Ama öyle dinlenip, uyuyup geçen bir yorgunluk değil bu.
İçime, beynime çöreklenmiş bir yorgunluk.
Hani derler ya,hevesim var yapasım yok diye,aynen öyle bir yorgunluk.
Diyorum ki,’’ oğlum altmışına merdiven dayadın,dayamakla da kalmadın son basamağına geldin daha mı yorulmayacaksın’’
Ama yanıt bu değil onu da biliyorum.
Başka bir şey bu yorgunluk, biraz pişmanlık, biraz yılmışlık, biraz bıkkınlık çokça da kırılmışlık.
Bir yerlerde eksik bir şeyler varmış da, tamamlayacak mecalim yokmuş gibi.
Tünelin ucunda ki ışığın gün ışığı mı yoksa karşıdan gelen bir başka trenin ışığı mı ayrımsayamamak gibi.
Yanlış anlaşılmak istemem;
Nevrotik bir yapım yok.
Aksine son derece maceracı ve atılgan bir kişiliğe sahibim.
Başıma açtığım belalar da bu yüzden olur genellikle.
Kimini atlatırım kiminin altında kalırım.
Hiç tanımadığım biri ile oturup sohbet ederken yakalarım bazen kendimi ya da beni hiç ilgilendirmeyen bir konuya maydanoz olurken.
İtiraf edeyim tükenmişlik sendromu yaşadığımı sanıp, üzerinde on makale yazabilecek kadar araştırdım konuyu.
Yok, o da değilmiş. Çünkü semptomları bana hiç uymadı.
Olsa olsa yalnızlıktır o zamandır dedim. O hiç mümkün değil; toplumun her kesiminden ciddi bir çevrem var.
Bazen telefonumun çalmaktan sesi kısılır.O derece yani.
Sanırım benim bu durumumun en makul yanıtı Carl Gustav Jung’un yalnızlık tanısında saklı.
Jung’a göre yalnızlık, çevrede insan olmaması değil, önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğunda hissedilen duygu.
Hayat yolunda bir başına yürümek, çalılarına takılmamak, uçurumlarına düşmemek pek olası değil.
Tutacak bir eli, yaslanılacak bir omuzu,yol gösterip yol vereni olmayınca insan kendi doğrularında ki yanlışların kurbanı oluveriyor.
Hele hayat düğüm üstüne düğüm atıp insanın nefesini kesmeyi bir alışkanlık haline getirmesin,birini çözerken diğeri dolanıyor.
Ne düğümler çözülüyor ne de bıçak kesiyor.
İşte bu yüzden diyorum;
Dostu olmalı insanın;
Ama öyle, Amerikan vari ‘’heyy dostuum!’’gibisinden çakma değil.
Yürekten, umarsız, çıkarsız, çakı gibi keskin,gül gibi narin dostu olmalı.
Dolu dolu…
Sevgine sevgisi ile karşılık veren,yanında yalın halinle olabildiğin, takiyesiz, acabasız,kritersiz miritersiz…
Sağlam,somut ve gerçek.
Biraz dramatize edersem; seninle ağlayabilen seninle gülen.
Durumdan vazife çıkartmak için rağmenleri olmayan, seni olduğun gibi kabullenip kendisini de olduğu gibi kabullenmene izin veren.
Hah işte tam da böylesi dostu olmalı.
Bakmayın siz o kadar ağlandığıma. Benim var.
Hem de dolu dolu.
Aslına bakarsanız bu satırları yazdıran da onlar.
Adları mı?
İşte o, hala aldığım nefesimde saklı…
Demem o ki, sizin de varsa
Ki mutlak vardır;
Ölümüne sahip çıkın ona onlara.
Dostun bir ötesi ahretlik.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Olcay ERÖZDEN
Dostun Bir Ötesi Ahretlik…
Size de oluyor mu?
Bazen kendimi çok yorgun hissediyorum.
Ama öyle dinlenip, uyuyup geçen bir yorgunluk değil bu.
İçime, beynime çöreklenmiş bir yorgunluk.
Hani derler ya,hevesim var yapasım yok diye,aynen öyle bir yorgunluk.
Diyorum ki,’’ oğlum altmışına merdiven dayadın,dayamakla da kalmadın son basamağına geldin daha mı yorulmayacaksın’’
Ama yanıt bu değil onu da biliyorum.
Başka bir şey bu yorgunluk, biraz pişmanlık, biraz yılmışlık, biraz bıkkınlık çokça da kırılmışlık.
Bir yerlerde eksik bir şeyler varmış da, tamamlayacak mecalim yokmuş gibi.
Tünelin ucunda ki ışığın gün ışığı mı yoksa karşıdan gelen bir başka trenin ışığı mı ayrımsayamamak gibi.
Yanlış anlaşılmak istemem;
Nevrotik bir yapım yok.
Aksine son derece maceracı ve atılgan bir kişiliğe sahibim.
Başıma açtığım belalar da bu yüzden olur genellikle.
Kimini atlatırım kiminin altında kalırım.
Hiç tanımadığım biri ile oturup sohbet ederken yakalarım bazen kendimi ya da beni hiç ilgilendirmeyen bir konuya maydanoz olurken.
İtiraf edeyim tükenmişlik sendromu yaşadığımı sanıp, üzerinde on makale yazabilecek kadar araştırdım konuyu.
Yok, o da değilmiş. Çünkü semptomları bana hiç uymadı.
Olsa olsa yalnızlıktır o zamandır dedim. O hiç mümkün değil; toplumun her kesiminden ciddi bir çevrem var.
Bazen telefonumun çalmaktan sesi kısılır.O derece yani.
Sanırım benim bu durumumun en makul yanıtı Carl Gustav Jung’un yalnızlık tanısında saklı.
Jung’a göre yalnızlık, çevrede insan olmaması değil, önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğunda hissedilen duygu.
Hayat yolunda bir başına yürümek, çalılarına takılmamak, uçurumlarına düşmemek pek olası değil.
Tutacak bir eli, yaslanılacak bir omuzu,yol gösterip yol vereni olmayınca insan kendi doğrularında ki yanlışların kurbanı oluveriyor.
Hele hayat düğüm üstüne düğüm atıp insanın nefesini kesmeyi bir alışkanlık haline getirmesin,birini çözerken diğeri dolanıyor.
Ne düğümler çözülüyor ne de bıçak kesiyor.
İşte bu yüzden diyorum;
Dostu olmalı insanın;
Ama öyle, Amerikan vari ‘’heyy dostuum!’’gibisinden çakma değil.
Yürekten, umarsız, çıkarsız, çakı gibi keskin,gül gibi narin dostu olmalı.
Dolu dolu…
Sevgine sevgisi ile karşılık veren,yanında yalın halinle olabildiğin, takiyesiz, acabasız,kritersiz miritersiz…
Sağlam,somut ve gerçek.
Biraz dramatize edersem; seninle ağlayabilen seninle gülen.
Durumdan vazife çıkartmak için rağmenleri olmayan, seni olduğun gibi kabullenip kendisini de olduğu gibi kabullenmene izin veren.
Hah işte tam da böylesi dostu olmalı.
Bakmayın siz o kadar ağlandığıma. Benim var.
Hem de dolu dolu.
Aslına bakarsanız bu satırları yazdıran da onlar.
Adları mı?
İşte o, hala aldığım nefesimde saklı…
Demem o ki, sizin de varsa
Ki mutlak vardır;
Ölümüne sahip çıkın ona onlara.
Dostun bir ötesi ahretlik.