntısını dinlemek istediğimi ifade edebilmeyi, dikkatimi dişime takıp odaklanmayı, göz temasım kesilmesin diye gözlüğümü çıkartıp görebilmeyi, anladığımı kanıtlayabilmek için pandomim sanatçısı misali mimikler oluşturup kullanmayı, söyledikleri bana anlamsız gelse de dünyanın en önemli işini yapıyormuşçasına kulak kesilmeyi, hakaret ve saldırıyı hiiç yokmuşçasına sindirmeyi, hayatının kontrolünün hala kendisinde olduğunu hissettirebilmek adına bin türlü şaklabanlık yapmayı, "gün batımı sendromu" diye bir şeyin olduğunu ve bunu yansıtmamayı dolayısı ile huzursuzluğu ateşlememeyi, "hiportermi"ye girmesin diye hava durumu hakkında sallamayı, zihni meşgul ederek yanımda kalması için bulduğum saçma sapan aktiviteleri kendim de benimsemeyi,beynin karmakarışık devrelerinin oluşturduğu halüsinasyonları ‘o bendim ben diyerek’ bazen resim, bazen kaptan, çocuk, bazen kadın, bazen öğrenci olup adeta onunla birlikte görmeyi,dokunma gerektiren yardımlarda hiç olmadığımın iki katı nazik olabilmeyi,günün her saatine yayılmış tuvalet seanslarını kanıksamayı,dereceden kaka ölçer yapmayı ,evi adeta yalıtarak dışarıdan her hangi bir sesin girmesini engellemek adına gürültücü komşularla papaz olmayı, yatılısından vaz geçtim eve hiçbir konuk kabul edememenin verdiği utançla yaşamayı,balkona şehrin sokakları muamelesi yapmayı,kişiliğinin değiştiği anlarda kendi kişiliğimi cebime koymayı,uykuyu uyuklamaya feda edip nerede fırsat bulursam orada tilki misali kestirmeyi,iki lokma yedirebilmek için fırsat kollayıp her defasında hayal kırıklığına uğrayıp bir sonrakine hiç yenilmemiş gibi başlamayı…
Ve…
Bir odada ağlayıp diğer odada Polyanna olabilmeyi.
Biliyorum bu sınavın sonucu bu dünya da açıklanmayacak. Geçtim mi kaldım mı hiç bilemeyeceğim.
Bu sınav sorusuz sınav.
Ama hiç umurumda değil;
Sınanırken öğrendiklerim kalacak elimde bir de tarifsiz üzgünlüğüm…