9O lar bizim jenerasyonun son romantik yıllarıydı.
Kim bilir belki de o yılların özelliği,Türkiye’de ve dünyada teknolojinin,alışkanlıkların,gereksinimlerin,zevklerin en mühimi de algının değiştiği milenyum yıllarına bir tık kalmasıydı.
O dönemde internetinde bu günkü kadar yaygın olarak kullanılmayışının bunun da kişisel iletişimin önemini korumasının etkisi yadsınamaz derecede etkindi.
Her şey çok daha samimi, çok daha içtendi.
Örneğin bizim kuşak fotoğraf çekmeyi o yıllarda da çok severdi,36 lık filmler makinelere takılır,deklanşöre basıldığı anda kim nasılsa öyle çıkar hiç kimsenin kendi fotorafını çekmek aklının ucundan dahi geçmezdi. Hiç kimse de poz verirken kasmazdı.
Neysek oyduk.
90 lar,her ne kadar dijital ortama geçiş evresiyse de,içinde hepimiz için her şeyden biraz vardı.Arsada top oynuyor,tetristen de vaz geçemiyorduk.
Yani hem manueldik hem dijitaldik.
Türkiye süratle liberal politikaların rüzgarlarına kapılıyor, dünyadaki gelişmelere ve rekabete açılıyor, iş ve ekonomi dünyası evriliyor,özel televizyon kanalları ile kabuk değiştiriyordu.
Geçmiş yıllarda medyanın eksik kalan görsel ve işitsel yayıncılık yönündeki boşluğu doluyor, çağdaş standartlara yakın bir ölçütte medya özgürlüğü kendini iyiden iyiye hissettiriyordu.
Sadece hissettirmekle kalmıyor,televizyonun özel sektörün eline geçmesiyle, sayıları artan TV kanalları ülkedeki hoşa gitmeyen ve yasaklanan görüntüleri çarpıcı bir şekilde gündeme getiriyorlar,böylece ülke saklanan yüzünü ve meselelerini görmeye, kurumlar ve toplum da kendilerini sorgulamaya başlıyorlar bizim jenerasyon bilgi ve delille tanıştıkça sosyal toplumun gerekleri konusunda önceki yılların tanıklarına tur bindirmeye başlıyordu.
Özellikle terörün 90 lı yıllara vurduğu damga en hassas tanıklıklarından biri oluyordu.
Kız kaçıran ve patpat, taso, topaç , amartisörlü bisiklet ve yeni yeni piyasaya çıkan akülü arabalar çoğumuzun henüz ulaşamadıkları içerisinde yer alsa da, , okuma fişlerini özenle tek tek saklamak, Barış Manço’nunAdam Olacak Çocuk’unu izlemek, susam sokağının yayınlanacağı saati beklemek cep telefonları olmadığından ev telefonlarının hemen hemen hepsini ezberde tutmak vazgeçilmezlerimizdendi....
1990’lar acısız arabeskin tahtını, pop müziğe devretmesiyle garip bir kuşağın ortaya çıkmasına aracı oluyordu. 1991’de Yonca Evcimik, “Aboneyim Abone” isimli şarkıyla piyasaya çıkarken o tarihten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, Türk pop müziğinin yeniden dirilişiyle Evcimik’in peşi sıra, Tarkan, Burak Kut, Mustafa Sandal gibi isimlerin albümleri çıkacak Pop müziğinin bereketi o kadar bol olacaktı ki neredeyse her gün ünlüler kervanına yeni birileri katılacaklardı. Mutaf, Atilla Taş, Ciguli gibi isimleri hatırlayanınız çoktur sanırım.
90 ların en acı tanıklığını dönem biterken yaşadı bizim jenerasyon; Henüz 13 Mart 1992 de ki Erzincan depreminde(6.3) yitirilen 498 kişinin acısı çok taze iken, Türkiye 17 Ağustos 1999 da 7.4 şiddetinde ki Marmara depreminde 17 binin üzerinde insanını kaybediyor, 12 Kasım 1999 da ki 7.2 büyüklüğündeki Düzce depremi 845 kişiyi aramızdan alıyordu.
Bir yandan 17 Kasım 1994 te İstanbul'da yapılan Dünya Halter Şampiyonası'nda Türk sporcu Halil Mutlu’nun 7 dünya rekoru kırarak 3 altın madalya kazanmasını alkışlarken,bir yandan da Naim Süleymanoğlu’nun da 5 dünya rekoru kırarak aldığı 3 altın madalyayı kutluyorduk.
90lara öyle çok şey sığmıştı ki; sanki on yılda yirmi yıllık bir yaşam sürmüştük.
Türk futbolunun en büyük isimlerinden, Galatasaray’ın efsane kaptanı Metin Oktay’ın bir trafik kazasında hayatını kaybetmesi, araçlarda sürücü ve ön koltukta oturan yolcuların emniyet kemeri takması zorunlu hale getirilmesi,
Şırnak, Cizre ve Adana’da ki Nevruz kutlamalarının kana bulanarak 38 kişinin hayatını kaybetmeleri, Beyaz Balina Aydın’ın, Ruslar tarafından yakalanıp geri götürülmesi, Bir gecede 24 yeni üniversite kurularak akademi tarihinde dünya değil evren rekoru kırılması,250 000 liralık banknotlar tedavüle girmesi,
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu’nun arabasına konan bomba ile katledilmesi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kaza süsü verilerek şehit edilmesi, Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın geçirdiği kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirmesi,
Pir Sultan Abdal Derneği’nin konuğu olarak Sivas’ta bulunan Aziz Nesin’e tepki gösterme bahanesiyle toplanan 10 bin göstericinin Madımak Otel’ini ateşe vererek Türkiye tarihinin en utanç verici katliamlarından birini gerçekleştirmesi 37 halk aydınının yakılarak katledilmesi,
Ekonominin yine çuvallayarak tedbiren 5 Nisan kararlarının açıklanması ve yine hadise halka ihale edilerek adına milli kemer sıkma politikası denmesi, Figen Akad adlı bir Türk şilebinin Ege Denizi’nde bulunan Kardak Kayalıkları’na çarpması neticesi, Türk ve Yunan kurtarma ekipleri arasındaki anlaşmazlık sonucu Kardak Krizinin patlak vermesi, Olaylı MGK toplantısıyla 28 Şubat sürecinin başlangıcı ,18 Nisan 1999 da Genel seçimlerden Bülent Ecevit’in DSP’sinin birinci parti olarak çıkması ve DSP-MHP-ANAP koalisyonu kurulması…
Ve daha yüzlerce ciddi gelişme bizim jenerasyonun tanıklığında oldu.
‘’Kimseden çocuğumun laptopu, pcsi, tableti, iphone var ama yinede çok mutsuz ve doyumsuz,sürekli başka bir şeyler istiyor’’mealinden cümleler duyulmazdı.
Sanırım bizim jenerasyonun ülkenin geleceğine yön verebilme kabiliyetinin en önemli unsuru hiç birimizin beyninin radyosyondan uyuşmamasıdır.
Şimdi kuşaklara x,y,z gibi isimler konuluyor.
Bence bizim jenerasyonun adı T kuşağı olmalı.
anık kuşağı yani.
Dört gündür sadece özetini yazdığım yüzlerce olayı bizzat yaşamış bir kuşağa da yakışacağından eminim.
Hani derler ya acısıyla tatlısıyla diye,
Acı her zaman iki kaşık daha fazla kondu bizim jenerasyonun tabağına.
Seri bitti;
Demiştim milenyumu size bırakacağım diye.
Ama o gelecek jenerasyona ne bırakacak bilemiyorum.
Hayırlısını diyeyim,
Ama bizim jenerasyonun da hakkını vereyim;
Ne jenerasyonmuş ama…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Olcay ERÖZDEN
Ne Jenerasyon Ama (4)
9O lar bizim jenerasyonun son romantik yıllarıydı.
Kim bilir belki de o yılların özelliği,Türkiye’de ve dünyada teknolojinin,alışkanlıkların,gereksinimlerin,zevklerin en mühimi de algının değiştiği milenyum yıllarına bir tık kalmasıydı.
O dönemde internetinde bu günkü kadar yaygın olarak kullanılmayışının bunun da kişisel iletişimin önemini korumasının etkisi yadsınamaz derecede etkindi.
Her şey çok daha samimi, çok daha içtendi.
Örneğin bizim kuşak fotoğraf çekmeyi o yıllarda da çok severdi,36 lık filmler makinelere takılır,deklanşöre basıldığı anda kim nasılsa öyle çıkar hiç kimsenin kendi fotorafını çekmek aklının ucundan dahi geçmezdi. Hiç kimse de poz verirken kasmazdı.
Neysek oyduk.
90 lar,her ne kadar dijital ortama geçiş evresiyse de,içinde hepimiz için her şeyden biraz vardı.Arsada top oynuyor,tetristen de vaz geçemiyorduk.
Yani hem manueldik hem dijitaldik.
Türkiye süratle liberal politikaların rüzgarlarına kapılıyor, dünyadaki gelişmelere ve rekabete açılıyor, iş ve ekonomi dünyası evriliyor,özel televizyon kanalları ile kabuk değiştiriyordu.
Geçmiş yıllarda medyanın eksik kalan görsel ve işitsel yayıncılık yönündeki boşluğu doluyor, çağdaş standartlara yakın bir ölçütte medya özgürlüğü kendini iyiden iyiye hissettiriyordu.
Sadece hissettirmekle kalmıyor,televizyonun özel sektörün eline geçmesiyle, sayıları artan TV kanalları ülkedeki hoşa gitmeyen ve yasaklanan görüntüleri çarpıcı bir şekilde gündeme getiriyorlar,böylece ülke saklanan yüzünü ve meselelerini görmeye, kurumlar ve toplum da kendilerini sorgulamaya başlıyorlar bizim jenerasyon bilgi ve delille tanıştıkça sosyal toplumun gerekleri konusunda önceki yılların tanıklarına tur bindirmeye başlıyordu.
Özellikle terörün 90 lı yıllara vurduğu damga en hassas tanıklıklarından biri oluyordu.
Kız kaçıran ve patpat, taso, topaç , amartisörlü bisiklet ve yeni yeni piyasaya çıkan akülü arabalar çoğumuzun henüz ulaşamadıkları içerisinde yer alsa da, , okuma fişlerini özenle tek tek saklamak, Barış Manço’nunAdam Olacak Çocuk’unu izlemek, susam sokağının yayınlanacağı saati beklemek cep telefonları olmadığından ev telefonlarının hemen hemen hepsini ezberde tutmak vazgeçilmezlerimizdendi....
1990’lar acısız arabeskin tahtını, pop müziğe devretmesiyle garip bir kuşağın ortaya çıkmasına aracı oluyordu. 1991’de Yonca Evcimik, “Aboneyim Abone” isimli şarkıyla piyasaya çıkarken o tarihten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, Türk pop müziğinin yeniden dirilişiyle Evcimik’in peşi sıra, Tarkan, Burak Kut, Mustafa Sandal gibi isimlerin albümleri çıkacak Pop müziğinin bereketi o kadar bol olacaktı ki neredeyse her gün ünlüler kervanına yeni birileri katılacaklardı. Mutaf, Atilla Taş, Ciguli gibi isimleri hatırlayanınız çoktur sanırım.
90 ların en acı tanıklığını dönem biterken yaşadı bizim jenerasyon; Henüz 13 Mart 1992 de ki Erzincan depreminde(6.3) yitirilen 498 kişinin acısı çok taze iken, Türkiye 17 Ağustos 1999 da 7.4 şiddetinde ki Marmara depreminde 17 binin üzerinde insanını kaybediyor, 12 Kasım 1999 da ki 7.2 büyüklüğündeki Düzce depremi 845 kişiyi aramızdan alıyordu.
Bir yandan 17 Kasım 1994 te İstanbul'da yapılan Dünya Halter Şampiyonası'nda Türk sporcu Halil Mutlu’nun 7 dünya rekoru kırarak 3 altın madalya kazanmasını alkışlarken,bir yandan da Naim Süleymanoğlu’nun da 5 dünya rekoru kırarak aldığı 3 altın madalyayı kutluyorduk.
90lara öyle çok şey sığmıştı ki; sanki on yılda yirmi yıllık bir yaşam sürmüştük.
Türk futbolunun en büyük isimlerinden, Galatasaray’ın efsane kaptanı Metin Oktay’ın bir trafik kazasında hayatını kaybetmesi, araçlarda sürücü ve ön koltukta oturan yolcuların emniyet kemeri takması zorunlu hale getirilmesi,
Şırnak, Cizre ve Adana’da ki Nevruz kutlamalarının kana bulanarak 38 kişinin hayatını kaybetmeleri, Beyaz Balina Aydın’ın, Ruslar tarafından yakalanıp geri götürülmesi, Bir gecede 24 yeni üniversite kurularak akademi tarihinde dünya değil evren rekoru kırılması,250 000 liralık banknotlar tedavüle girmesi,
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu’nun arabasına konan bomba ile katledilmesi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kaza süsü verilerek şehit edilmesi, Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın geçirdiği kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirmesi,
Pir Sultan Abdal Derneği’nin konuğu olarak Sivas’ta bulunan Aziz Nesin’e tepki gösterme bahanesiyle toplanan 10 bin göstericinin Madımak Otel’ini ateşe vererek Türkiye tarihinin en utanç verici katliamlarından birini gerçekleştirmesi 37 halk aydınının yakılarak katledilmesi,
Ekonominin yine çuvallayarak tedbiren 5 Nisan kararlarının açıklanması ve yine hadise halka ihale edilerek adına milli kemer sıkma politikası denmesi, Figen Akad adlı bir Türk şilebinin Ege Denizi’nde bulunan Kardak Kayalıkları’na çarpması neticesi, Türk ve Yunan kurtarma ekipleri arasındaki anlaşmazlık sonucu Kardak Krizinin patlak vermesi, Olaylı MGK toplantısıyla 28 Şubat sürecinin başlangıcı ,18 Nisan 1999 da Genel seçimlerden Bülent Ecevit’in DSP’sinin birinci parti olarak çıkması ve DSP-MHP-ANAP koalisyonu kurulması…
Ve daha yüzlerce ciddi gelişme bizim jenerasyonun tanıklığında oldu.
‘’Kimseden çocuğumun laptopu, pcsi, tableti, iphone var ama yinede çok mutsuz ve doyumsuz,sürekli başka bir şeyler istiyor’’mealinden cümleler duyulmazdı.
Sanırım bizim jenerasyonun ülkenin geleceğine yön verebilme kabiliyetinin en önemli unsuru hiç birimizin beyninin radyosyondan uyuşmamasıdır.
Şimdi kuşaklara x,y,z gibi isimler konuluyor.
Bence bizim jenerasyonun adı T kuşağı olmalı.
anık kuşağı yani.
Dört gündür sadece özetini yazdığım yüzlerce olayı bizzat yaşamış bir kuşağa da yakışacağından eminim.
Hani derler ya acısıyla tatlısıyla diye,
Acı her zaman iki kaşık daha fazla kondu bizim jenerasyonun tabağına.
Seri bitti;
Demiştim milenyumu size bırakacağım diye.
Ama o gelecek jenerasyona ne bırakacak bilemiyorum.
Hayırlısını diyeyim,
Ama bizim jenerasyonun da hakkını vereyim;
Ne jenerasyonmuş ama…