İktidarından muhalefetine, belediyesinden sivil toplum kuruluşlarına, profesörlerinden futbol kulüplerine ve tabi ki direktörlerine bazen de futbolcularına aklınıza özel tüzel kim ve hangi kuruluş gelirse hepsi mütemadiyen açıklamalar yapıyorlar.
Aslında çok güzel tabii…
Ne kadar çok açıklama yapılırsa konular üzerinde ki sis perdesi o kadar kalkar.
Tabi bu da ardı ardına bilgi(!)bombardımanına tutulan bir toplumun da olaylar hakkında ki algısının son derece açık olmasını sağlar.
Ancak işin burasında bir sıkıntı var.
Çünkü konular ortak, açıklamalar tezat…
Birinin ak dediği diğerinin karasına,ötekinin gri dediği berikinin kan kırmızısına denk geldiği için hemen her açıklama bir başka açıklanamayanı tetikliyor.
O zamanda ortaya kimilerinin bilgi dediği açıklama kirliliği çıkıyor.
Bir de sosyal medyada kaynağı belli olmayan tanınmış ya da tanımamış kişi ve kuruluşlara atfedilen sallama açıklamalar da var ama onlar bu yazın konusu değil.
Bazen de açıklama yapanın vücut dili ile ağzından çıkanlar arasında ki uyumsuzluk göze çarpıyor ki o da bu yazının konusu değil.
Eee o değil bu değil,neyi yazıyorsun o zaman be adam?
Açıklamanın açıklamama halini yazıyorum.
Yani açıklamanın kurgulanıp hem açıklama yapılıp hem de açık vermeyerek zinhar açıklama yapılmamış halini.
Dışarı da sıklıkla tanık oluyorum;
İnsanlar gazetelerden okudukları ya da televizyonlardan duydukları açıklamaların pek çoğuna mesafeliler.
Hatta kendi partileri ya da siyasal görüşlerini temsil edenlerin yaptıklarına bile.
Çünkü genellikle açıklamalar yaşanılanlar ile pek örtüşmüyor.
Gözü tamamen kapalı olanlar değilse de ahalinin çoğu gördüğü köye kılavuz atanmasını pek kaale almıyorlar.
Almamakla da kalmıyorlar ne okuyorlarsa bırakıyor ne izliyorlarsa kanal değiştiriyorlar.
Aralarında açıklanmayan açıklamaları yok sayanların sayıları hiç az değil.
Herkesin herkesten ve her şeyden şüphe ettiği bir ortamda en kallavi açıklamaların bile gündem oluşturamaması da bu yüzdendir zaar.
Bu kadar güvensizliğe maruz kalan insanların travma yaşamaları da çok şaşılacak bir şey olmasa gerek.
Ve tabii bu travmanın doğal sonucunun da bir hastalık belirtisi olması.
Konuyu yazmadan önce çeşitli kaynaklardan araştırdım.
Araştırmaya da ‘inanmama hastalığı’ yazıp bakayım böyle bir şey var mıymış diyerek başladım.
Varmış…
Adı da paranoid kişilik bozukluğu imiş.
Travmatik yaşam insanı şüpheci yapıyormuş.
‘’Bu hastalık, stresli bir durum sırasında ortaya çıkan korku, şüphe, insanlara ve dünyaya güvensizlik şeklindeki geçici bir tablo olabileceği gibi, süreğen bir kişilik özelliği ya da psikiyatrik bir hastalık tablosu olarak da tanımlanıyor. İnsanlar travmatik yaşantılar sonrasında ilk dönemlerde şüpheci olabilirler.’’
Diyen uzmanlar da var,işi daha ileri götürüp bu sendromun kişilerin çocukluklarında yaşadıkları olumsuzlukları da tetiklediğini söyleyenlerde.
Ötesi elbette uzmanların ilgi alanlarına giriyor.
Haddimi aşmayayım konuyu irdelemeyi burada noktalayayım.
Ama bu açıklama yaparken açık vermeme konusu daha çok su kaldırır.
Onu da unutmamak lazım.
Açıklayabildiysem ne mutlu bana…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Olcay ERÖZDEN
Açıklama(ma)…
Artık bir vazgeçilmezimiz daha var.
İktidarından muhalefetine, belediyesinden sivil toplum kuruluşlarına, profesörlerinden futbol kulüplerine ve tabi ki direktörlerine bazen de futbolcularına aklınıza özel tüzel kim ve hangi kuruluş gelirse hepsi mütemadiyen açıklamalar yapıyorlar.
Aslında çok güzel tabii…
Ne kadar çok açıklama yapılırsa konular üzerinde ki sis perdesi o kadar kalkar.
Tabi bu da ardı ardına bilgi(!)bombardımanına tutulan bir toplumun da olaylar hakkında ki algısının son derece açık olmasını sağlar.
Ancak işin burasında bir sıkıntı var.
Çünkü konular ortak, açıklamalar tezat…
Birinin ak dediği diğerinin karasına,ötekinin gri dediği berikinin kan kırmızısına denk geldiği için hemen her açıklama bir başka açıklanamayanı tetikliyor.
O zamanda ortaya kimilerinin bilgi dediği açıklama kirliliği çıkıyor.
Bir de sosyal medyada kaynağı belli olmayan tanınmış ya da tanımamış kişi ve kuruluşlara atfedilen sallama açıklamalar da var ama onlar bu yazın konusu değil.
Bazen de açıklama yapanın vücut dili ile ağzından çıkanlar arasında ki uyumsuzluk göze çarpıyor ki o da bu yazının konusu değil.
Eee o değil bu değil,neyi yazıyorsun o zaman be adam?
Açıklamanın açıklamama halini yazıyorum.
Yani açıklamanın kurgulanıp hem açıklama yapılıp hem de açık vermeyerek zinhar açıklama yapılmamış halini.
Dışarı da sıklıkla tanık oluyorum;
İnsanlar gazetelerden okudukları ya da televizyonlardan duydukları açıklamaların pek çoğuna mesafeliler.
Hatta kendi partileri ya da siyasal görüşlerini temsil edenlerin yaptıklarına bile.
Çünkü genellikle açıklamalar yaşanılanlar ile pek örtüşmüyor.
Gözü tamamen kapalı olanlar değilse de ahalinin çoğu gördüğü köye kılavuz atanmasını pek kaale almıyorlar.
Almamakla da kalmıyorlar ne okuyorlarsa bırakıyor ne izliyorlarsa kanal değiştiriyorlar.
Aralarında açıklanmayan açıklamaları yok sayanların sayıları hiç az değil.
Herkesin herkesten ve her şeyden şüphe ettiği bir ortamda en kallavi açıklamaların bile gündem oluşturamaması da bu yüzdendir zaar.
Bu kadar güvensizliğe maruz kalan insanların travma yaşamaları da çok şaşılacak bir şey olmasa gerek.
Ve tabii bu travmanın doğal sonucunun da bir hastalık belirtisi olması.
Konuyu yazmadan önce çeşitli kaynaklardan araştırdım.
Araştırmaya da ‘inanmama hastalığı’ yazıp bakayım böyle bir şey var mıymış diyerek başladım.
Varmış…
Adı da paranoid kişilik bozukluğu imiş.
Travmatik yaşam insanı şüpheci yapıyormuş.
‘’Bu hastalık, stresli bir durum sırasında ortaya çıkan korku, şüphe, insanlara ve dünyaya güvensizlik şeklindeki geçici bir tablo olabileceği gibi, süreğen bir kişilik özelliği ya da psikiyatrik bir hastalık tablosu olarak da tanımlanıyor. İnsanlar travmatik yaşantılar sonrasında ilk dönemlerde şüpheci olabilirler.’’
Diyen uzmanlar da var,işi daha ileri götürüp bu sendromun kişilerin çocukluklarında yaşadıkları olumsuzlukları da tetiklediğini söyleyenlerde.
Ötesi elbette uzmanların ilgi alanlarına giriyor.
Haddimi aşmayayım konuyu irdelemeyi burada noktalayayım.
Ama bu açıklama yaparken açık vermeme konusu daha çok su kaldırır.
Onu da unutmamak lazım.
Açıklayabildiysem ne mutlu bana…