Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Siyaset, Adalet, Ticaret…

Yazının Giriş Tarihi: 26.04.2019 00:01
Yazının Güncellenme Tarihi: 26.04.2019 00:01

İnsan var olduğu günden bugüne çok büyük evrimler geçirmiş olsa bile, toplumsal gerçeklikler medeniyetler içerisinde ve yüzyıllar boyunca her daim benzerlikler göstermiştir. İnsan kalkınmadıkça toplum, oturması gereken zirveye bir türlü yerleşememiştir. Fransız Devrimi ve Berlin Duvarı’nın yıkılış hikâyelerine ve süreçlerine baktığımızda bile bununla yüzleşebiliriz. Dünya’nın içerisinde bulunduğu en temel kaygı olan ‘değer’ kavramı gün geçtikçe anlamını yitirmektedir. Ve günümüzde çok hırslı, her şeyi yapabilme lüksüne sahip kitleler türediğini değerlendirdiğimizde sorunun köküne inmek gerekliliği farz oldu.

Elbette toplum 2 ana temel üzerinde değerlidir. Birliktelik ve güç olan bu iki ana temeli ise, 3 direk birbirine bağlar. Siyaset ile yönetilen, Adalet ile cezalandırılan, Ticaret ile ödüllendirilen toplumlarda bu üç temel bağlaçtan birinin yokluğu aslında üçünün de yoksunluğudur. Adalet; siyaset veya ticaret merkezli eğilim göstermeye başladığında yani güç ve para endeksli çalışmaya başladığında toplum ağır bir yıkılış ile karşı karşıya kalmıştır. Yine ticaret; siyaset ve adalet içerisinde etkili güç olan parayı koşturmaya başladığında “Adalet Mülkün Temelidir” kavramının mecazi ve olumsuz karşılığı ile yüzleşiriz. Ve elbette Siyaset ile oluşturulan dengeler ve beraberinde sağlanan huzur ortamı da ticaretin bozulması ve adaletin sekteye uğratılması ile yıkılabilirler.

Aslında tüm ana sorun siyaset, adalet ve ticaret kelimelerinin son iki harfinde gizlidir. İnsan; ‘et’ parçası olduğunu unutup kendisine toprak olmaktan öte ve topraktan gelmekten üstün bir vasıf yüklerse, her şey negatif yönde değişkenlik gösterir. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durumu da bu şekilde yorumlamak gerekiyor. Doyumsuzluk, kişileri olumsuz yönde etkiliyor. Lakin açlık, toplumu yıkıma götüren en güçlü gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Peki, son dönem Türkiye’de yaşanan olayları değerlendirdiğimizde kim suçlu? Suçlu ve suçluyu yaratan faktörlerde üç tanedir. Eğitim, inanç, mahalle baskısı… Yeterli eğitime sahip olmayan toplumun cehalet seviyesi yükselir, kendi inancının değer yargılarına ve fikrine sahip olmayan toplum batıl inanışlara odaklanır veyahut gelenekselleşen olgulara kapılır, mahalle baskısı ise; kişiyi ve toplumu benimsediği veyahut özümsediği gerçeklere hapis ederek toplumun gelişmesinin önünü kapar. Yetersiz eğitim, güçlü olmayan inanç/din bilgisi ve mahalle baskısı ile harmanlanan toplumda, önce siyaset körleşir devamında ticaret tükenir ve son olarak adalet yozlaşır.

Elbette son dönemde ciddi çocuk istismarı ve tecavüz hususları ile yoğun bir gündeme sahip olduk. Yine bununla beraber kadına şiddet, cinsel taciz, tecavüz, hırsızlık, adam öldürme, hayvanlara işkence, şantaj gibi adi suçlarla karşı karşıya kalıyoruz. Peki, Türkiye’nin onca sorunu varken nereden çıktı böyle bir gündem karşımıza? Hangi kutup ısrarla bizi bu yöne eğilimli kılıyor. Ve olayların yaşandığı bölgeler neden siyaset ile adalet kavramının karşı karşıya kaldığı bölgeler? Soru sormadan cevaba ulaşmak mümkün değildir. Eğer doğru soruları sorabilirsek, doğru cevaplara da ulaşabiliriz. Son 4 yıldır yaşanan gerçekleri iyi okumak zorundayız. Son dönemde ifade ettiğim gibi, olumsuzlaştırılarak olgunlaştırılan bir süreç ile karşı karşıyayız. Emin olun ki, hiçbir hükümet veyahut siyasi yapılanma toplumu veyahut ülkeyi geren bir kargaşa sürecinden memnun olmaz! Burada ki en temel gerçek, karışan toplumların sonu son 15 yıldır gözlerimizin önünde cereyan eden son ile benzerlik gösterir. Türkiye’yi sokağa dökmeye çalışan zihniyet ve her türlü destekçisi karşısında toplumun düşüneceği ana husus; gerçekleştirilmesinin olgunlaştırıldığı bu eyleminin sonunun Irak, Suriye ve Libya gibi ülkelerin gerçekleri ile sonuçlanacağını bilmesi gerçeğidir.

Elbette çok uzun yazılacak çok fazla cümle sarf edilecek hususlar bunlar. Ancak toplumu ayağa kaldırmak, memleket içerisinde huzur tayin etmek ve geleceğe güven aşılamak çok zor değil. Yazımın başlığını tersten okuduğumuzda göreceğiz ki, ticareti güçlü olan toplumların ekonomik yasalarının da güçlenmesi şarttır. Ekonomik yasaları güçlü olan toplumlarda para bir güç olmaktan çıkar ve adalet tesisi için kendisini yeniden yapılandırmaya ve kurumsallaştırmaya mecbur kalır. Adalet’in yapılandığı ve olgunlaştığı bir süreçte elbette siyaset bu gelişime ve değişime kayıtsız kalamayarak güç kazanır. Kazandığı güç ile kendisini sorgular, toplumun değer yargılarını kabul eder ve değişir. Türkiye’de bugün vurun abalıya misali yüklendiğimiz Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan süreçleri unutulmamalıdır ki, 1994 ve sonrası yaşanan olumsuz gelişmeler ve devamında 2002 krizi ile varlık kazanan gerçekliklerdir. Erdoğan ve Ak Parti’nin Türkiye’ye kazandırdığı ekonomik güç toplumun refah düzeyini yükseltmiş, refah düzeyi yükselen toplumda adalet kavramı sorgulanamayacak kadar güçlü bir bütünlüğe ulaşmış ve siyaset bir toplumsal başarı süreci oluşturmuştur. Ve yine 1994 sürecinden 2002’ye kadar olan dönemleri hatırladığımızda 4 yıl öncesinden başlayan ve bugün iyiden iyiye hissedilmeye başlayan benzer olaylarla yüzleşiriz. Güçlü Türkiye durumundan hasımsızlık duyan güruhların FETÖ başta olmak üzere desteklediği yanlı eğitim, ana temel değerlerden uzak inanç gücü ve mahalle baskısı ile ülkemiz üst üste darbeler atlatmış ve atlatmaya devam etmektedir.

Türkiye’nin yeniden kendisini yapılandırma, kabuğunu değiştirme sürecinde ülkenin toplumsal olarak yanında olmalı ve doğru isimleri ticarette, siyasette destekleyerek adil bir bürokrasi ile devlet yapısının temellerini inşa etmeliyiz. Türkiye’de idamdan çok önce iddia makamını olgunlaştırmalıyız.

Bir kız babası olarak tüm samimiyetimle ifade etmekteyim ki, para ve makam kaygısıyla her türlü iftirayı atabilen ve her şeyden öte menfaati uğruna namusunu, şerefini ve hatta ailesini bile pazarlık konusu yapacak kadar adileşen kişilerin var olduğu bir toplumda ‘idam çözüm değil kaos’ olacaktır. Bizim öncelikle ticareti sonrasında siyaseti olgunlaştırıp, toplumu onararak yeniden ayağa kaldırmalı ve adalet kurumunu mahalle baskısının ötesinde karar verebilecek samimiyet gücüne ulaştırmalıyız. Unutmayınız ki; toplumlar hak ettikleri şekilde yönetilirler gerçeği, evrensel bir değerden öte ilahi bir mesajdır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.