Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Almanya’da bilinmeyen Türkler-2

Yazının Giriş Tarihi: 28.10.2019 00:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.10.2019 00:07

Sevgili Bursa Haber’in değerli okuyucuları dün bu köşede Almanya’da bilinmeyen Türkler başlıklı yazımın ilk bölümünü sizlerle buluşturmuştum. Bugün yazımın ikinci bölümüyle devam ediyorum.

HASAN VE AYŞE’NİN İSMİ ŞİMDİ HEİNRİCH VE SUSANNA

Esir ele düşen çocuklara dil öğretilirken ikinci bir hedef daha vardı: Onların dinsiz dedikleri Türk çocuklarını Hristiyanlaştırmak. Bunlar kilisenin koro ekibine gönderiliyor, Hristiyanlık dersleri veriliyor ve vaftiz için hazırlık yapılıyordu. Türk tutsakların iki üç yıl içinde Hristiyanlığa geçmesi bekleniyordu. Direnenler ve ismini değiştirmeyenlere zaman tanınıyordu. Bunlardan birisi Rügländer Osman. Onu kimse ikna edemiyormuş.

Kilise Türk çocuklarını vaftiz edeceği zaman bunu kiliseler büyük gösterişe çeviriyor, Halk arasında onların Hristiyan olmak için sabırsızlıkla beklediği haberini cemaati arasında yayıyordu. 1689 yılı, Memmingen kilise kayıtlarında bu bilgiler bulunmaktadır.

Bir çocuk için birkaç Pate ortaya çıkıyor. Pate dedikleri, çocuğun kaldığı aile ölürse ona sahip çıkacak, bakacak başka ailelerdir. Bunların arasında soylu aileler, tüccarlar, krallar, kraliçeler, Baronlar ve adı sanı sayılanlar pate olmak için yarışa giriyordu. Sıradan halk, kiliselere akın edip vaftizi izliyordu. Vaftiz edilmeye karşı koyanlar hakkında 1599 yılında Amber oberpflaz kilise kaynaklarında şöyle bir cümle geçiyor: “Türkler tanrının varlığına neden inanmıyor? Muhammed’in peşinden giden dinsizler”. Vaftiz edilmeyi öğrenen çocukların kilisedeki suyun başında, “Evet ben inanıyorum. Ben istiyorum” demesi gerekiyordu ama bunu hepsi demiyordu. Diyenler, yeni Hristiyan veya Alman isimleri ile anılmaya başlıyor. Soyisim olarak çoğuna Gottlob veya Fürchtegoot yani Tanrıyı öven, Tanrıdan kork gibi isimler veriliyordu.

Alman Hristiyanları dolandırmak için ve birçok kiliseden hediye almak için 9 ayrı yerde kendisini vaftiz ettirenler de oluyordu. Engelist olanların, Katolik kilisesinde, Katolikliğe geçmek için onların vaftizine girenler de. Bunlar kayıtlara geçmiş çok az örneklerdir.

O dönemler, insanların ömrü kısaydı. Yeni Almanlarda uzun süre yaşamadılar. İçlerinden 80 yaşına kadar ömrü uzun olanlarda vardı. Çoğu evlendi, çocukları oldu. Onların köklerini bugüne kadar takip etmek soy ağacından mümkündür.

Ünlü Alman şair ve yazarı Goethe’nin anne tarafının Türk olduğuna dair açık bilgiler var. Almanya’daki Müslüman gençler, onun aynı zamanda Müslüman olduğunu iddia edip değişik bilgiler paylaşıyorlardı. Doğru olabilir.

Ganimet olarak getirilen Türk çocukları, evlilik yaşına geldiği zaman zanaatkâr kızları ile evleniyordu. Türk kızlarıyla ise daha çok müzisyenler, kitapçılar, terziler, orman sahipleri ve yüksek gelirli soylular evleniyordu. Evangelist Kilise papazları ile evlenen kızlar da oluyordu. Katolik papazların ve rahibelerin evlenmesi inançlarına göre yasaktı.

Almanlara esir düşen Sipahi atlı birliklerinden İbrahim isimli bir Türk, bir Alman kızını vaftiz olmadan hamile bırakıyor. Bölge kralı buna rağmen ikisini de affediyor, sarayında kendisinin de hazır bulunduğu bir düğün yaptırıyor. Bu saray ve bölge hakkında isim ne yazık ki tarihçinin kaynağında belirtilmemiştir. Evlenmeden hamile kaldığı için ceza almamaları, o dönem için çok sıradan bir olay değildi.

Sachsen Kralı Agust der Starke, Fatma Kariman isimli bir Türk kızıyla orduların en üst komutanı, bugün Genelkurmay Başkanı saydığımız Herrman von Baden’in 1686 yılında Budapeşte’de esir alıp getirdiği kızla evlendirip düğününü yapıyor. Fatma Kastell Kontesi oluyor, bütün soylu aileler ve krallarla aynı masada yemek yiyor. Kocası öldükten sonra ömrünün kalan kısmını bir manastırda geçiriyor.

Her şeye rağmen bugün olduğu gibi o dönemde de Türklerin ve Almanların birbiriyle evlenmesi olağandışı olaylar değildi. Esir oldukları halde bir şekilde hayatın bir parçası olup yaşamlarını devam ettiriyorlar.

Peki Türkler hayatlarını nasıl kazanıyor? En kolay yol, verildikleri ailelerde vaftiz edildikten sonra kalıp yaşamalarıydı. 1700 yılındaki arşivlerde, sayısız Türk erkek ve kadının şatolarda çalıştığına dair belgeler vardı. Aşçı, çiftçi, arabacı, asker, avcı, ormancı, postacı gibi Almanların çalıştığı iş alanlarında onlar da çalışıyordu. Yeniçeri ordusundan, müzik bilenlere onların kullandığı aletleri yaptırıp kendi ordularında ordu bando ekibi kurup mehter marşları gibi kendi müziklerini çaldırmaya başlıyorlar. Türklere güven arttıkça her alana giriyorlardı. Bunlardan bazıları vergi memurları oluyordu ki bu çok önemli bir görevdir. Yetenekli çocukları okutuyor, din adamı veya mübaşir çiftçileri kontrol eden memurlar yetiştiriyorlardı. Berlin Charlottenburg bölgesinin baş komiseri (Stadthauptman), bir Türk’dür. Türkler, Liselerde ögretmen oluyor, onlardan bazıları Mehmet von Königstreu gibi soylu isimleri alıyordu. Mehmet von Könisgtreu, Hannover Kurfüst’ü  İngiltere’ye gidip orada kral seçimine katılınca yerine bakıyor. Königstreu Krala sadık demektir.

Akıl almaz olayların yaşandığı şeyler meydana geliyor. İçlerinden kendi dükkânını ve işini kuran ayakkabıcı, fırıncı, üzüm ekicileri olup konyak üretenler çıkıyor. En çok iz bırakan Nikolaus Strauß ismini alan bir Türk’ün, 1697 yılında Würzburg’da Almanya’nın ilk kahvehanesini açmasıdır. Bu tarihten sonra Almanya kahve içmeyi öğreniyor.

İçlerinde çok fakir duruma düşenler de var. İsmine Anna Marisa Christman denen bir kadın, parasızlıktan saçlarını kestirip erkek kıyafeti giyip asker oluyor. 1715/1717 yılları arasında Belgrad savaşına katılıyor ve geri dönünce, postacı olarak Stuttgart kentinde iş buluyor. Pater Josephus ismi verilen bir Türk’ün Hildesheim manastırda yazdığı, Türklerle ilgili hikâyelerde değişik olaylar insanı hayretler içinde bırakıyor. En sonunda bütün bu hikâyeler Almanların hayatları gibi bitiyor. Yani Türkler az sayıda oldukları için çoğunluğun arasında eriyip gidiyorlar.

Böylece Almanların kanının 300 yıldır Türk kanı ile karışmış olduğu ortaya çıkıyor. Türkler hakkında kötü konuşan ve düşünenler kendi soy ağaçlarını incelesinler. Belki dedeleri bir Türk çıkabilir.

Bu bölümü tarihçi Prof. Hartmut Heller’in yazdığı bir makaleden derleyip yazdım. Fakat Endülüs tarihini çok inceleyen ve okuyan birisi olarak ek olarak şunu söyleyebilirim: “Vaftiz edilmesi o kadar kolay olmuş gibi görünse de bazıları çaresizlikten, bazıları da Hristiyanlığa geçmiş gibi görünmüştür. Buna benzer olaylar, Endülüs’te 1492 yılından sonra yaşanmıştır. Eski Müslümanlar bütün yasak ve zorluklara rağmen İslam dinini gizli yaşamış, ibadet etmiş ve bu yüzden Engizisyon mahkemelerine çıkartılmıştır. Almanya’da Engizisyon mahkemeleri, esir Türkler için kurulmamıştır. Bu yüzden çok şanslılar. Goethe’nin annesi Müslüman Türk olduğu için onun da Müslüman olma ihtimali Endülüs örneklerini ele alırsak çok yüksektir.”

Bu konuyla ilgili Türk tarihçileri toplam 16 bin ile 22 bin arası esir rakamları verirken, Batılı tarihçiler, birkaç katını veriyordu. 1699 sonrası elbette geri dönenler oluyor. Bu, Osmanlı ile Avrupa’da dönemin hâkim güçleri arasında yapılan ikili anlaşmalar sonrası gerçekleşiyor. Burada ya takas yapılıyor ya da esirler, karşılığında para ödenerek alınıyor. Ancak yine de binlerce kişi, bu ‘geri dönüş’ hareketinden habersiz bu topraklarda kalıyor. 1704 yılında Türk esirlerinin, Bavyera Kralı Max Millians’a hitaben yazdıkları bir rica mektubunda; “Bizi bırakın. Artık dayanacak gücümüz kalmadı” diyen Türk askerlerinin isteklerini yansıtan bir belge mevcuttur. Bu belgede, 30 kadar Osmanlı askerinin isimleri yer alıyor. Bu da çok sayıda Türk’ün 1699 Karlofça Antlaşması sonrasında bile esir olarak yaşamaya devam ettiğini gösteriyor. Bu antlaşma gereği, maalesef bugünkü Türkiye toprakları kadar toprak kaybedip Orta Avrupa’dan geri çekilmişti.

Endülüs ve Engizisyon mahkemelerini dile getirdiğimiz için olayların anlaşılması için biraz bu konuda bilgi vereceğim. Bugün Almanya’da Türk ismini soyisim olarak kullanan çok sayıda aile bulunuyor. Bunların arasında ünlü şahsiyetler de mevcuttur. Pommeren bölgesinde bile kendim öyle bir aileyle tanıştım, soyisimleri “Türks” idi.

Yazan: Memet Aydemir

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.