Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Bakan Çelik’in Gündeme İlişkin Değerlendirmeleri

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, "Syriza’nın iktidara gelişi hep AK Parti’nin 2002’deki gelişiyle mukayese ediliyor. Buradan da şu çıkıyor: Niye mesela herhangi bir CHP’nin siyasi çıkışıyla mukayese edilmiyor, MHP’nin ya da...

Haber Giriş Tarihi: 27.01.2015 18:45
Haber Güncellenme Tarihi: 27.01.2015 18:45
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursahaber.com/
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, "Syriza’nın iktidara gelişi hep AK Parti’nin 2002’deki gelişiyle mukayese ediliyor. Buradan da şu çıkıyor: Niye mesela herhangi bir CHP’nin siyasi çıkışıyla mukayese edilmiyor, MHP’nin ya da HDP’nin? Demek ki, yeni sayfa deyince hala akla AK Parti geliyor” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Çelik, katıldığı bir televizyon programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Afrika dönüşünde çözüm sürecine ilişkin yaptığı açıklamaların ve HDP’nin parti olarak seçime girip girmemesiyle ilgili soruya Çelik, “Şimdi burada problem şu: Karşımızda bir siyasi parti var, halktan oy isteyen, seçimlerde belli bir miktarda oy alan ve bugün Parlamentoda temsil edilen bir siyasi parti var. Fakat problem şurada: Her türlü siyasi talebinin yanına mutlaka tehdit yerleştirmekten, bir türlü bu alışkanlıktan kurtulmayan bir parti, sürekli olarak bir tehdit yerleştiriyor her türlü siyasi talebinin yanına. Örneğin, zaman zaman eğer bu dediklerimiz yerine gelmezse Türkiye’de yeniden çatışma ortamı başlar gibi bir tehdit olabiliyor. Zaman zaman işte çok daha sancılı bir sürece girileceği şeklinde bir siyasi partinin kullanmaması gereken çeşitli alt başlıkları olan birtakım tehditler yerleştiriyor” karşılığını verdi.
Bakan Çelik, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bir kere bu şöyle bir şey: Siyasi parti nedir? Belli siyasi iddialar temelinde toplumsal talebi temsil eden partidir, organizasyondur. Şimdi belli bir siyasi iddiaya sahipseniz ve bunun belli bir toplumsal talebi yansıttığını düşünüyorsanız, o zaman özgüven içinde hareket edeceksiniz, seçimden çıktığınızda da aldığınız oya razı olacaksınız. Demek ki sizin temsil edebildiğiniz toplumsal talep size verilen oy kadarmış, bu şekilde düşüneceksiniz. Şimdi yine parti olarak gireceğiz; peki, bu sizin kararınız, bu kimseyi ilgilendirmez. Ama giremezsek cümlesi şunu ifade ediyor: Demek ki parti olarak girme şeklindeki iddianın arkasını dolduracak bir siyasi güç ve toplumsal talebe sahip olduklarını düşünmüyoruz. Şimdi bu çok önemli bir şey. Niçin seçime girersiniz? Her partinin seçime iktidar olmak için girmesi lazım. Kimse muhalefet olmak için girmez. Bir tek Türkiye’de var bu adet. Yani Türkiye’deki muhalefet partileri sadece muhalefet olmak için giriyorlar, muhalefet olduklarında ne yapacaklarını söylüyorlar. Bu ana muhalefet partisi için zaten şey bir durum, ona artık yapışmış, kimliği haline gelmiş bir durum. Şimdi bu HDP meselesinde, peki bu kararı aldın, ben parti olarak seçime gireceğim diyorsun; tamam, buyur gir. Ama diyor, ben burada barajı geçemezsem Türkiye için şu şu şu kötü sonuçları olur.”
HDP’nin Avrupa Birliği ziyaretlerini başlatırsa, bölgede böyle bir yapı kurulmaya çalışılırsa ne olacağı sorusuna Çelik, “Türkiye’nin ne demokrasisine, ne Türkiye’nin istikrarına hiç kimse halel getirecek bir hareketlilik içerisinde olacağını düşünmez. Veyahut da zaten Türkiye’yle ilgili iddiası, ben Parlamentoya giremezsem şu tip istikrarsızlıklar dizisine imza atarım şeklinde bir şeyse zaten o siyasi iddiasını kaybeder, üstelik şimdiye kadar aldığı oyun arkasındaki toplumsal talebi de kaybeder. Bu aslında toplumsal talebi okuyamamak demektir” dedi.
“ÇÖZÜM SÜRECİNDE HERKES MUHATAP”
Çözüm sürecinde muhataplığı kaybedip kaybetmeyeceği sorusuna ise Bakan Çelik, “Çözüm sürecinde herkes muhatap. Burada yanlış bir şey yapılıyor, sanki özellikle HDP’nin kullandığı siyasi dilde onlar ve hükümet şeklinde iki taraf arasında bir müzakere yürütülüyormuş gibi bir sürekli mesaj verilmeye çalışılıyor, böyle bir şey yok” ifadelerini kullandı.
Bakan Çelik, şunları kaydetti:
“Burada şunu bir kere ayırt etmek lazım: Verilen oyun hepsi o bitişik durdukları silahlı güce verilen destek anlamına geliyor mu-gelmiyor mu, o ayrı bir meseledir, onu ayrıca konuşmak lazım. Ama buradaki şey şu: Dünyanın her tarafında bir tarafta bu tip silahlı unsur olduğu zaman siyasi partiler aslında daha çok silahsızlanmadan, silahların bırakılmasından bahsederler, hiçbir zaman silahların gölgesinde siyaset yapmak gibi bir iddiaları olmaz. Bir tek Türkiye’deki bu parti sürekli olarak bir toplumsal talep ya da siyasi talep dile getirdiği zaman, olmadığı zaman bu veya bu iyi karşılanmadığı zaman hemen silahların gündeme gelebileceğini ifade eden bir dil kullanıyor. Şimdi bu başlı başına sorunlu bir dil. O zaman da zaten siyasi parti olmakla ilgili, toplumsal talepleri yeterince taşımakla ilgili bir sorun ortaya çıkıyor.”
“BÜTÜN MUHATAPLARIMIZ BU BÜYÜK MESELENİN ÇÖZÜLMESİNDE İYİ NİYETLE YAKLAŞSINLAR”
HDP’nin parti olarak girip barajı da geçemezse, Meclis’e giremezse, İmralı’yla süreci kimin yürüteceği sorusuna Çelik, “Bunun bir sürü mekanizması bulunur. Buradaki mesele şu: Siyasi parti olarak var olduğu için, yani bir legal organizasyon olarak var olduğu için, bu legal organizasyon Meclis’te de temsil edildiği için ayrı bir ağırlığı oluyor. Ama Meclis’te temsil edilmenin ağırlığını kaybetmek istiyorsa, neticede bu herhangi bir kimse için bir tehdit teşkil etmez, sadece kendileri bu toplumsal talebi yeterince taşıyamamış olurlar. Yani şunu unutmamak gerekir: Bu sadece hükümete ya da iktidar partisine dönüp de kullanılacak bir dil değil. O zaman şöyle bir tablo ortaya çıkacaktır: Demek ki bu partinin arkasında bu partinin iddia ettiği kadar büyük bir toplumsal destek yok. Bu partinin kendisini tanımladığı kadar büyük bir siyasi desteğe bu parti sahip değil. Şimdi biz ne isteriz? Bizim istediğimiz şudur: Bütün muhataplarımız bu büyük meselenin çözülmesinde iyi niyetle yaklaşsınlar ve bu iyi niyet çerçevesinde herkes sorunun muhatabı olarak bir şekilde bir ucundan tutsun bu meseleyi. Ama birisi tek muhatap benim, ben masada olmadığım zaman ben bu süreci çıkmaza sokarım gibi bir şey söylüyorsa, zaten o herhangi bir şekilde İktidar partisine ya da sürece dönük bir mesaj göndermiş olmaz, sadece kendi muhataplığını kendisi devre dışı bırakmış olur. Yani Cumhurbaşkanımızın dediği o; bir sivil toplum örgütüne dönüşür, bir sürü muhatabı var sivil toplum örgütü gibi, o muhataplardan bir tanesi olur. Dolayısıyla burada yapmaya çalıştıkları şey kendilerinin halka hesap vermesi gereken bir şey. Eğer biz burada Türkiye’nin bu silahsızlanma sürecini gerçekleştirmiş, silahlı unsurlardan tamamen arınmış bir geleceğe sahip olmasını samimiyetle istiyorlarsa bunlar, aynı şekilde bizim istediğimiz gibi bu arzuya sahiplerse, o zaman her siyasi taleplerini çözüm sürecini çıkmaza sokacak bir tehdit unsuruna dönüştürmemeleri lazım” diye konuştu.
“TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRATİK MEKANİZMALARI TEHDİT EDEN BİR DİLE ANINDA DÖNDÜLER”
Büyük bir zemin kaybettiklerini ifade eden Çelik, “Mesela Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinden iki ay öncesine kadar çok radikal bir dil kullanıyorlardı. Birdenbire Cumhurbaşkanlığı sürecinde fevkalade liberal, özgürlükçü bir dil kullandılar. Ve merkezden bazı unsurların da, bunlar çok küçük unsurlar olsa da kendilerine dönük iyi niyet mesajlarına muhatap oldular. Ama bakın Cumhurbaşkanlığı süreci geçtikten hemen sonra 6-8 Ekim olaylarıyla birlikte tehditkar, demokrasiyi tehdit eden, Türkiye’deki demokratik mekanizmaları tehdit eden bir dile anında döndüler. Şimdi zaten siz örgüt dili kullanacaksanız, o zaman size ne gerek var diye sorarlar. Bunu da kim sorar? Arkasındaki toplumsal destek sorar zaten. Yani bir tarafta örgüt varken, örgütün dilinin aynısını kullanan bir şeye gerek yok. Siyasi parti, siyaset dili kullandığı müddetçe, demokratik bir dil kullandığı müddetçe anlamlıdır ve karşılık bulur. Ama siz sürekli olarak siyasi parti olmanın ayrıcalıklarından faydalanmak isteyeceksiniz, ama kullandığınız dil de bir örgüt dili olacak. Bu melez yapıyı hiçbir siyasi organizasyon taşıyamaz” ifadelerini kullandı.
HDP’nin eğer barajı geçemezse, sivil toplum örgütü olarak Hükümet muhatap olarak tutarsa o muhataplıkla İmralı-Kandil süreci yürütülmeye devam etmesine ilişkin, “Bakın çözüm sürecinin yürümesindeki en büyük destek, şimdi hep beraber görelim, bir sürü safhasını gördük bunun, milli birlik kardeşlik projesinden diğer safhalarına kadar bir sürü safhasını gördük. Bütün ana damarlarını, kılcal damarlarını biliyoruz bunun. Bunun yürümesinin en büyük şeyi, sadece bir bölgede değil, sadece belli bir toplumsal kesimde değil bütün vatandaşların en büyük desteğini alan bir süreç olmasıdır. Ve bunun yürütülmesinde de şu mesele çok önemlidir: Bunun muhatabı millettir kodu fevkalade önemli bir şeydir. Bunu bir sadece retorik olarak, sadece bir slogan olarak düşünmemek lazım. Milletin karar vermediği, milletin içine sinmeyen hiçbir şey siyasi çözüme ulaşamaz. Bunu sadece bir oy hesabı olarak, iktidar partisinin oy hesabıyla söylediği bir şey olarak düşünmemek gerekir. Bu herhangi bir meseleyi biz hakikaten gerçekçi bir siyasi sonuca ulaştıracaksak, herhangi bir yanılsama içerisine girmeden siyaset iddiamızı yürüteceksek, bu mesele fevkalade önemlidir” dedi.
“BU HDP’NİN MESELESİDİR”
“Parti olarak HDP olmasa da bir şey kaybetmez mi diyorsunuz çözüm süreci” sorusuna Çelik, “Bu HDP’nin meselesidir. HDP parti olarak muhataplığını sürdürmek istiyorsa bu tehdit dilini bırakmak zorunda. Kendisi eğer şeye karar vermişse, ben parti olarak gireceğim diye bunun iki seçeneği var; ya kazanacaksınız mevcut seçim mekanizması içerisinde ya da kaybedeceksiniz. Ama ben bir şeye karar vereyim, ama her halükarda da istediğim hedefe ulaşmamı sağlayacak zemini de iktidar partisi oluştursun gibi bir şey, zaten siyasi parti olmanın mantığına aykırı bir şey” şeklinde konuştu.
Bakan Çelik, Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya giden süreçte eğer HDP de bu süreçten çıkarsa buranın nasıl kontrol edileceğine ilişkin, şunları kaydetti:
“Şimdi şöyle, kuzey Suriye yeknesak bir bölge yok, yani şöyle yeknesak bir bölge yok. Mesela Kürt nüfusunun yaşadığı yerler; Afrin, Haseki, Kamışlı, Kobani, bunlar tek bir bölge değil, arada başka bölgeler var, arada başka etnik unsurlar var, arada başka dini unsurlar var, burası entegre bir bölge değil. Bir kere o sebeple kuzey Suriye tanımlaması, Kuzey Irak tanımlamasından mülhem yapılıyor ama, aynı şeyi ifade etmiyor. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyi ifadesi daha doğru bir ifade, çünkü kuzey Suriye diye orada federal bir bölge yok. İkincisi; bu federal bölgeyi içeriklendirecek bir mutabakat yok orada, yani Kürt unsurların bulunduğu, yoğunlukla bulunduğu Haseki, Afrin, Kamışlı, Kobani gibi bölgeler birbiriyle iç içe bölgeler de değil, arada başka bölgeler var, arada başka gruplar var. Üçüncüsü, şöyle bir şey var, şu meselenin üzerine bir kafa yoralım: Bakın hem Türkiye’nin geçmişinde, hem de bölgede Kürtlerin en temel insan hakları ellerinden alındı, yani temel insan haklarından faydalanamadılar, dillerini kullanamadılar, hakikaten zulme uğramış bir halk. Ve şimdi bugün tarihin bu aşamasında bu halk kendi kimliğini özgürce ifade etme, kendi dilini özgürce ifade etme imkanına kavuşuyor. Burada bu imkanın en demokratik perspektifle sunulduğu ülkelerden bir tanesi Türkiye. Türkiye, AK Parti iktidarlarıyla birlikte hakikaten insan haklarına aykırı, hakikaten her türlü temel hakka aykırı, ret, inkar ve asimilasyon politikalarını bitirdi. Dolayısıyla Kürtlerin belki de yüzyıllar süren haklarının elinden alınması sürecine AK Parti son verdi, üstelik bunu tanıdı; yani bu kimliği tanıdı, bu dil hakkını tanıdı.”
“İŞTE CİZRE İÇİN YAPMAYA ÇALIŞIYORLAR YA DA BAŞKA YERLER İÇİN YAPMAYA ÇALIŞIYORLAR”
Suriye’nin kuzeyiyle ilişkisinin sorulması üzerine Çelik, “Buradaki şey şu: Birileri tutuyor, bakın şimdi her aşama, her devrim, her yeni sayfa bir başkası tarafından çalınır, çalınma ihtimali vardır. Şimdi bu Kürt gençlere refah içerisinde, demokratik bir perspektif içerisinde daha umutlu bir gelecek vaat etmek yerine tutup da birileri ilkel birtakım kantonal bölgeler oluşturarak o kantonal bölgelere bütün bu kazanımları koymak ve bunları gömmek istiyor. Bakın bunlar, bu kantonal bölge meselesi Kürtlerin tarihin bu aşamasındaki kazanımlarını birilerinin çalmasının yeni bir mekanizması; bunun altını çiziyorum. Çünkü siz gidip de ilçe kadar bir yerde, bir ilçenin yarısı kadar bir yerde bir kantonal bölge oluşturduğunuzda buraya ben içişleri bakanını koydum, işte kültür bakanını koydum, dışişleri bakanını koydum diye bir mekanizma oluşturduğunuzda bu 19. yüzyılın o hayali şeylerin ötesine geçmez, son derece ilkel bir şey. Ulus devlet yaklaşımının bile gerisinde bir şey. Bugün dünya bambaşka bir yere geldi. Bir yandan Ortadoğu’da büyük entegrasyondan bahsediyorlar, bir yandan da bu tip ilkel mekanizmaların peşinde koşuyorlar. Üstelik bunu Türkiye’nin içerisinde de üç tane mahalle için ilan etmeye çalışıyorlar, işte Cizre için yapmaya çalışıyorlar ya da başka yerler için yapmaya çalışıyorlar. Buradan Kürtlerin kazanımlarını koruyacak, bölgeye faydası olacak, halkların kardeşliği dedikleri zemini sağlayacak, özgürlükçü ve demokratik bir perspektif çıkmaz” ifadelerini kullandı.
“TÜRKİYE’NİN KLASİK 19.YÜZYIL MANTIĞIYLA BİR ULUS DEVLET ÇERÇEVESİ İÇERİSİNDE KALMAMASI GEREKİR”
Türkiye’yi federatif bir yapıya geçirmek gibi bir niyetlerinin olup olmadığı sorusuna ilişkin Çelik, “Böyle bir tartışmanın olmadığını söyledik zaten, benim hatta şöyle bir cümlem vardır: Türkiye’deki sorun, Türkiye’de federasyon olmaması ya da özerklik olmamasıyla ilgili bir sorun değildir. Türkiye’deki sorun, demokrasi konusundaki cari açıktık ve bu cari açığı gidermek içinde Türkiye’nin klasik 19.yüzyıl mantığıyla bir ulus devlet çerçevesi içerisinde kalmaması gerekir. Bunun alternatifi birilerinin söylediği gibi federasyon ya da özerklik değildir. Tek başına federasyon ya da özerkliği önerdiğiniz zaman mesela diyelim ki, dünyanın bazı ileri demokratik ülkelerinde federatif yapılar ya da özerk yapılar olabilir, ama bunlar tersinden okumayla bir sonuca ulaştırmaz bizi. Yani bir yerde ileri demokrasi olsun diye federatif ve özerk yapılar olsun dediğinizde bakın siz şimdi bizim bölgemizin etrafında federasyon ve özerklik talep eden hemen hemen her etnik grubun, hem dini grubun iddiası var. Bunlar o bölgelerde büyük bir demokrasi perspektifi ortaya çıkarmak yerine, tam tersine federasyon ya da özerklik peşinde koşan her etnik grubun diğerine karşı kan dökmesine, iç savaşlar oluşmasına yol açıyor. Problem şudur: Siz büyük bir çatının içerisinde büyük bir demokratik perspektif, büyük bir demokratik çatı kuramazsanız onun altındaki odaları tartışmanızın bir manası yok. Devlet sistemleri değişir, devlet sistemlerinin tarihiyle ilgili uzun bir literatür vardır, yani bir halkın kendisini daha çok nasıl ifade edebileceğiyle ilgili zaman zaman merkeziyetçi yapılar olur tarihin belli aşamalarında, sonra ihtiyaçlara göre daha gevşek yapılar, daha ademi merkeziyetçi yapılar çıkabilir. Türkiye açısından ben bunu siyaset bilimci olarak söylüyorum size, bakın bir politikacı olarak söylemiyorum. Türkiye’nin hiçbir şekilde ihtiyacını boş verin, federasyon ya da özerklik anlamında bir sosyolojik temeli yok, Türkiye’nin bu sebeple buna ihtiyacı yok” dedi.
“YENİ TÜRKİYE’NİN KİMLİĞİ OLACAK YEPYENİ BİR ANAYASADIR”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika dönüşü “Çift kanatlı parlamento da yapılmak istenen işler geçicidir çok da çabuk çözüm alamayız” açıklamalarına ilişkin Çelik, “Bunun bizim biliyorsunuz Meclis’te Uzlaşma Komisyonu varken, AK Parti’de de bizim o Uzlaşma Komisyonuna destek veren büyük bir Anayasa Komisyonumuz vardı. O Anayasa Komisyonunun Başkanlığını 2,5 yıl ben yürüttüm Uzlaşma Komisyonu görevini tamamlayana kadar. Bizim oradaki görevimiz neydi biliyor musunuz? Bütün bu sistemleri çalışmak, yepyeni bir anayasa hazırlamaktan, her türlü anayasa değişikliğine kadar hazır olunması bizim tekliflerimizin hazır olması. O zamandan beri bizim söylediğimiz şu: Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, anayasa değişikliği değildir, yepyeni bir anayasadır. Yeni Türkiye’nin doğum belgesi olacak, yeni Türkiye’nin kimliği olacak yepyeni bir anayasadır” dedi.
“Türkiye’nin daha dinamik yönetilmesi için başkanlık sistemin biz teklif ediyoruz dedik, iki sene öncede teklif ettik biz bunu, AK Parti’nin teklifidir bu yani” ifadesini kullanan Çelik, şöyle konuştu:
“Uzlaşma Komisyonundaki daha bu temasları biz yürütürken Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakanken benim Başkanlığımda bir heyet bütün partilere gittik seçimden sonra ve bu süreci başlattık. Bu süreçte de söylediğim gibi bizim teklifimiz bu, siz bu teklifi reddedebilirsiniz, kabul edebilirsiniz, ama biz bu teklif üzerinden size bir şey getireceğiz yeni anayasa teklifi getireceğiz. Şimdi buradaki mesele şu orada gördüğüm niye olmadığının da cevabı orada. Diyelim ki, bu teklifimizi reddettiler, sonra ben arkadaşlara sordum dedim ki, bu teklifimizi reddedenler, peki çağdaş anlamda bir parlamenter sistemin nasıl olması gerektiğiyle ilgili doyurucu, Avrupa Birliği standartlarında bir teklif getirdiler mi? O da yok. Dolayısıyla, mesele şuydu tartışma şu noktaya kitlendi: Biz yeni Türkiye’nin ilk anayasasını istiyorduk, onlarsa eski Türkiye’nin son anayasasını yapma peşindeydi. Biz yepyeni bir anayasa peşindeydik, onlarsa bir anayasa değişikliği peşindeydi. Dolayısıyla onlar hibrit bir yapı istiyorlardı, yani yine milli iradenin, halkın iradesinin başka kurumlarla paylaşıldığı, sürekli birtakım vesayet tuzaklarının olduğu bir yapı istiyorlardı ve netice itibariyle de o büyük fırsat kaçırıldı. Çünkü millet seçimden sonra aziz milletimiz yüce Meclis’i anayasa yapma göreviyle görevlendirerek Meclis’e şeref verdi, şeref bahşetti. Maalesef ama Uzlaşma Komisyonundan böyle bir anayasa çıkmadı.”
“HİÇBİR SİSTEM SİZİN SORUNLARINIZI ÇÖZECEK SİHİRLİ BİR YAPI DEĞİL”
Başkanlık sistemine geçilirse hangisinin tek veya çift yapılı sistem olduğu sorusuna Çelik, “Hayır, şu: Kast edilen hem milletvekillerinin, hem senatörlerin olduğu 1960’dan sonra uygulanan bir sistem gibi bir sistemin yani iki meclisin süreci yavaşlayacağı şeklinde. Bizim kendi deneyimimizde zaten o kısa bir zaman içerisinde uygulandı ve Türkiye’de ciddi bir şekilde işlevsellik üretemedi. Çünkü bir mecliste yapılan tartışma ikinci mecliste aynı şekilde şey oluyor. Bu biraz da şöyle bir şey: Devletin kuruluşundaki şeylerle ilgili bir şey, yanı alışkanlıklarla ilgili bir şey, geleneklerle ilgili bir şey. Bakın o iki Meclis’in çalıştığı yerler daha çok kurulurken bile iki mecliste olan yerler ve ona göre şey yapmışlar. Ya da bir takım kast sistemlerinin olduğu yerler var İngiltere gibi, işte o lordları başka kameraya almışlar, halktan gelen temsilcileri başka bir kamaraya almışlar. Buradaki mesele şu: Hiçbir sistemin elinde hiçbir sistem sizin sorunlarınızı çözecek sihirli bir yapı değil. Siz kendi sosyolojik ihtiyaçlarınıza, sosyolojik taleplerinize en uygun sistemini koyarsanız ancak onunla birlikte dinamik yapı üretebilirsiniz” şeklinde konuştu.
Türkiye’nin ihtiyacının tek kanatlı yapı mı, tek meclis yapı mı olduğu sorusuna Çelik, “Çift meclisi çalıştıramadık işte ondan sonrada kaldırıldı zaten şeyde. Buradaki mesela şunu tartışalım biz: Başkanlık sistemi, parlamenter sistem, öteki, beriki kim neyi, niçin istediğini ve hangi sisteme niçin taraftar olduğunu ve niçin karşı olduğunu açık bir biçimde söylesin. Bakın biz o Anayasa Komisyonuna da bütün teklifimizi açık bir biçimde vermiştik. Şimdi şöyle bir şey olmaz: Şu sistem gelirse Türkiye bölünür, biz bu sisteme karşıyız, o sebeple masaya oturmayız. Eğer siz bu teklifi çekmezseniz biz bu masadan kalkarız gibi bir tartışma olmaz. Bütün sistemleri tartışacağız, sonuç itibariyle de Türkiye’nin en verimli yönetilmesi için, en dinamik şekilde yönetilmesi için hangi sistem üzerinde mutabık kalıyorsak o şekilde bir düzenleme yapacağız. Bizim zaten AK Parti olarak teklifimiz başkanlık sistemiydi. Yani o zaman iki yıl öncede Anayasa Uzlaşma Komisyonuna bizim partideki Anayasa Komisyonu olarak da, uzlaşma komisyonu olarak da AK Parti’nin teklifiydi bu bizim Meclis’teki Uzlaşma Komisyonundaki teklifimiz” dedi.
Hem yönetip, hem sistem değiştireceğiyle ilgili Çelik, “O yani elimizdeki sistem buysa bunu en verimli şekilde nasıl işletiriz? Ama bir anayasa değişikliği teklifi söz konusu olduğunda iki yıl evvel uzlaşma komisyonunda AK Parti teklifi bu şekilde gitti ve bu AK Parti görüşü olarak gitti ve bu sürekli olarak da orada durdu veya teklifler buna göre verildi, anayasa teklifi buna göre verildi. Yani biz hukuki olmayan, anayasal zemini olmayan bir arayışın içerisinde değiliz, ama teklifimiz o şekilde olduğu için Türkiye’nin o şekilde daha dinamik ve verimli bir şekilde yönetilebileceği konusundaki tezimiz baki zaten” ifadelerini kullandı.
“HALA AKLA AK PARTİ GELİYOR”
Yunanistan’da seçimleri Syriza’nin kazanması hatırlatılarak, Yunanistan’daki çıkışın AK Parti 2002’deki çıkışınıza benzer paralel yönlerinin olup olmadığı sorusuna Bakan Çelik, “Şimdi beni sevindiren şöyle bir şey oldu: Dün akşam bu Syriza’nın Yunanistan’daki sol partinin iktidara gelişiyle ilgili yapılan tartışmaları izlerken baktım Syriza’nın iktidara gelişi hep AK Parti’nin 2002’deki gelişiyle mukayese ediliyor. Buradan da şu çıkıyor: Niye mesela herhangi bir CHP’nin siyasi çıkışıyla mukayese edilmiyor, MHP’nin ya da HDP’nin? Demek ki, yeni sayfa deyince hala akla AK Parti geliyor” dedi.
“Biz 13 yıldır Türkiye’yi yönetiyoruz, ama dünyanın herhangi bir yerinde bir yenilik olduğu zaman bakın çıkan haberlere, hemen AK Parti’yle mukayese ediliyor” ifadesini kullanan Çelik, “Demek ki, sürekli iktidarda olmamıza rağmen hala yeniyi biz temsil ediyoruz; birincisi bu. O sebeple bu şeyin herhangi bir yerde yeni bir sayfa açıldığı zaman ya da tırnak içerisinde, devrimci bir siyasi değişiklik olduğu zaman akla AK Parti’nin gelmesi hala manidar ve güzel bir şey” diye konuştu.
“Türkiye’deki sol için bir umut temennilerine ne derseniz” sorusuna Çelik, “Şimdi çok enteresan bir şey, tabi sol da Türkiye’deki, yani oradaki partinin neye itiraz ettiği, neleri değiştirmek istediği çok net bir şekilde kendi siyasi söyleminde berrak. Ama şimdi siz Türkiye’deki sola baktığınız zaman Avrupa’daki solla Türkiye’deki solun hiçbir ilgisi yok, Türkiye’deki solun dili veya siyasete yaklaşımı Avrupa’daki sağ ile mukayese edilebilir. Yani bakın şunu net bir şekilde ortaya koyalım biz: CHP’den bahsediliyor, CHP sol bir parti değildir. CHP’nin Türkiye’de temsil ettiği siyaset, merkez sağın dışındaki aşırı sağ dediğimiz siyasi kanada denk düşen siyasettir. Nedir o? Statükoyu tavizsiz bir biçimde korumak, statükoya sahip çıkmak, milli iradenin üstünde başka mekanizmalar öngörmek, sürekli olarak her krizden sonra vesayetle yan yana durmak, hiçbir değişimci halk merkezli politikası olmayan bir parti; bunun neresi sol? Yani” diye konuştu.
CHP’ye özellikle merkez sağdan isimler için davetlerin olduğu sorusuna ilişkin Çelik, “Tamam, yani kendisine sol diyen bir partinin her seçimde bulabildiği tek açılım, birtakım sağdan isimleri davet etmek. Şimdi ben şuna bakmak isterim: Bakın Türkiye’nin meselelerinde, yani sürekli olarak demokratikleşme paketleri açıklayan parti biziz, bunu Hükümet olarak gerçekleştiriyoruz. Siz şimdiye kadar şöyle bir şey duydunuz mu: AK Parti’nin ortaya koyduğu bir demokratikleşme paketini eleştirmenin dışında, bu yetmez, biz daha fazlasını öneriyoruz diyen bir Cumhuriyet Halk Partisi teklifi duydunuz mu? Duyamazsınız. Neden beklerseniz? Mesela Avrupa standartlarında bir sol parti olsa, bizim önerdiğimizden çok daha ileri bir demokratikleşme paketi önermesi lazım. Biz bir paket açıklıyoruz, ondan sonra onun daha ilerisini yine biz açıklıyoruz. Şimdi burada bir problem var, yani dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi sol bir parti değil” ifadelerini kullandı.
“HDP ETNİK SİYASET YAPTIĞI MÜDDETE SOL BİR İDDİASI OLMAYACAK”
HDP’den Yunanistan benzeri yeni bir umut doğup doğmayacağı sorusuna Çelik, şunları kaydetti:
“Bir kere, bu şiddetle melez bir dil kurması, şiddet diliyle siyaset dili arasında melez bir ilişki kurması, bir türlü bir müstakil siyasi parti mantığıyla çalışmaması. İkincisi de, temelde şöyle bir mesele vardır bakın: Sol dediğiniz şey nihayetinde enternasyonal olmak zorundadır, yani bir evrensellik iddiası vardır, o sebeple etnik siyaset ve benzeri konulara fevkalade mesafelidirler, karşıdırlar. Dolayısıyla, HDP etnik siyaset yaptığı müddete sol bir iddiası olmayacak. Belki onu Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi benzeri ya da başka birtakım gruplarda statükoyu savunan, ama haksız bir şekilde kendilerine tırnak içerisinde solcu ismi yakıştıranlar sevecekler, ama bu haliyle sol bir parti kategorisine girmez.”
“21 Mart veya Şubat sonu veya Nisan başı, evet, silahlar susmuştur açıklamasını duyacak mı Türk insanı” sorusuna Çelik, “Özellikle ben Kürtlerin hakkını kazanması, Kürtlerin kimlik hakkı için, dil hakkı için siyaset yapıyorum iddiasıyla yola çıkanların üslubunda bir şeye dikkat etmek lazım, bilelim ki bunlar ne zaman ki şiddete mesafe koymaz ve şiddeti bir siyaset biçimi olarak davet ederler ya da onaylarlarsa şunun adını koyalım: Bunlar Kürt gençlerine düşmandırlar. Bundan sonra Kürt gençlerine vaat edilmesi gereken, onların babaları, dedeleri, ret, inkar ve asimilasyon politikalarıyla uğraşarak ömürlerini tükettiler, artık bu çocukların demokratik bir ülkede refahı paylaşan, iyi eğitim olanakların yararlanan, iyi mesleklere sahip olan, korkusuzca kendi kimliklerini ifade eden özgür bireyler olarak, özgür yurttaşlar olarak hayatlarını sürdürmeleri lazım. Şimdi yine bunların önüne ben Kürtler siyaset yapıyorum diyerek silahı koyarsanız, şiddeti koyarsanız, siyaset zemininde kendinize korunaklı bir yer bulup da o çocukları sadece sokakla muhatap ederseniz, o zaman bunu üretenler birinci dereceden bu Kürt gençlerinin düşmanıdırlar. Bu çocukların önüne, artık demokratik bir ülkede onurlu, özgür yurttaşlar olarak, refahı paylaşan yurttaşlar olarak iyi bir gelecek koymak gerekir. Kim ki silaha davet ediyor, bu çocukların babalarının, dedelerinin demokratik yollarla yaptığı mücadele çerçevesindeki kazanımlarını çalmaya çalışıyordur” dedi.
AKM binasıyla alakası sık sık bu tartışma yapıldığını belirten Çelik, “Yani bir tür bina fetişizmi de üretenler var. Bizim buraya dönük yaklaşımımız, biz buraya dünyanın en yüksek standartlarında bir opera binasını yapacağız ve buna kararlıyız, bununla ilgili çalışmalarımız sürüyor, kısa zamanda da bununla ilgili adım atacağız” şeklinde konuştu.
“BİZİM YAPMAK İSTEDİĞİMİZ ŞEY…”
Bir sürü spekülasyon yapıldığını söyleyen Çelik, şunları söyledi:
“Bizim yapmak istediğimiz şey, Türkiye’de kültür mekanlarının sadece hafta bir kullanılan yerler olmaktan çıkarılması, bunu bütün Anadolu için de söylüyorum, burada haftanın 7 günü, neredeyse 24 saate yakın etkinliklerin yapıldığı yerler haline gelmesini önemsiyoruz. Bakın, kütüphanelerin standartlarının yükseltilmesi çok önemlidir. Anadolu’daki kültür merkezlerine gittiğimizde, müzelere gittiğimizde her yıl ziyaretçi sayısı artıyor, buralardaki faaliyet sayısı artıyor, biz bu dinamizmi tutmak zorundayız, çünkü kültür bir milletin yazılımıdır. Bakın, ekonominiz zayıflar, güçlenir tarihin değişik dönemlerinde, çeşitli krizlere girerseniz, krizlerden çıkarsanız, bazı devletler vardır savaş girmiştir yenilmiştir, zafer kazanmıştır. Ama netice itibarıyla tarih içinde sürekliliği sağlayan devletler ve milletler kültürel yazılımı güçlü milletlerdir. Eğer bu yazılımınız yoksa, hardware ne kadar güçlü olursa olsun software güçlü değilse hiçbir şekilde ayakta kalamaz bir millet.”
“Türkiye’den kaçırılmış ve şuradan giden bir sanat eserini Türkiye’ye getirdiniz mi, getirecek misiniz” sorusuna Çelik, “Şimdi bu organize bir hırsızlık, neredeyse kökü 20-25 sene geriye gidiyor, çeşitli soruşturmalardan geçmiş, ama bir türlü sonuç alınamamış. Benim dönemimde bu soruşturmaları tamamlattım ben ve bizim Teftiş Kurulumuz müzayede evleri ve başka yerlerle de ayrıntılı bir şekilde görüşerek konuyu savcılığa intikal ettirdik. Ve şimdiye kadar da eserlerin önemli bir kısmına ulaşıldı, bunlar milletin, devletin ortak değeri olan eserler. Ve çok iyi çalışılmış bir hırsızlık, yani tabloların yerine sahtelerinin yapılması için Rusya’dan ressam getirtmeye kadar düşünülmüş, üzerinde çalışılmış bir hırsızlık. Önemli bir kısmına ulaştık, yeni haberlerimiz de olabilir, ama işte soruşturma gizli yürüyor, ben o hassasiyet içerisinde davranıyorum. Bir de tabi şu hassasiyeti rica ediyoruz: Yani hakikaten Türkiye’de çok ciddi koleksiyonerler var, onların birçoğu iyi niyetli alıcı olarak farkında olmadan bu tablolar onların ellerine geçmiş olabilir, çünkü zaman içerisinde bunlara belge üretmişler, bu belgeleri çerçevesinde onlar hakikaten normal bir eser aldığını zannediyor. Şüphelendikleri bu tip eserler varsa hemen bizimle irtibata geçsinler, biz uzmanlarımızı götürelim, inceletelim, sonuç itibarıyla da kendilerine teşekkür edelim bu eserleri korudukları için. Bu milletin hazinesidir, biz buna sonuna kadar sahip çıkacağız. Bu birtakım yerlere ulaşıyormuş, birtakım güçlü isimlere değiyormuş, bu eğer kötü niyetliyse bizim için hiçbir önemi yok, sonuna kadar gideriz, iyi niyetli olanlara da teşekkür ederiz” ifadelerini kullandı.
Üç dönem bittiğini hatırlatarak, Cumhurbaşkanlığında mı yoksa partide mi olacağının sorulması üzerine Çelik, “Siyaset yapmaya devam edeceğiz” dedi.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.