Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Binlerce yıllık uygarlıklardan günümüze gelen ekmek

Tarım Bakanlığı Ankara TAGEM Genel Müdürlüğü yeni kampüsünde gerçekleşen etkinliklerde "Geçmişten Günümüze Buğdayın Ekmeğin Hikayesi" sergisini düzenleyen Mine Ataman, ’’Anadolu’nun on binlerce yıllık zanaatkarlığın gölgesinde demlenmiş ve bugün bu masada sizlerle ve bizlerle buluşmuş bir sergi" dedi.

Haber Giriş Tarihi: 18.07.2018 10:34
Haber Güncellenme Tarihi: 18.07.2018 10:34
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursahaber.com/

Tarım Bakanlığı Ankara TAGEM Genel Müdürlüğü yeni kampüsünde gerçekleşen etkinliklerde "Geçmişten Günümüze Buğdayın Ekmeğin Hikayesi" sergisini düzenleyen Mine Ataman, ’’Anadolu’nun on binlerce yıllık zanaatkarlığın gölgesinde demlenmiş ve bugün bu masada sizlerle ve bizlerle buluşmuş bir sergi" dedi.

Tarım Bakanlığı Ankara TAGEM Genel Müdürlüğü yeni kampüsünde kongre ve sergi etkinlikleri gerçekleşti. "Geçmişten Günümüze Buğdayın Ekmeğin Hikayesi" sergisiyle milattan önce 10 bin yılından günümüze kadar ekmeğin tarihi hakkında bilgi veren ve Anadolu uygarlıklarında ve dünya kültürlerinde ekmek üzerine çalışmalar yapan Mine Ataman, "Yeryüzünde ilk ekmek, Urfa Göbeklitepe’de bir kadının toprağa buğday ekmesiyle beraber, hasat etmesiyle beraber yapıldı ve böylece ilk tarım faaliyetini de görmüş oluyoruz. Bu ekmek kızgın taşlar üzerinde yapılıyor. O dönemde zaten ateş icat edilmiş. Buğdaylar taşlarla öğütülüyor, öğütüldükten sonra bir miktar suya karıştırılıyor ve kızgın taşlar üzerinde üzerinde bırakılınca hemen pişiyor. Ama bu ekmek bizim günümüzde anladığımız tamamen un haline dönüştürülmüş buğdayla yapılmıyor. Buğdayın atası dediğimizi siyez buğdayıyla yapılıyor, protein bakımından çok zengin" ifadelerini kullandı.

"Her bir uygarlık kendi yaşadığı dönemin teknolojisini hemen ekmeğe yansıtmaya başlıyor"

Sergideki ekmekleri aslına sadık kalarak yaptıklarını kaydeden Ataman konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Biz de burada mümkün olduğunca aslına sadık kalarak bu ekmeği canlandırdık. Bu milattan önce 10 bin yılındaki ekmekler. Biraz daha süre geçtikten sonra un biraz daha inceliyor. Taşınabilir değirmenlerde unlar öğütülüyor, ince ince tanelere dönüşüyor ama hala maya yok ve bugünkü anlamda fırın ya da ocaklar icat edilmediği için yine çok kısmen üzeri kapalı. Bugünkü tandırın atası diyebileceğimiz ekmekler yapılmaya başlanıyor. Dönem geçtikten sonra Anadolu’daki uygarlıklar işin içine girmeye başlıyor. Frigler, Lidyalılar, Sümerler, Asurlular var. Her biri kendi yaşadığı dönemin, uygarlığın teknolojisini hemen ekmeğe yansıtmaya başlıyor. Mesela Kibele bademle biliniyor ve bademi ekmeğe aktarmaya başlıyor. Fındık ekilmeye başlanıyor ve ekmekte kullanılıyor. Lidyalılara geldiğimizde bugünkü krepin atası diyebileceğimiz, sac diyebileceğimiz bir ocağın üzerinde daha da incelmiş unlar açılıyor. Yine kısmen mayalı ve mayasız ekmekler var, onun üzerinde pişiriliyor ve bu ekmeler balla beraber sunuluyor. Asurlular da meyveleri ekmeğin içine katmaya başlıyorlar. Lidyalılar parayı buldular aynı amanda sebzeyi de ekmeğin içine koymaya başlıyorlar bu dönemde. Hititler dünyada yaşamış, buğdaya ve ekmeğe en çok değer veren uygarlıklardan bir tanesi. Hititlerdeki çocukların yaptığı ekmekler, kadar farklı şekillerde ekmekler yapılıyor ki. Bir tanesi de nindazu denilen ekmek. Hititlerde çocukların dişi çıktığı zaman bu ekmek yapılıyor ve ailesine götürülüyor. Hititlerde aynı zamanda purpura dediğimiz top şeklinde yapılan ekmekler var. Üzerine bal dökülerek yenildiği yazıyor çıkan tabletlerde. Ölü evinde tatlı ekmek yapıyorlar, üzerine bal döküyorlar ve onu gelen misafirlere ikram ediyorlar. Bir de asker ekmeği var. Askerin kumanyasında üç öğün var. Yanında hoşafla beraber sunuluyor. Kurutulmuş bir ekmek. Özellikle bu tercih ediliyor çünkü çok hafif, raf ömrü uzun olduğu ve tok tuttuğu için. Öyle bir dönem geliyor ki artık tarlalarda buğday yok, depolarda buğdayın tohumu bile kalmamış. Kadınlar buğdayın koçanı, mısırın koçanını eziyor, ekmek haline dönüştürüyor biraz un katarak, nohut, fasulyeyle karıştırıp peksimet ekmeği yapıyor ve bunu da askere gönderiyor."

"Anadolu’nun on binlerce yıllık zanaatkarlığın gölgesinde demlenmiş ve bugün bu masada sizlerle ve bizlerle buluşmuş bir sergi"

Tasavvufta ekmeğin üzerine tuz serpilerek ikram edildiğini söyleyen Ataman, "Somuncu Baba paylaşımın simgesi Anadolu’da. Tasavvufta ekmek üzerine tuz serpilerek ikram ediliyor. Onlara göre deniliyor ki sofrada tuz ve ekmek bulunur çünkü hayatın tuzu ve tadı vardır. Her birinin de sofrada olması gerekiyor deniliyor. Yahudilerin Mısır’dan kaçarken mayasız 18 dakikada yaptıkları Pesah ekmeği var. Buraya baktığımızda aslında insanların 12 bin yıl boyunca hem teknolojik anlamında, hem tarım anlamında hem yediği içitiği anlamdaki pek çok kültürel unsurları bizle paylaşabiliyor bu sergi. Kendi çapında küçücük ama belleği büyük, duygusu yüklü. Ben bu sergi için şunu söylüyorum; Anadolu’nun 10 binlerce yıllık zanaatkarlığın gölgesinde demlenmiş ve bugün bu masada sizlerle ve bizlerle buluşmuş bir sergi" şeklinde konuştu.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.